Fatih YAPAR/EGEDESONSÖZ - Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın yaptığı Konak Tüneli, Özelleştirme İdaresi’nin plan değişiklikleri, TEKEL’e ait arazilerin satışları, Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı imar planları gibi birçok konuya itiraz eden ve gerekçelerini ortaya koyarak dava açan Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi kendilerine atılan ‘istemezükçü’ yaftasını kabul etmediklerini söyledi. Bu zamana kadar yaptığı açıklamalar ve değerlendirmeler ile gündeme gelen İzmir Şube Başkanı Zeki Yıldırım görevini bırakırken önemli açıklamalarda bulundu. Son zamanlarda kamuoyunda tartışılan, zaman zaman eleştirilen odada bir yıl boyunca aktif görev alan Yıldırım kentsel dönüşüm kanunu başta olmak üzere imar planlarını ve özelleştirme kararlarını değerlendirdi. Yıldırım, “Biz meseleye bilimsel bakıyoruz. Yaptığımız her değerlendirme çocuklarımızın geleceği içindir. İstemezükçü değiliz” dedi.
EXPO BAHANE İNCİRALTI ŞAHANE
Son yapılan oda yönetim kurulu toplantısında görevi Nehir Yüksel’e bırakan ve görevine ‘yönetim kurulu üyesi’ olarak devam etme kararı alan Yıldırım, gündemdeki konuları değerlendirdi. Başta İzmir olmak üzere Türkiye’nin tamamında tepkilere neden olan zaman zaman davalar açılan Başbakanlık Özelleştirme İdaresi’nin yaptığı satışlar ve plan değişiklikleri ile ilgili konuşan Yıldırım, “Biz, ÖİB’in attığı her adımı yakından takip ediyoruz. Özellikle takip ediyoruz. Çünkü bu kurum, kamu yararı anlamında bizim baktığımız pencereden bakmıyor. Kamuya ait arazilerin teker teker satılması Dünya’ya bakış açımıza farklı geliyor. ÖİB, İzmir’de Halkapınar’da dev alanı satışa çıkardı. Yine TEKEL’e ait araziler satılıyor. Artık aktif Karayolları, DSİ ve İller Bankası gibi kurumların da malları gidiyor. Planlar yapılırken de çevresi, durumu ve niteliğine bakılmıyor” diye konuştu.
Dünyanın en önemli organizasyonlarından biri olan EXPO için belirlenen alan İnciraltı’nın bu iş için uygun olmadığını yine tekrarlayan Yıldırım, en uygun alanın imar planlarında ‘fuar alanı’ olarak belirlenen Buca Kaynaklar olduğunu söyledi. Yıldırım, EXPO’nun İnciraltı’nı imara açmak için uydurulan bir kılıf olduğunu dile getirdi. Yıldırım, “Kent içinde insanların aileleri ile gidecekleri yer yok. Oradaki mülk sahipleri hobi bahçeleri, kahvaltı salonları ile orada geçimini sağlayabilir. Günübirlik tesisler zaten kuruluyor. Kanun çıkarılarak bizim önümüz kesildi. Dava açamıyoruz. Bana göre EXPO bahane İnciraltı şahane mantığı oluştu. Planlama ve mülkiyet sorunu olan yerde boğuşuluyor” dedi.
KİMSE BİZE KIZMASIN
Zaman zaman ilçe belediyelerinin de yaptığı plan değişikliği ve çalışmalarını da yargıya taşıyan Yıldırım, belediye başkanlarına seslendi. Yıldırım, “ Kanuna uymayan sorunlu konuların daha farklı meseleleri beraberinde getireceği unutulmamalıdır. Türkiye’de ‘ben yaptım oldu’ zihniyeti var. Biz oda olarak yasal ve yönetmeliklere çıkılmasın istiyoruz. Biz kamu denetimi yapıyoruz. Biz yapmazsak başka yapacak olan da yok. Kimse bize kızmasın. Bunu toplum yararına yapıyoruz. Biz kamu yararı için çabalamasaydık Konak Meydanı’nda bir galeria, alışveriş merkezi olabilirdi. Kordon’dan bir otoyol geçiyor olabilirdi” diye konuştu.
