İzmir Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun uzun süre basın danışmanlığını yapan ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nde Genel Sekreterlik görevini sürdüren Raşat Yörük, 2 Mayıs 2011 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne gerçekleştirilen kumpas operasyonları esnasında yaşananları detayları ile birlikte Dokuz Eylül Gazetesi’ndeki köşesinde kaleme aldı.
İzmir’in en karanlık günlerinden birisi olarak nitelendirilen 2 Mayıs gününde onlarca bürokrat gözaltına alındı, çok sayıda belediye çalışanı tutuklanarak cezaevine gönderildi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ise “çete lideri” suçlaması ile 397 yılla yargılandı.
Dava İzmirlilerin vicdanında yok hükmünde idi.
Gün geldi, devran döndü.
Aziz Kocaoğlu ve arkadaşlarının haklılığı kanıtlandı ve kumpas davası beraat ile sonuçlandı.
O günlerde hukuku kırbaç olarak kullananlar ise yargılandı ve hapsi boyladı.
Sözü Reşat Yörük’e bırakalım:
“Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleriyle en uzun süre çalışan “muhalif” belediye başkanlarından biri oldu Aziz Kocaoğlu. 15 yıllık görev süresiyle “Eşref Paşa’nın asırlık rekorunu kıran belediye başkanı” olarak İzmir Belediyesi tarihine geçti.
“Muhalefet partisinin belediye başkanı” olmanın ne anlama geldiğini, kendisinin neleri beklediğini, 1980 darbesi öncesinde Erbaa’da belediye başkanlığı yapan babasından çok iyi biliyordu.
Nedense Ankara “şaşı” bakıyordu onlara.
“Geciktirilen” imzalar, bir türlü “verilmeyen” onaylar, mezarlık yeri için bile “yapılmayan” tahsisler, “elinden alınan” yetkiler, ihale iptalleriyle “geciktirilen” yatırımlar, diğer büyükşehirlerde Bakanlık desteğiyle yapılırken İzmir’de “pas geçilen” metrolar, başka yerde 3 günde çıkan keşif artışı onayı için 8 ay “bekletilmeler”, başka kentlerde arazi tahsisleri yaparken İzmir’de 30 yıl önce üzerine yol yapılan arazisi için “el atma davası” açan kamu bankaları “sıradan” şeylerdi onun için.
Çoğunluğu iktidar partisine mensup başkanlar tarafından yönetilen illerde özel idare malları sorunsuz bir şekilde belediyelere devredilirken İzmir’in “çırak çıkarılması”, AB’nin “Avrupa’nın en kurak ikinci kenti” ilan ettiği İzmir’in Türkiye’de “susuzluk tehdidiyle karşı karşıya olan 7 il” arasına bile alınmaması, aynı dönemde imar planlarına açılan dava sayısı İstanbul'da 2, Konya'da 3, Ankara ve Kayseri'de hiç yokken İzmir'de 158 rakamına ulaşılması gibi…
Peki ya “çıkar amaçlı suç örgütü” suçlaması ve 397 yıl ceza talebiyle yargılanması; Belediye olarak 6 yıllarını emniyette, savcılıkta, nezarette, mahkemede, cezaevinde geçirmeleri?
Buna ne demeli?
Kabus gibi bir gün…
İzmir, 2 Mayıs 2011 tarihinde Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı talimatı ve 700 polisle yapılan Büyükşehir Belediyesi operasyonunu hiç unutmadı. Uzun süre hafızalardan silinmeyen, ülkenin yerel yönetimler tarihine “kara bir gün” olarak geçen bu operasyondan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Türkiye’de muhalefetin elindeki 1 numaralı kamu koltuğu olan Aziz Kocaoğlu başkanlığındaki İzmir Büyükşehir Belediyesi, özellikle 2010 yılından itibaren Sayıştay müfettişi ve vergi denetçilerinin yakın ilgisine mazhar (!) olmuştu. Hemen ardından, yani 2011 Ocak ayından itibaren Belediye ve şirketlerine, çoğu yeni mezun, vergi mevzuatını bile doğru dürüst bilmeyen 52 vergi denetçisi birden gönderildi. Bir “kumpas” olduğu yıllar sonra anlaşılacak bu hamlenin ilk adımı “Belediye’yi çalıştırmama” amacına yönelikti. Her birime dağılan denetmenler, gerekli-gereksiz onlarca soru sordukları bürokratlardan evrak üstüne evrak istiyor, bu da Belediye’nin rutin işleyişini ciddi anlamda etkiliyordu. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin daire başkan ve müdürleri, denetmenlere dosya hazırlamaktan neredeyse kendi işlerini yapamaz hale gelmişti.
