Savaşın gölgesinde geçen iki buçuk yılın ardından, Vladimir Putin ile Volodimir Zelenski’nin yüz yüze görüşme ihtimali ilk kez bu kadar somutlaştı. Bunu sağlayan isim ise, alışık olduğumuz diplomatik figürlerden değil: Donald Trump. Washington’da geçen yoğun bir günün ardından Moskova’ya açtığı 40 dakikalık telefon görüşmesi, aslında dünyanın nefesini tuttuğu o ihtimali –barışı– yeniden gündeme taşıdı.

Dün (pazartesi) akşamından neredeyse sabaha kadar onlarca kanaldan Beyaz Saray Roosewelt Salonundan Oval Ofis’e kadar olan görüşmeleri ve devamını izledik.

Ama işin görünen kısmı kadar görünmeyen ayrıntıları da var. Zelenski, Oval Ofis’te ceket ve gömlek içinde, Trump’a defalarca teşekkür ederken aslında sadece bir misafirin nezaketini göstermiyordu. Ülkesinin varoluş mücadelesinde Amerika’nın desteğini kaybetmemek için bir tür diplomatik koreografi sahneliyordu. Trump’a “yedi kez teşekkür” bir tesadüf değil, Batı dünyasına verilen bir mesajdı: “Yanımda olun.”

Alaska’da Putin ile görüşerek masaya erken oturan Trump, Rusya liderine bir adım önde başlama fırsatı verdi. Avrupa başkentlerinde hemen fark edilen de buydu. Ursula von der Leyen’den Emmanuel Macron’a, Giorgia Meloni’den Mark Rutte’ye kadar birçok liderin Beyaz Saray’a koşması, Zelenski’ye dayanışma kadar, “Putin’in oyunu tek başına yazmasına izin vermeyiz” mesajını da içeriyordu.

Diplomasi, bazen pohpohlamanın, bazen de sembollerin dilidir. Zirvede dile getirilen teşekkürler, yapılan övgüler, hatta Melania Trump’ın Ukrayna’da kaçırılan çocuklar için Putin’e yazdığı mektubun gündeme getirilmesi… Bunların hepsi, masada kimin hangi kartı oynayacağını göstermek için yapılan küçük ama anlamlı hamlelerdi.

Ukrayna’daki savaş ve barış görüşmelerinde bundan sonra ne olacak? Ukrayna’nın Rusya’ya toprak verip vermeyeceği, Ukrayna ordusunun geleceği ve ülkenin kalıcı ve anlamlı güvenlik garantilerine sahip olup olmayacağı gibi birbiriyle bağdaşmayan kırmızı çizgiler de dahil olmak üzere pek çok konu hâlâ çözümsüz görünüyor.

Beyaz Saray görüşmeleri, birkaç nedenle umut verici bir adım olarak görülebilir. İlk olarak, Trump’ın Putin ile doğrudan iletişim kurma taahhüdü ve üçlü görüşme önerisi, tarafların masaya oturmasını sağlayabilecek bir mekanizma sunuyor. İkinci olarak, Avrupa liderlerinin sürece dahil olması, uluslararası toplumun barış için birleşik bir cephe oluşturma çabasını gösteriyor. Üçüncü olarak, Zelenski’nin esnek tutumu, Ukrayna’nın katı pozisyonlardan kısmen uzaklaşabileceğini işaret ediyor.

Ancak, barış sürecinin önünde ciddi engeller de var. Putin’in Donbas ve Kırım konusundaki talepleri, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ilkesine ters düşüyor. Ukrayna Anayasası, toprak kaybını yasaklıyor ve Zelenski’nin bu konuda taviz vermesi iç politikada ciddi tepkilere yol açabilir. Ayrıca, Trump’ın Kırım’ın Rusya’ya bırakılması fikrine sıcak bakması, Ukrayna ve Avrupa’da güven krizine neden olabilir.

Bunun yanı sıra, Rusya’nın uzun vadeli niyetleri belirsizliğini koruyor. Askeri uzmanlar, çatışmaların durması halinde Putin’in ordusunu yeniden güçlendirip yeni bir saldırıya hazırlanabileceği uyarısında bulunuyor. Bu durum, güvenlik garantilerinin ne kadar etkili olacağı sorusunu gündeme getiriyor.

Barış için buluşma yeri İstanbul olur mu?

Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşında arabuluculuk rolüyle öne çıkmış bir aktör olarak, Beyaz Saray görüşmelerine doğrudan dahil olmasa da sürecin bölgesel yansımalarından etkilenecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce tahıl koridoru gibi girişimlerde oynadığı rol, Türkiye’nin barış sürecinde potansiyel bir katkısı olabileceğini gösteriyor. Bazı liderlerin telaffuz ettiği gibi Barış masasının yeri İstanbul olabilir

Beyaz Saray’daki görüşmeler, Rusya-Ukrayna savaşının çözümü için önemli bir diplomatik zemin oluşturdu. Trump’ın liderliğinde önerilen üçlü görüşme mekanizması ve Avrupa’nın desteği, barışa yönelik umutları artırıyor. Ancak, Kırım ve Donbas gibi kilit meselelerdeki anlaşmazlıklar, güvenlik garantilerinin uygulanabilirliği ve Rusya’nın uzun vadeli stratejileri, sürecin başarısını tehdit ediyor.

Barışa gerçekten yaklaşıldı mı? Evet, bir adım atıldı, ancak bu adımın kalıcı bir çözüme dönüşmesi için daha çok yol kat edilmesi gerekiyor. Tarafların uzlaşma iradesi, uluslararası toplumun desteği ve bölgesel dinamiklerin dengelenmesi, bu sürecin başarısında belirleyici olacak.

Tarih bize şunu öğretti: Büyük savaşlardan çıkan barış anlaşmaları, nadiren tarafların eşit güçte olduğu masalarda yazılır. O yüzden bugünkü soru, barışın olup olmayacağından çok, hangi koşullarda ve kimin kalemiyle yazılacağıdır.

Dünya, bir sonraki adımı sabırsızlıkla bekliyor.