GEREKİRSE YİNE DAVA AÇARIZ
Yıldırım, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 2007 yılında yapılan ve ‘kentin anayasası’ olarak ifade edilen 1/25 bin ölçekli Kentsel Bölge Nazım İmar Planı’na açtıkları dava, sonrasında gelen iptal kararı ve yeniden yapılan plan hakkında da konuştu. Yıldırım, “O konuda gerçekten çok üzgünüz. 2004 yılında Pergel Yasası olarak bilinen 5216 Sayılı Belediye Kanunu çıktığında ‘iki yıl içinde plan yapılmak zorundadır’ deniliyordu. Belediye bu yasal zorunluluktan dolayı planı onayladı. Sonrasında 2009 yılında revizyon çalışmaları yapıldı ve ardından askıya çıkartıldı. Belediyenin bu plan yapma sürecinin ilk zamanı 2004 yılında bir danışma kurulu vardı. Bu kurulda şehir plancıları, mimarlar, teknik personel vardı. Belediye sürekli görüş alışverişindeydi. Tabi ki bunun ne kadarı plana yansıdı o da ayrı tartışılır. Ama en azından son plana kadar odanın görüşü alınıyordu. Maalesef 2009’da yaptığımız itiraz ret edildi. Biz bu planı çok donanımlı insanların oluşturduğu teknik komisyonumuzda değerlendirdik. Sadece bir iki kişinin yaptığı iş değil. Ciddi eksiklikle bulduğumuzu söyledi. Yazılı gönderdim ama kabul etmeyince dava açmak zorunda kaldık. Sonra da bilirkişiler bizi haklı bulunca plan iptal edildi” dedi.
Yıldırım, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 2007 yılında yapılan ve ‘kentin anayasası’ olarak ifade edilen 1/25 bin ölçekli Kentsel Bölge Nazım İmar Planı’na açtıkları dava, sonrasında gelen iptal kararı ve yeniden yapılan plan hakkında da konuştu. Yıldırım, “O konuda gerçekten çok üzgünüz. 2004 yılında Pergel Yasası olarak bilinen 5216 Sayılı Belediye Kanunu çıktığında ‘iki yıl içinde plan yapılmak zorundadır’ deniliyordu. Belediye bu yasal zorunluluktan dolayı planı onayladı. Sonrasında 2009 yılında revizyon çalışmaları yapıldı ve ardından askıya çıkartıldı. Belediyenin bu plan yapma sürecinin ilk zamanı 2004 yılında bir danışma kurulu vardı. Bu kurulda şehir plancıları, mimarlar, teknik personel vardı. Belediye sürekli görüş alışverişindeydi. Tabi ki bunun ne kadarı plana yansıdı o da ayrı tartışılır. Ama en azından son plana kadar odanın görüşü alınıyordu. Maalesef 2009’da yaptığımız itiraz ret edildi. Biz bu planı çok donanımlı insanların oluşturduğu teknik komisyonumuzda değerlendirdik. Sadece bir iki kişinin yaptığı iş değil. Ciddi eksiklikle bulduğumuzu söyledi. Yazılı gönderdim ama kabul etmeyince dava açmak zorunda kaldık. Sonra da bilirkişiler bizi haklı bulunca plan iptal edildi” dedi.
Planın iptalinin ardından kamuoyuna ‘işbirliğine hazırız, yardımcı oluruz’ anlayışını duyurduklarını anlatan Yıldırım, belediyeye götürdükleri teklifin yine kabul edilmediğini anlattı. Yeni planı da askıda gördüklerini, inceleyemediklerini ifade eden Yıldırım, “Bizim daha önce ne kadar ‘yanlış, doğru yapmıyorsunuz’ dediğimiz konu varsa yine getirdiler ve plana koydular. Bunların sayısı da çok fazla. Mesele Aliağa Liman’nın arkasındaki kalan orman alanının liman sahasına dahil edilmesi, Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi’nin tarım alanlarına doğru büyütülmesi kararı, Konak Tüneli gibi… Biz, bu plana yine itiraz ettiğimizde ve gerekçelerini ortaya koyduğumuzda kim bize ‘istemezükçü’ diyebilir ki?.Bence bizi bu yola sevk edenlerin düşünmesi gerekiyor. Çünkü normal koşullarda plan yapma aşamasında önerilerimiz dikkate alınsaydı niye dava açalım? Yeni planı odamız inceliyor. Eğer burada da aynı şeyler olursa itiraz bizim en önemli hakkımız. Yaptığımız her şeyde kendimizi haklı hissediyoruz. Şu ana kadar açtığımız davaların yüzde 90-95 oranında kazandık. Durup dururken dava açmayız. Bir beklentimiz de yok. Yaptığımız itirazda çocuklarımızın geleceğini, kentin yarınını düşünüyoruz” diye konuştu.