Başkan Kocaoğlu çok tepkiliydi:
•Aylardır Belediye’nin her yerine dağıldılar, sürekli bir şeyler istiyorlar. ‘Bu da sorulmaz ki’ denilenleri de soruyorlar; cevaplıyoruz, bir daha soruyorlar. Sorular taciz boyutunda. Arkadaşlarımız iş yapamaz hale geldi.
“ALLAH DÜŞMAN BAŞINA VERMESİN”
Kocaoğlu, Başkanlığı döneminde onlarca soruşturma geçirdi. Bunların çoğu trajikomik türdendi. Örneğin göreve 2004 yılında başladığı halde, 1980 yılında imarda otopark alanı olarak belirlenmiş bir yeri kamulaştırmadığı için soruşturma açıldı hakkında.
Bununla ilgili tebligatı alınca büyük tepki gösteren Aziz Kocaoğlu, “İçişleri Bakanı da bunu imzalıyor, ki bu İçişleri Bakanı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde genel sekreterlik yaptı. Belediyeciliği bilmesi lazım. Bu nedir? Buradaki mantığı, yaklaşımı, felsefeyi hiçbir kitaba sığdırmak, hiçbir kişiye anlatmak mümkün değil. Bu zulümdür, zulüm!” diyecekti.
Vergi müfettişleri, sit alanlarına kanalizasyon inşa edemediği için vidanjör kullanmak zorunda kalan İZSU’ya Kurumlar Vergisi çıkartacak kadar şaşırtmaya devam ediyordu. Kocaoğlu da “Ankara mesajları”na…
“Ben vergi mevzuatını iyi bilirim. Böyle bir vergi anlayışı, böyle bir vergi denetçisi, mevzuatı görmedim. Allah düşman başına vermesin! İzmir’e denetim elemanı gönderenlere de sesleniyorum. Bize Kamu İhale Kanunu’nu bilen denetçileri gönderin. Eğer amacınız buysa, tamam; biz bürokraside tıkandık. Her taraftan mısır patlağı gibi enteresan manipülasyonlarla karşı karşıyayız.”
Sonra bütün bunların, İzmir Büyükşehir Belediyesi operasyonuna zemin hazırlamak için yapıldığı ortaya çıktı.
Türkiye, 2 Mayıs 2011 sabahına “İzmir’in CHP’li Büyükşehir Belediyesine polis baskını” haberiyle uyandı. Belediye’ye ve şirketlerine yüzlerce polis girmiş, bürokratlar gözaltına alınmış, bilgisayarlara el konulmuştu.
GÖNÜLLÜ AVUKATLARIN BÜYÜK DESTEĞİ
Başkan Kocaoğlu, 2 Mayıs Pazartesi günü erken saatlerde Belediye binasına girdiğinde, durum tam bir kaostu. Kurumun her köşesinden kötü haberler geliyordu.
Krizi en doğru şekilde yönetmeliydi yönetmesine de, gözaltı sayısı hiç durmuyor, devamlı artıyordu. Kabus gibi bir gündü…
Polisin Yeşilyurt’taki Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne (KOM) götürdüğü bürokratlar arasında, Genel Sekreter Pervin Şenel Genç de vardı. Gözaltı sayısı kısa sürede 44’e çıktı. 15 gün önce sigarayı bırakan Aziz Kocaoğlu, 3 saat içinde iki pakete yakın içmişti. Tarif edemeyeceği kadar kötü bir gündü yaşanan. Belediye hukukçuları oradan oraya koşturarak polisin bilgisayar hard disklerini götürmesini önlemeye çalışıyordu. Veri depolanması için kullanılan hard disklerin kopyasız alınması, Belediye’nin hizmet vermesini neredeyse imkansız hale getirecekti. Bu arada 100’ü aşkın ihale ve alım dosyasına el konulmuştu.
