Suriye, tam bitti bitecek diye ümitlenirken, on dört yıldır devam eden iç savaşın yeniden alevlenme riskiyle, bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışmalarına sahne olmaya devam ediyor. 8-9 Mart 2025 tarihlerinde yaşanan ve yüzlerce Alevi sivilin öldürüldüğü iddia edilen saldırılar, ülkedeki mezhepsel dengeleri bir kez daha sarstı. Bu saldırıların, bölgesel güç dengelerinde hangi aktörlere fayda sağladığını, titizlikle analiz etmek gerekiyor.

HTŞ’nin çıkarlarıyla uyuşmayan katliam

Ebu Muhammed el-Colani’nin (Ahmet el-Şara) liderlik ettiği Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), özellikle İdlib bölgesinde etkin olan radikal ve cihatçı bir örgüt (El Nusra’dan ayrılan) olup; 8 Aralık 2024’te Esad rejimini devirip, hükümetin idaresine geçici olarak el koyduğundan beri, Batı’nın terör listelerinden çıkarılma ve uluslararası meşruiyet kazanma çabası içindeydi. Colani, daha önce defalarca HTŞ’nin, Suriye’de istikrarı sağlayabileceğini ve radikal selefi unsurlarından arındığını vurgulamıştı. Dolayısıyla, son günlerde, Alevilere yönelik meydana gelen, böylesine geniş çaplı ve organize bir mezhepsel katliamın, HTŞ’nin uluslararası düzeyde oluşturmak istediği imajının ve meşruiyet zeminin altını oyacağı, gün gibi ortadadır; HTŞ yönetiminin, doğrudan Alevi katliamlarının arkasında olması, pek de mantıklı bir senaryo olarak durmuyor… Bu bağlamda, son haftalarda İsrail’in Suriye’ye dair yaptığı açıklamaları ve Suriye’deki askeri tesislere yönelik saldırıları dikkate almak gerekiyor!

Dürziler üzerinden etki alanını genişletme

Suriye’nin güneyinde, silahlardan ve HTŞ güçlerinden arındırılmış bir tampon bölge oluşturmak istediğini gizlemeyen İsrail yönetimi, özellikle son günlerde yaptığı açıklamalarla; HTŞ’ye silahlarını teslim etmek istemeyen ve özerklik arayışı içerisinde olan güneydeki Dürzilere koruyucu bir kalkan olma bahanesiyle, yani Dürzilerin güvenliğini öne sürerek, HTŞ gibi selefi grupların bölgeye girmesine izin vermeyeceğini ilan etmişti. Hatta geçenlerde, HTŞ yönetimi ve güneydeki bir Dürzi grup arasında silahlı bir çatışma yaşanmıştı. Kısacası, Dürzilerin İsrail desteğine ihtiyaç duymasına gerekçe yaratacak bir kaos ortamı; İsrail’in Dürzileri koruma bahanesiyle, Suriye’nin güneyine kalıcı olarak yerleşmesi için çok elverişli bir mazeret sağlayabilir…

Kürtlerle stratejik ortaklık

İsrail yönetimi, epey bir süreden beri, Suriye’nin Kuzeydoğusundaki Kürt yönetimini "doğal müttefik" olarak gördüklerini beyan eden açıklamalar yapmaktadır. Suriye’de yeniden iç çatışmaların başlaması, merkezi hükümetin, ülkedeki gruplar üzerinde kontrolü sağlayamadığı manasına geleceği için; bu durum, Dürziler gibi silah bırakmakta gönülsüz davranan SDG ve ona bağlı YPG güçlerinin her daim gündeminde olan, özerk bölge arayışlarına güç katacaktır… İsrail’in, etkisi altına girecek bir Kuzeydoğu özerk Kürt bölgesi ise Irak ile sınır ve İran’a yakın olma planlarına (stratejik) yarayan “Davud koridoru” projesinin hayata geçirilmesi için bir fırsat yaratabilir.

Tüm bunlar göz önüne alındığında, Alevi katliamlarının, İsrail’in bölgedeki hedeflerine, dolaylı yoldan olsa bile nasıl hizmet edebileceğini şu şekilde özetleyebiliriz:

Suriye içinde mezhepsel gerilimi artırarak, HTŞ yönetimin meşruiyetini zayıflatmak ve güçlü bir merkezi hükümet kurmasına engel olmak. Bu amaç, İsrail’in ülkede çok parçalı ve dağınık, federe devletler kurulması hedefiyle örtüşmektedir. Eğer Suriye’de mezhepsel katliamlar yaygınlaşırsa, İsrail kendi güvenliğini gerekçe göstererek askeri operasyonlarını artırabilir ve bu süreçte Dürzileri ve Kürtleri koruma bahanesiyle Suriye’deki askeri varlığını kalıcı hale getirebilir.

Alevi katliamları, bölgesel dinamiklerde; HTŞ yönetiminin nüfuzu bakımından, büyük bir güç ve prestij kaybına sebep olacakken, İsrail’in stratejik çıkarlarına dolaylı yoldan hizmet edecek; İsrail’e hem askeri hem de diplomatik manevra alanı sağlayarak, Suriye’nin güneyinde süresiz olarak yerleşmesine, Kuzeydoğu bölgesinde ise SDG güçleri üzerinden kontrolü ele geçirmesine ortam hazırlayacak görünüyor.

Ne yazık ki Alevi topluluklarına yönelik gerçekleştirilen saldırılar, yarın farklı aktörler tarafından benzer amaçlarla başka topluluklara da yöneltilebilir. Bu nedenle Suriye’deki savaşın yalnızca görünen yüzüne değil, bölgesel ve küresel tüm aktörlerin, uzun vadeli hesaplarına da büyüteç tutmak gerekiyor. Hepimizin malumu; Suriye’nin yeniden şekillenmesinde son sözü söyleyecek olan Trump yönetimi ve onun Ortadoğu’daki maşası soykırımcı İsrail yönetimi olacak, bunu hatırlatmakta fayda var. Şu sıralarda, dünyayı ve Amerika’nın içini karıştırmakla epey meşgul görünen neofaşist (benim uydurduğum bir terim) Trumpgillerin Suriye’ye ayıracak vakitleri yok. Soykırımcı İsrail yönetimi de zaten bunu fırsat bildiği için, Suriye’de, Gazze’de, Lübnan’da ve Batı Şeria’da istediği gibi at koşturuyor, kıyımlarına kıyım katıyor, nasılsa dünyada onu durdurabilecek hiçbir güç mevcut değil…

Trumpgiller, bir üçüncü dünya savaşı yaratmazlarsa, er ya da geç Suriye hakkında hükümlerini verecekler. Kısa süreli Birleşik Arap Cumhuriyeti dışında, tarihin hiçbir döneminde Arap birliği ve dayanışması sağlayamayan Arap ülkeleri ve yalnızca kendi emperyal çıkarlarının derdinde olan Batı’nın sömürgeci güçleri sayesinde; Ortadoğu’da sular daha epey fokur fokur kaynayacak besbelli… Bebekler, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hastalar ve masumlar ölmeye, sakat kalmaya, işkenceye uğramaya devam edecek… Günümüzün eylemsiz ve örgütsüz bireyleri olan bizler ise kah klavye şövalyeliği kah kendi aramızda serzenişli “çık çık” yaparak, gözümüzün önünde bebeklerin ve halkların soykırımını oturup seyredeceğiz.

Ramazan’da her gün dua edelim en azından “Yüce Tanrı insanı affetsin!”.