RİSKLİ BİNADA PARAYI VATANDAŞ ÖDEYECEK
Kamuoyunda Kentsel dönüşüm yasası olarak bilinen Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun’u yorumlayan Yıldırım, “Bu kanun Türkiye’de bazı şeylerin yolunda gitmediğinin kabulüydü. Bununla ilgili de çözüm bulunması şeklinde çalışma yapılmıştı. Biz, çözüm bulunması konusunda odalarda görev alan ve teknik insanlar olarak hemfikiriz fakat çözüm bu şekilde olmamalıydı. Bu yasa gerçekten bizi çok ciddi hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü ilk baştaki vatandaşın yanında olan, vatandaşın depremde ve afette hayatını kaybetmemesi için devletin elini taşın altına koyacağına yönelik söylem yasa çıktıktan sonra tamamen vatandaşın sırtına yük olarak geldi. Biz bunu yasayı incelediğimizde açıkça gördük. Özellikle baktığımızda yasanın bazı maddeleri gerçekten kabul edilemez. Birincisi yetki konusu. Bu konuda İmar Kanunu ve yönetmeliklerde yetkiler hiyerarşik olarak sıralanmıştır. Büyükşehirlerde üst ölçekli planları büyükşehir belediyesi yaparken alt ölçekli planları ilçe yapar yine büyükşehir onaylar. Bu yasa ile zincir kırıldı. Yasada üç tanım var. Bunlardan birincisi ‘riskli alan’dır. Belediye yaptığı inceleme ve değerlendirme sonucunda bir yeri riskli görüyor ve ilan eder. Ve bu alan içinde riskli yapılar tespit edilecek. Ayrıca bu yapılar yıkılıp yenileri yapılana kadar insanların barınacağı rezerv alan varsa onlar belirlenecek. Şimdi burada riskli alan belirlenmesi ve sonrasındaki çalışmalarda yasa ile özellikle büyükşehir belediyesi bypass ediliyor. Bakanlık ilçelerle baş başa kalıyor. Riskli alan olarak ilan edilen yerlerde yaşayan vatandaşlara hemen tebligat gönderilecek. Onlara ‘en hızlı şekilde yapılarınızın riskli olup olmadığını kontrol ettirin’ denilecek. Bununla ilgili tespit için ilçe belediyeleri ve bir tane özel firma yetkilendirilmiş durumda. Vatandaşlar da tespitleri yaptırıyor. Eğer binaları riskli çıkarsa 60 gün içinde yıktırmak zorunda kalıyorlar. Hem tespit işlemleri hem de yıkım çalışmalarının masrafı maddi olarak vatandaşın üzerine kalıyor” dedi.
BELEDİYE-VATANDAŞ KARŞI KARŞIYA GELECEK
Kentsel dönüşüm kanununun uygulamalarındaki ayrıntılara da dikkat çeken Yıldırım, dönüşüm yapılacak yerde evi bulunan kişilerin binalarının kat sayısının önemli olmadığını söyledi. Yıldırım, “Vatandaş, binadaki kat üzerinden değil arsa payı üzerinden hissesine düşeni alacak. Bu planlamayı yaparken yola, yeşil alana ayırması gereken yerleri de olacak. Elinizde tapu cinsi olarak daire görünürken eviniz yıkıldığı için bir anda arsa durumuna düşeceksiniz. Bu arsayı siz kat karşılığı verdiğinizde içine bir de müteahhitlik payı girecek. Örneğin sizin 100 metrekarelik alana denk gelen bir daireniz var. Müteahhitlik payının İzmir koşullarında yüzde 40-50 olduğunu düşünürseniz bir anda yine sadece yarım daireye düşeceksiniz. Ya geri kalan daireyi cebinizden para ödeyip alacaksınız, ya da kredi çekip borçlanacaksınız. Zaten devletin verdiği tek kolaylık düşük faizli kredi. Ama İzmir’de yaşayan insanların profillerine bakılması gerekiyor. Genellikle emekli, ekonomik olarak kredi çektiğinde de ödemekte zorlanacak olan insanlar yaşıyor. Vatandaşın üzerinde ‘bir binada iki daireniz varsa iki tane, hatta daha fazlasını bile alacaksınız’ algısı oluşturuluyor. Bu durum belediye ile vatandaşı karşı karşıya getirecek en önemli sorundur. İzmir’de genel olarak durum zaten buna müsait. Diyelim ki vatandaşın imar aflı bir binası var. Kızını evlendirdi bir daire çıktı, oğlunu evlendirdi bir daire daha derken oldu sana beş katlı bina. Kaçak yapılar artmış oluyor. Doğal olarak dönüşümde vatandaş her ayrı bağımsız kat için ayrı bağımsız katlar istiyor. Burada devlet şunu yapabilir. Bütün bağımsız birimleri ‘barınma temel hakkı esastır’ mantığı ile ele alabilir ve insanlara ‘ben sizin temel yaşamınızı sağlayacak olan 60 metrekarelik ev standardına kadar ödemeyi kabul ediyorum’ diyebilir. Bunu da demesi neden gerekir? Başka türlü ne gecekonduyu çözebilirsiniz ne de vatandaşları yanınıza çekebilirsiniz” diye konuştu.
