Cumhuriyetimizin ilan edilmesi yalnızca devletin yönetim biçiminin değişmesi değildir; aynı zamanda, bir milletin kendi kaderi üzerindeki hak iddiasını hukukileştirdiği, siyasal bilincini kurumsallaştırdığı bir dönüm noktasıdır. İmparatorluk bakiyesinden ulus-devlet fikrine geçiş; modernleşmenin zorunlu ama sancılı evrelerinden biridir. 29 Ekim 1923, işte bu evrenin Türkiye açısından doruk anıdır.

Bu bağlamda, Cumhuriyet’in ilanı tebaadan vatandaşa geçişin sağlanması; siyaset teorisinde bir statü değişiminden ziyade, bireyin iradesine yüklenen anlamın sekülerleşmesidir. Çünkü Cumhuriyet, meşruiyet kaynağını gökten yere, kutsaldan sandığa indirdi. Siyasal gücün kaynağı artık soy değil, toplumdur. Bu tarihsel kırılma, modernleşme sosyolojisinin üç temel dinamiğiyle açıklanabilir: Rasyonel-hukuki otoriteye geçiş yani karizmatik veya geleneksel otorite değil; yasa üstünlüğü, yurttaşlık eşitliği ve kamu yönetiminde liyakat belirleyici olur. Ulusal egemenlik ilkesi; Millî Mücadele’de “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” şiarı bir savaş sloganı değil, bir toplumsal sözleşmenin giriş cümlesiydi. Cumhuriyet, bu sözleşmeye devlet formu kazandırdı. Toplumsal dönüşüm iradesi; eğitimde seferberlik, kadınların kamusal hayata katılması, ekonomik bağımsızlık ile “yurtta sulh cihanda sulh” hedefi… Bunlar, modern yurttaşı inşa etme projesinin temel sütunlarıydı. Cumhuriyet’in ilanı ile tek bir gecede zihinler değişmedi, ama yön artık karanlıktan aydınlığa çevrildi.

Cumhuriyet ayrıca kültürel özerkliği temsil eder. Cumhuriyet’in ilanı ile, Oryantalist bakışın “uydu toplum” kategorisine mahkûm edilen bir coğrafya, kendi aklıyla düşünme yetisini geri aldı. Bu, yalnızca siyasal bir bağımsızlık değil; epistemolojik bir özgürleşmedir. Nedir bu epistemolojik özgürlük diye soracak olursak; bir toplumun kendi düşünme biçimini, kendi bilgi kaynaklarını ve kendi doğrularını oluşturabilme yeteneğini kazanmasıdır. Yani sadece başkalarının ürettiklerini tekrar etmek değil… Kendi aklının efendisi olmak.

Bir zamanlar, Batı’nın “Doğu geri kalmıştır” sözü, bizim için tek geçerli bilgi sayılıyordu. Cumhuriyet ise “Bizim de kendi aydınlanma yolumuz var” diyerek bu ezberi bozdu. Osmanlı’da “hikmet” sarayın ve medresenin tekelindeydi. Cumhuriyet, bilgiyi halkın eline verdi; okullar, üniversiteler, bilim kurumları… Kadınlar üzerindeki “bilim yapamaz”, “siyasette olamaz” tahakkümünü reddetti. Bu, bilginin kimden çıktığına dair önyargıların yıkılmasıdır.

Cumhuriyet devrimleri; kadercilik yerine akıl ve bilimi toplumsal ilerlemenin motoru yaptı; toplumu öğrenebilir bir halka dönüştürdü, dini referanslı bilgi tekeli yerine laik ve bilimsel bilgi düzeni kurdu; bireyi düşünen bir özne hâline getirmeyi hedefledi; böylece “bizim yerimize düşünenler” devrinin kapısını kapattı. Kısacası, epistemolojik özgürleşme; bir ülkenin zihinsel bağımsızlığıdır, fikrin zincirlerini kırmasıdır; kendi aklıyla yürümeyi öğrenmesidir. Cumhuriyet’in en büyük zaferlerinden biri işte buydu!