Ortada böyle bir kaos yaşanırken, İzmir’in önde gelen avukatlarından bir grup Başkan’ı arayarak “gönüllü desteğe hazırız” mesajı verdi:
•Biz size inanıyoruz. Böyle bir durumda elimiz kolumuz bağlı seyredemeyiz. Yanınızda olmak istiyoruz.
Operasyon sırasında kamuoyundan gelen ilk önemli destekti bu. Kocaoğlu’nu motive eden, yüreklendiren, moral veren…
BAK ALLAH’IN İŞİNE! HEP AYNI HAKİM…
Emniyetteki sorgulamanın ardından 34 kişi adliyeye sevk edildi. Savcılık sorgusundan sonra mahkemeye çıkarılan 20 kişinin 17’si tutuklanmıştı. Aralarında Genel Sekreter Genç de vardı. Belediye avukatlarıyla gönüllü avukatların hummalı çalışması ve itirazlar sayesinde tutuklu sayısı 11’e indi.
Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, Türkiye yerel yönetimler tarihine “kara bir gün” olarak geçecek bu operasyondan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı talimatı ve 700 polisle yapılan bu operasyon, İzmir’de bir milattı artık.
“Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, kurulan örgütün faaliyetleri kapsamında ihaleye fesat karıştırmak, belgede sahtecilik, kurumu zarara uğratmak, rüşvet, tehdit, görevi kötüye kullanmak” suçlamalarıyla ortaya atılan iddialar, avukatlara bile gösterilmeden doğrudan “seçilmiş” basın kuruluşlarına servis ediliyor, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni, Başkanı’nı ve bürokratlarını itibarsızlaştırmaya yönelik ciddi bir algı kampanyası yürütülüyordu.
Aziz Kocaoğlu’nun da avukatı olan ve 2013 yılında İzmir Baro Başkanlığı görevini üstlenen Ercan Demir, verdiği bir röportajda, kurulan “tezgahı” en yalın haliyle şöyle özetleyecekti:
“Soruşturma savcısı Birol Çengil, yakalama ve el koyma kararlarını veren hakim ise İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yedek üye olarak atanan Ali Sayın’dı. Hazırlık aşamasındaki tüm bu tedbir kararlarının bir yedek üye üzerinden alınması, zaten başlı başına şüphe konusuydu. Aramalar ve günler süren gözaltılar sonrasında tutuklama istemiyle mahkemeye çıkarılan Büyükşehir çalışanları, karşılarında ‘Nöbetçi Hakim’ olarak yine Ali Sayın’ı gördü. Bak Allah’ın işine, hep ona denk geldik!”
KILIÇDAROĞLU'NA SUNULAN İSTİFA MEKTUBU
2 Mayıs 2011’deki büyük operasyonda Başkan Kocaoğlu’nun en çok içerlediği ama kamuoyuyla paylaşmadığı önemli bir konu vardı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geç reaksiyon göstermesi…
Eskiden beri Genel Başkanı’na sevgisi ve saygısı çok farklıydı. Hayal kırıklığı da bundan kaynaklanıyordu. 2009 yerel seçimlerine CHP’nin en güçlü adayı olarak giren İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, partisinin Kadir Topbaş’a karşı İstanbul’dan aday gösterdiği Kılıçdaroğlu’na destek için kendi kampanyasını bırakıp onun yanına koşmuş ve çeşitli gruplarla toplantılar yapıp destek istemişti. Kılıçdaroğlu’na 7 Haziran 2015 genel seçimlerine “İzmir milletvekili adayı” olarak girmesi önerisini ortaya atan da kendisiydi. “Bu ülkeye cumhuriyeti getiren partiden ön seçime girerek demokrasiyi taçlandırmanızı istiyoruz” diyerek…
Partisinin “Türkiye'deki 1 numaralı kenti”ne yapılan ve sadece İzmir’in değil tüm ülkenin ayağa kalktığı, yurt dışında bile büyük yankı uyandıran böylesine bir olayda, Genel Başkan’ın bütün işlerini bir kenara bırakıp hemen İzmir’e koşması gerekmez miydi? Bırakın koşup gelmesini, Aziz Kocaoğlu’nu telefonla araması bile 2 gün sonra olmuştu.
