Bizim çok sevilen şarkılarımız...

Sadece iz bırakmakla kalmaz; nesillere seslenir...

Tedavülden kalksalar bile(!)

Şiddetle özlenen...

Ne var ki, artık sizin olamayan her güzellik...

Gün yüzünde karşımıza çıkmasa bile bile...

Gece rüyalarınızın rengi olur...

Aynen...

Artık aramızda olmayan “Büyük usta Kayahan”ın besteleri gibi...

Hatırlayın...

Derin aşkları anlatan...

Şu ölümsüz dizeleri:

“Bizimkisi bir aşk hikayesi... / Siyah beyaz film gibi biraz... / Gözyaşı umut ve ihtiras... / Bizimkisi alev gibi biraz...”

***

İzmirli kızların hikayeleri hep masalsıdır...

Bu yazının kahramanı da İzmirli’ydi...

Yaşasaydı 53 yaşına koşturacaktı...

Olmadı...

Lanet kanser O’nu da aldı götürdü...

Büyük olasılıkla...

Şimdi bizi bulutların üstünden izliyor...

***

Anne ve babası...

Aslında teyze çocuklarıydı...

O minicik sevimli kıza...

“Temel Işık” anlamına gelen “Öznur” adını koydular...

Adı güzeldi ama...

Yazgısının “acıklı” olacağını daha o günlerden kim söyleyebilirdi?

Ne’tekim...

O akraba “ana – baba” ayrıldı...

Öznur’cuğun yuvası iki yaşında dağılıverdi...

O bebiş...

Bundan böyle...

Hayatının bir kısmını...

İzmir’deki Çocuk Esirgeme Kurumu’nda geçirecekti...

***

Bazı hayatlar...

Alın yazısının eşliğinde romandan farksız oluyor...

İsteseniz de...

İstemeseniz de...

Zaten...

Kader ağlarını parmak kadar “Öznur” için örmeye başlamıştı bile...

***

Anılarında hep acılar kaldığı için

Öznur’un...

Çocuk Esirgeme Kurumu’dan anlattıkları...

Adeta “korku hikayeleri”nden farksızdı...

Mesela...

Küçücükken “verem” hastalığının pençesine düştü...

O yaştaki çocuğun anlattıklarına bakar mısınız ?

“O yıllarda hatırladığım tek şey, soğuk bir odada hem (Açım...) diye bağırıyor hem de hüngür hüngür ağlıyordum...”

Öznur’cuk...

Bir sabah öksürerek uyandığında ağzından kan boşalıyordu!

Devlet Hastanesi’ndeki tedavisi bir buçuk yıl sürdü...

O günlerde hemşireye “anne” dediğini hiç unutmuyordu...

***

Hastaneden çıktıktan sonra...

El kadar Öznur’un hayatı daha beter oldu...

Sürekli şiddet görüyordu...

Babası askerden gelince yeniden evlendi...

Artık üvey ana eziyeti başlamıştı Öznur’cuk için...

***

O kadar yoksullardı ki...

Kuru ekmeği ıslatıp...

Üzerine toz şeker ekip yiyerek açlıklarını bastırıyorlardı...

Öznur ve kardeşleri sokaktan biraz geç gelseler...

Mutlaka dayak yerlerdi...

***

Şarkı sözü gibi...

“Yıllar yorgun ben yorgun...” derken...

İlk evliliğini yaptı...

Duvak taktığında henüz “14 yaşını” yeni doldurmuştu...

15’inde ise...

Oğlu Taylan’ı kucağına aldı...

Alsancak’ta bir mağazada çalışmaya başlamıştı...

Oysa...

Tuvaleti bile sokakta olan bir gecekonduda yaşıyordu...

Oğluna mama almak zorundaydı...

Boşandı ve...

Sonunda...

Bir mekanda kadınlar matinesinde dans etmeye başladı...

Artık...

Kendi kanatlarıyla uçacaktı...

Boşandı...

Yeni bir yol bulacaktı yaşamak için...

Ve kararlıydı...

Önce son eşinden boşandı...

Ardından...

“Ver elini İstanbul” dedi ve...

Kendine yeni bir isim yakıştırdı...

O, İzmirli çekici kız...

Bundan böyle artık...

“Oryantal Tanyeli” olarak anılacaktı...

Evet, evet...

Şansı dönüyor; önü açılmaya başlamıştı birdenbire...

***

Herkes...

İstanbul'a giderse “şöhret” olacağını söylüyordu...

Bir mucize bekliyordu...

Birkaç gün sonra “o mucize” yakasına yapışıverdi...

Prenses Margaret’in önünde dans etti...

***

Oysa...

Yeni unvanı “Tanyeli” ile...

Alkış yağmuru O’nu bekliyordu...

Dans ederken öylesine farklıydı ki...

Sanki...

Ruhundaki hikaye adeta bedenini esir almıştı...

Artık...

O bir “sahne yıldızı” olarak parlıyordu...

O kadar hızlıydı ki...

Şöhretin zirvesine yerleşirken...

Geriye dönüp bi’baktı ki...

Üç kez daha nikah masasına oturmuştu...

Sanki...

Bir türlü mutlu olamıyordu(!)

***

Acı sona doğru gidiyoruz...

Son zamanlarda çocukluk fotoğraflarını paylaşmaya başladı...

Aslında...

Kendisini gülümsetecek anısı bile yoktu...

Yine de...

Eşsiz “iyimser” sanatçıydı...

Ne var ki...

Doya doya hiç gülememişti ki...

Kocaman bir kız oluncaya kadar...

Mucizelere inandı hep...

Ne var ki...

“Ha’di...” deyince...

Gelmiyordu ki mucizeler!

***

Bitiriyoruz...

Sahne adıyla Türkiye’nin tanıdığı...

“İzmirli oryantal Tanyeri”...

Hep rüyalarındaki mucizelere inanarak yaşadı...

Hep mucizeleri bekledi...

Veee...

Kendi ifadesiyle...

Hep mucizelere inandı rüyalarında...

Hatta...

Biraz gürültü yapsa çocukluğunda...

Çevresindekiler hep...

“Allah Baba kızar...”derlerdi Tanyeli’ye...

O da çocukça bir yöntem bulmuştu kendine ve...

Şöyle yakarıyordu göğe doğru:

“Ben de (çok sevsin beni) diye öyle çok konuşurdum ki Allah’la...

Bana gönderdiği...

Ayçiçekleri, papatyaları ve gelincikler için teşekkür ediyordum hep...

Rüyamda ne hediyeler vardı bir bilseniz...

“Ak sakallı dede” sanırdım rüyamda benimle konuşanı...

Sanki...

Peri masallarındaymış gibi hissederdim kendimi...

Aslında...

Acının kaç rengi var hatırlamıyorum ama...

Tek hatırladığım masal gibi rüyalarım...

Zaten...

Tek kurtarıcımın “‘O” olduğunu daha o zaman idrak etmiştim...

***

Aslında...

Kendini hep yalnız kaldığına inandırmak ne kadar acı değil mi?

Nokta...

Hamiş: Tanyeli, iki buçuk yıl önce “karın ağrısı” şikayetiyle gittiği hastanede tesadüfen pankreas kanseri olduğunu öğrenmişti... Dün son yolculuğuna uğurlandı...

Sonsöz: “Vedalar asla kolay değildir, ama bazen kaçınılmazdır...” / Anonim..