İşte bu yüzden Cumhuriyet, yalnızca geçmişte kazanılmış bir zafer değil; geleceğe doğru açılmış normatif bir kapıdır. Her kuşağın o kapıyı açık tutma sorumluluğu vardır. Çünkü Cumhuriyet bir kez ilan edilip rafa kaldırılacak bir kazanım değil; sürekli yeniden üretilmesi gereken bir bilinç hâlidir.

Peki Cumhuriyet geleceğe doğru açılmış normatif bir kapı derken neyi kastediyoruz ve neden her kuşağın o kapıyı açık tutma sorumluluğu vardır?

Normatif, siyaset felsefesinde “nasıl olması gerektiğine dair değerler ve ilkeler” demektir. Yani mevcut olanı değil, ideal olanı işaret eder; adaletin olması gerektiğini söyler, eşitliğin olması gerektiğini söyler, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması gerektiğini söyler. Kapı ise bir başlangıç, bir geçiş alanı, bir yönlendirme metaforudur. Dolayısıyla, normatif bir kapı, toplumu daha iyiye doğru çağıran, gerçekleştirilmesi gereken hedeflerin bulunduğu bir eşiği temsil eder.

Bu bağlamda Cumhuriyet, sadece ilan edildiği günün gerçekliği değil, geleceğe dair bir ülküdür, tam anlamıyla eşit yurttaşlık hâlâ bir hedeftir, bilimsel düşüncenin toplumun her hücresine yayılması hâlâ bir hedeftir, kadın-erkek eşitliği, her yerde ve her alanda hâlâ bir hedeftir, laikliğin toplumsal barışı koruyan çatı olması hâlâ bir hedeftir, sosyal adaletin hayata tam yansıması hâlâ bir hedeftir. Bu yüzden, Cumhuriyet bize şunu söyleyen kapıdır: “Buraya kadar geldin, aferin. Ama yol burada bitmedi. Daha yapacak çok şey var.”

Eğer Cumhuriyet’i sadece geçmiş bir zafer olarak görürsek; müze hâline gelir, bir nostalji formuna dönüşür, gelecek iddiasını kaybeder. Ama onu her gün yeniden inşa edilmesi gereken bir ideal olarak görürsek; canlanır, gelişir ve toplumu ileriye iter. Bu yönüyle Cumhuriyet, statik değil dinamiktir, bitmiş değil, süregelen bir projedir…. Bu haliyle “Cumhuriyet geleceğe doğru açılmış normatif bir kapıdır” demek; Cumhuriyet, bize sadece ne olduğumuzu değil ne olmamız gerektiğini söyleyen ilkeler bütünüdür. Yani Cumhuriyet, geleceğe dair bir toplumsal sözleşmedir…

Bu nedenle bugün, 102. yıldönümünde Cumhuriyet’i anmak; nostalji duygusuyla geçmişi onurlandırmak değil, modern bir toplum olma iddiasını canlı tutmaktır. Eğer bu iddia zayıflarsa, Cumhuriyet bir tarihsel anıdan fazlasını ifade etmez. Oysa Cumhuriyet, bir hafızanın değil, bir iradenin adıdır. Dolayısıyla bu bayram, sessizce geçiştirilemeyecek kadar derin bir fikrin, ağır bir tarihsel mirasın ve cesur bir gelecek tasarımının günüdür.

Tek kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet, bir mimarın değil, bir halkın kendi yeniden doğuş hikâyesidir. Ve bu hikâye hâlâ yazılıyor. Bu sebeple, Cumhuriyet Bayramı’nı sessizce geçiştirmek… Bu, bir milletin kendi doğum gününü unutması gibi olur. Çünkü, Cumhuriyet sadece bir yönetim biçimi değil; bir meydan okuma, bir ayağa kalkış, bir haykırış, “Ben varım! Ve hep var olacağım!” demektir…

Bugün 102. yıl… Belki sokağa çıkacak milyonlar görmezsin; belki ekranlarda coşku değil, sükût olur… Ama bilinsin ki, bir fabrikanın temelinde, bir okul sırasındaki çocuğun defterinde, bir kadının aldığı diplomanın köşesinde, bir çiftçinin alnının terinde… Cumhuriyet sessizce değil, dimdik ayaktadır. 29 Ekim’e değer vermek; geçmişe saygı değil, geleceğe borçtur. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!