İzmir’e gelmekte gecikilen her gün, Kocaoğlu’nu “Genel Başkan’ın kafasında acabalar mı var?” sorusuyla karşı karşıya bırakıyor ve bu düşünce de içten içe beynini kemiriyordu. Oysa İzmir, CHP’nin belediyecilikteki yüz akıydı. Sadece yatırım ve projeleriyle değil, kul hakkını gözeten uygulamaları ve tasarruf kriterleriyle de örnekti İzmir Büyükşehir Belediyesi… Adam kayırmacılık, çıkar ilişkileri falan yazmazdı İzmir’in kitabında…
3 MAYIS, 4 MAYIS, 5 MAYIS, 6 MAYIS DERKEN…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan hâlâ bir işaret gelmemişti. Birkaç küçük basın açıklamasıyla yetiniyor, İzmir ziyaretini bir türlü programına almıyordu.
9 Mayıs tarihinde Genel Başkan’ın Muğla’ya gideceğini öğrenen Aziz Kocaoğlu, hemen makam odasının arkasındaki çalışma masasına geçip 2 mektup kaleme aldı. 2 mektup, 2 ayrı tarihliydi; birinin üzerine 9 Mayıs, diğerine ise 13 Haziran tarihi atmıştı. Yani 12 Haziran 2011 genel seçimlerinden hemen 1 gün sonrasına…
6 yaşından beri gönül verdiği “ata ocağı” partisinden istifa ediyordu.
“Yerin yerinden oynadığı İzmir’e gelip Belediye Başkanı ve bürokratlarına sahip çıkmayan Genel Başkan, demek ki henüz bizi tanıyamamış. Demek ki, kafasında soru işaretleri var”diye düşünen Kocaoğlu, mektupları yakın arkadaşı Alaattin Yüksel’e verdi. Muğla’da Genel Başkan’a elden teslim etmesi için… Partisini zor durumda bırakmak istemiyordu. Genel Başkan dilerse, 9 Mayıs tarihli mektubu kabul edecek, dilerse seçim öncesinde spekülasyon olmaması için bu işi seçimden sonraya bırakacaktı.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı dediğini yaptı. Son derece gizli yürütülen bu olayı Kocaoğlu-Yüksel-Kılıçdaroğlu üçlüsünden başka bilen yoktu.
Mektupları büyük bir şaşkınlık içinde okuyan Kılıçdaroğlu, hemen ertesi gün soluğu İzmir’de aldı. Operasyondan tam 10 gün sonra… Konak Meydanı’nda toplanan İzmirlilere seslenirken, Aziz Kocaoğlu’nun elini tutarak, “İzmir’e ayrıca geleceğim. Şimdi buraya İzmir’i ele geçirmek için, devletin gücünü kullanan siyasal iktidara ‘istediğin kadar güç kullan, istediğin baskıyı yap yine de ele geçiremezsin’ demek için, Aziz Başkanı ziyaret etmek ve bilgi almak için geldim. Ne yaparlarsa yapsınlar! Bir inancımız var; biz kul hakkına saygı gösteririz. Kul hakkı yiyenlerden değiliz. Verilmeyecek hesabımız yoktur”diyordu.
Ama testi kırılmıştı bir kere…
İKİ ÇETECİ (!) YAN YANA
Bu arada çok ilginç bir tesadüf yaşandı. Başkan Kocaoğlu ve yakın çalışma arkadaşlarından bir grup, 1 Mayıs 2011 Pazar günü, yani operasyondan sadece bir gün önce, bir özel televizyon kanalı için İzmir’de dizi film çekimleri yapan ünlü sanatçı Kadir İnanır’ı ziyaret etti.
Gündoğdu’daki 1 Mayıs kutlamalarının ardından, soluğu Çakaloğlu Han’daki film setinde almıştı Kocaoğlu… Epeydir bu ziyareti yapmak istiyordu ama işlerin yoğunluğu nedeniyle ancak o gün fırsat bulabilmişti. Çok keyifli bir sohbet geçti ikilinin arasında. Hatta Kadir İnanır’ın, kendilerini görüntüleyen foto muhabirine söylediği, “Böyle yakışıklı bir başkanla beni çekmeyin. Karizmam zedelenecek” sözleri kahkahalara yol açmıştı.
Bazı sahneleri 3. Selim zamanında inşa edildiği bilinen bu tarihi yapıda çekilen dizinin adı “İzmir Çetesi” idi. Aziz Kocaoğlu ve arkadaşlarının hemen ertesi gün “çete” suçlamasıyla karşı karşıya kalması, tarihin en ilginç tesadüflerinden biriydi hiç kuşkusuz
PARİS’E GELEN GECE YARISI TELEFONU
Henüz 2 Mayıs’taki operasyonun şoku tam olarak atlatılmadan, 22 Kasım 2011’de İzmir Büyükşehir Belediyesi ve şirketlerine yeni bir operasyon daha yapıldı. İkinci dalga gelmişti.
İlginçtir, Başkan Aziz Kocaoğlu, o gün İzmir’in EXPO 2020 adaylığı tanıtım toplantısı için Paris’teydi. Uluslararası Sergiler Bürosu (BIE) delegasyonuna İzmir’i ve hedeflerini anlatacak, büyük EXPO Fuarı için oylarını isteyecekti.
İzmir heyeti, Paris’te bulunan tüm BIE delegelerine akşam etkileyici bir resepsiyon vermişti. Davetin ev sahipliğini, Başkan Kocaoğlu ve eşi Türkegül Kocaoğlu ile birlikte İzmir Valisi Mustafa Cahit Kıraç ve eşi Berrin Kıraç yapıyordu.
Gece uzun sürdü.
Saat 01.00 gibi Hotel du Collectionneur’deki odasında çıkan Kocaoğlu, sabah çok erken bir saatte gelen telefonla uyandı. Paris’te henüz gün ışımamıştı. İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak’ın (ki 2018 yaz aylarında meslekten ihraç edilecekti) talimatıyla Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yeni bir operasyon yapıldığını öğrendi. Bir süre yatağının üzerinde, telefonun başında öylece bekledi.
O gün EXPO delegasyonuna yapacakları sunumun İzmir açısından önemini düşündü önce… Sonra en küçük bir tereddüte düşmeden, kendisini endişeli gözlerle izleyen eşine sadece şu iki cümleyi söyledi:
TOPLAYALIM EŞYALARIMIZI… İLK UÇAKLA İZMİR’E DÖNÜYORUZ.
Eşi Türkegül Hanım ve Basın Danışmanı Reşat Yörük (EXPO programı yerine İzmir operasyonunu takip etmeyi tercih eden İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atilla Sertel ve NTV İzmir Temsilcisi Merih Ak) ile birlikte Türk Hava Yolları’nın 11.30’daki Paris-İstanbul uçağındaydılar. İlginçtir, Kocaoğlu “Bir an önce İzmir’de olmalıyım” dediği saatlerde, İzmir’de “kendisinin de gözaltına alınacağını” konuşanlar vardı. Hatta daha ileri gidip “Kocaoğlu’nun yurt dışından dönmeyeceği” dedikodusunu yayanlar da…
Türkiye’nin EXPO adayı olarak ilan ettiği İzmir’in Belediye Başkanı, o gün Palais des Congres’de gerçekleştirilen İzmir sunumunda yoktu. EXPO delegasyonu şaşkınlık içindeydi. Vali Cahit Kıraç ise bu durumu, “Bu adli bir meseledir ama Belediye Başkanı da burada olsaydı iyi olurdu” cümlesiyle özetleyecekti.
Kocaoğlu, Paris’ten döner dönmez soluğu Belediye binasında aldı. 42 kişinin daha gözaltına alındığı bu ikinci operasyon, herkesin canına “tak” etmişti.
En çok da Başkan’ın…
“SANIYORLAR Kİ, AZİZ MÜCADELE ETMEYİ BİLMİYOR”
Belediye önünde, aralarında milletvekilleri ve CHP yöneticilerinin de bulunduğu büyük bir kalabalık bekliyordu onu. Havaalanında bir açıklama yapmamıştı ama burada herkes konuşmasını, bir şeyler söylemesini istiyordu. O da öyle yaptı. Hemen bir ses düzeni kurulmasını istedi çalışma arkadaşlarından. Hava kararmaya başlarken, işten çıkıp evlerine gidebilmek için Konak vapur iskelesine, metro istasyonuna ve otobüs duraklarına doğru yol olan İzmirliler de karışmıştı kalabalığa…
Aziz Kocaoğlu, Başkanlık girişinin en üst basamağına çıkıp konuşmaya başladı. Anlattıkça duygulanıyor ve sesi titriyordu. Sinirlendiğinde ise haykırışlarıyla koca meydanı inletmekteydi. Önce EXPO’yu anlattı:
Diyorlar ki; Başkan Paris’ten sunum yapacaktı, niye döndü? Bu tür organizasyonlar kente verilir. Bu organizasyon lideri, o kentin seçtiği belediye başkanıdır. Dünya alem bunu böyle bilir. Ama ben Paris’te olsam da kürsüye çıkarılmayacaktım. Konuşturulmayacaktım. Organizasyonun başı kalksın, ‘Hayır, Aziz Kocaoğlu konuşturulacaktı” derse, nam olsun diye kendimi asacağım!
Başkan’ın sesini duyanların da katılımıyla, Belediye önü bir anda miting alanına dönmüştü. Alkışlar, sloganlar arasında sürdürdü konuşmasını:
Bu bir oyundur ve er geç bunu kuranların, yapanların başında patlayacaktır. Bize bu insanlık dışı, adalet dışı uygulamayı reva görenler, hem Allah hem de millet ve adalet huzurunda hesap verecektir. Alnımız açık! Sayın Cumhurbaşkanı’nı ve Sayın Başbakan’ı adalete çağırıyoruz.
İkinci baskından 4 gün sonra, 26 Kasım günü Torbalı’da gerçekleştirilen İZSU temel atma töreninde kürsüye gelen Aziz Kocaoğlu, belki de Başkanlık döneminin en etkili konuşmasını yapacaktı. Bu konuşma için herhangi bir hazırlık istememiş, sadece yüreğinden geçenler dile gelmişti. Ama bu dile geliş öylesine etkiliydi ki, alanı dolduranlar gözyaşlarını bir türlü saklayamadı.
O konuşma uzun süre unutulmadı. En çok da “adalet” ile ilgili cümleleri…
Şunları söylemişti İzmir’in Başkanı Torbalı’da:
Hiçbir kurum ve kuruluş, Büyükşehir Belediyesi kadar lime lime, delik deşik edilmedi; aranmadı, sorgulanmadı. Ne buldun kardeşim? Engellemeyin işimi! Benim görevim İzmirli hemşehrilerimize hizmet etmek. Benim davam bu. Sanıyorlar ki, Aziz Kocaoğlu mücadele etmeyi bilmiyor. Biz 64 yıllık hayatımızda bütün zorluklardan, bütün namuslu, şerefli yollardan geçtik. Mücadele etmesini de biliriz. Biz haklıyız, doğruyuz, dürüstüz, çalışkanız, onurluyuz, şerefliyiz. Bizim veremeyecek bir hesabımız yok! Gücün vardır. Gücünden geleni, elinden geleni yaparsın. Ama İzmirlinin vicdanında, Türkiye’nin vicdanında beni mahkûm edemezsiniz! Sen mahkûm etsen, senin zihniyetin mahkûm etse, İzmirli ve Türkiye Cumhuriyeti beni mahkûm etmeyecektir! Aç yatabilirsiniz, yarı tok yatabilirsiniz, işiniz bozuk olabilir, işsiz kalabilirsiniz, ama adaletsiz yaşayamazsınız. Adalet sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne, başkanına, sadece İzmirlilere, sadece siyasilere lazım değil. Adalet hepimize lazım!
Bu konuşma, Türkiye demokrasi tarihi içinde de kendine çok özel bir yer bulacaktı. Ama İzmir üzerindeki oyunlar devam ediyordu.
“ARKADAŞLARIMI BIRAKIN, BENİ TUTUKLAYIN!”
30 Aralık’ta Kocaoğlu’nun Başkan Vekili, Dr. Sırrı Aydoğan ifadeye çağrıldı. 2 Ocak 2012 günü saat 10.00’da da bizzat kendisi…
“Şüpheli” sıfatıyla…
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, savcının bu çağrısını kimseye söylemedi. Ailesine bile... Sadece avukatı Ercan Demir ve çok yakın bir çalışma arkadaşı biliyordu durumu.
Makam aracını istemedi. Bir taksiye atlayıp Bayraklı’daki İzmir Adliyesi’nin yolunu tuttu. Saat 09.45’ti. Avukatlarıyla buluştu.
Sorgulamayı Birol Çengil yapacaktı. Dönemin en etkin isimlerinden, Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı (2018 Haziran ayında, FETÖ bağlantıları nedeniyle 7 yıl 6 ay hapis cezası alan) Birol Çengil…
Sorguya girmeden, İzmir Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ali Haydar geldi Başkan’ın yanına. (Meşhur “Balyoz” davası için “artık bu iş bitti” denilen bir süreçte, isimsiz bir ihbar mektubuyla Gölcük Donanma Komutanlığı’nda yeniden arama yaptıran ve “sözde” yeni deliller bularak davanın seyrini değiştiren iki savcıdan biriydi Ali Haydar… Daha sonra meslekten ihraç edildi.) Çok kibar bir karşılamaydı. Sorgulamaya kendisinin de katılmasının bir sakıncası olup olmadığını sordu Kocaoğlu’na…
Başkan şaşırmıştı. “Ne sakıncası olacak? Elbette” demekle yetindi.
Birol Çengil’in odasına birlikte girdiler. Aziz Kocaoğlu, Ali Haydar ve Ercan Demir...
İki saat kadar devam eden sorgulamanın sonunda Kocaoğlu’na “Söyleyeceğiniz başka bir şey var mı?” diye soruldu. O da:
Arkadaşlarımın ve yaptıkları işlerin tamamının arkasındayım. Tutuklu arkadaşlarımın bırakılmasını talep ediyorum. Eğer ortada bir suç varsa, beni tutuklayın!
Savcı Çengil, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’nı tutuklamaya sevk edip etmeyeceğini değerlendirmek için makul bir süreye ihtiyacı olduğunu söyledi.
Başsavcı Vekili de, Kocaoğlu’nu odasına davet etti. Çengil’in kararı belli olana kadar kendisine kahve ikram etmek istediğini söyledi.
Bu arada İzmir’deki fısıltı gazetesi hızlı bir şekilde çalışmış; Başkanlarını Adliye’de gören vatandaşlar kulaktan kulağa bu bilgiyi yaymıştı:
Başkan’ı tutuklayacaklar.
Adliye’ye ilk gelen, Aziz Kocaoğlu’nun gençlik arkadaşı, kendisine siyasetteki en yakın isimlerin başında gelen CHP Genel Başkan Yardımcısı Alaattin Yüksel oldu. Hemen peşi sıra da belediye başkanları, milletvekilleri, parti yöneticileri…
Ve elbette binlerce İzmirli…
Alaattin Yüksel, Adliye koridorlarında bilgi almaya çalışıyordu. Herkes şaşkın ama daha çok da endişeliydi. Saatler geçtikçe Adliye önündeki kalabalıkla birlikte gerginlik de artmıştı.
Uzun bir bekleyiş sonunda Özel Yetkili Savcı’nın “tutuklamama” kararı tebliğ edildi. Çıkışta Kocaoğlu’nu “İzmir seninle gurur duyuyor” sloganları atan coşkulu bir kalabalık bekliyordu.
Avukat Ercan Demir, “Çete’nin başı olarak görülen Aziz Kocaoğlu’nu neden tutuklamadılar?” sorusuna yıllar sonra şu yanıtı verecekti:
Aslında hedefteki asıl isim oydu. Zaten o da çıkıp ‘Arkadaşlarımı bırakın, beni tutuklayın’ demişti. Tutuklayamadılar çünkü süreç hukuki değildi. Aziz Bey’in tutuklanmasıyla ilgili hamlenin doğurabileceği siyasi sonuçları düşündüler. Davaya karşı olumsuzluğun, sanıklara verilen kamuoyu desteğinin, Aziz Kocaoğlu’nun tutuklanmasıyla çok daha şiddetlenebileceğinden endişe ettiler. Tutuklamak yerine bir yolsuzluk imajı yaratmanın daha doğru olacağını düşündüler. Ama bu da ters tepti”