YASA VATANDAŞIN SIRTINA BİNİYOR
YASA VATANDAŞIN SIRTINA BİNİYOR
Siyasi çalışmaların arttığı, seçimlerin yaklaştığı zamanlarda en çok gündeme gelen konulardan biri olan kentsel dönüşüm çalışmaları ve projelerinde siyasetçilere de seslenen Yıldırım, vatandaşın çelişkiye düşürülmemesi gerektiğini söyledi. Yıldırım, “Vatandaşlara doğruyu söylesinler. En güzel şey doğruyu söylemek. Vatandaşta yanlış bir beklenti oluşturulursa daha sonradan çözüm ve anlaşma zemini kalmayacaktır. İşlem yapılırken ‘ben yaptım oldu’ demek doğru değil. Kimsenin kapalı kapılar ardında çalışmaması gerekiyor. Vatandaşlarımız şunu çok iyi bilmeli. Şiddetli depremde mevcut binaların çoğu zaten yıkılır. O yüzden insanlar gelecek nesillere, çocuklarına yasal ve sağlam binalar bırakmanın mutluluğunu yaşamalıdır. Kaçak yapıda oturan bir kişi çocuğuna sadece kaçak yapı bırakır. O kaçak yapıda her an şikayet edilme, yıkılma ya da ceza görme sıkıntısını yaşarken çocuğuna da o geleceği bırakacak. Ama kendisi ruhsatlı, yasal, izni alınmış binada yaşarsa geriye de o kalır. İnsanların beklentisinin yüksek tutulmamalıdır. Burada ‘benim ne kadar bağımsız birimim varsa o kadar bağımsız birim, kat isterim’ mantığı tartışılması gereken bir konudur. Çünkü yasalar bazı konularda net. Kaçak yapı ile ilgili yıkım kararı, ceza varsa onun kabul edilmesi mümkün değil. Sağduyu olması lazım. Devletin de adım atması lazım. Devlet bir standart belirlemeli ve onun üzerindeki büyüklüğün parasını almalıdır. Şimdiye kadar Türkiye’de durumlar şöyleydi. Bedel tespit komisyonu araziye geliyor, inceleme yapıyor. Arazinin imar durumuna bakıyor. Belli yoğunluğa göre üzerinde bulunan binaya göre vermesi gerekeni veriyordu. Bu sistemde arazinin yoğunluğu, emsali artıyor. Birden yukarılara çıktığı için aradaki rant vatandaşın cebine değil başkalarının cebine girecek. İşte biz buna karşıyız. Eğer sonradan plan değişikliği yapılarak rant artışı getirilirse vatandaşa yansıtılmayacak. O yansıtılırsa ortak çözüm ancak olabilir. Bizim temel stratejimiz bu. Vatandaşı oturduğu bölgeden çıkardıktan sonra orada yapılacak her türlü değişiklik vatandaşın lehine olmalıdır. Bu da yerinde çözüm gerektiriyor. Oralarda sadece konut değil, ticaret alanları, dükkanlar var. En basitinden bir kahvecinin çevresinin, müşterilerinin bulunduğu yerde yapacağınız dönüşüm sonrasında o kahvecinin mekanını aynen vermezseniz o adamla anlaşmanız mümkün değil. İstediğiniz kadar daire verin çünkü adam geçimini oradan sağlıyor. Kısaca yeni yasa ve yönetmelik bu ihtiyaçları karşılamıyor. Yasa çözümü değil sorunu getiriyor. Doğrudan vatandaşın sırtına binen bir yasa var” dedi. Yıldırım, oda genel merkez vasıtasıyla yasa çıkmadan önerilerde bulunduklarını fakat ciddiye alınmadıklarını ifade etti.
İZMİR’DEKİ YIKIM TRAJİKOMİK
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Bakanlar Kurulu’na onaya gönderdiği yerler başta olmak üzere belediyelerin kendilerinin yapacakları alanlarda başlatılacak kentsel dönüşüm çalışmalarının ne aşamada olduğunun kimse tarafından bilinmediğini anlatan Yıldırım, “Örneğin Bayraklı’da protokol imzalandı. Çalışmaların başladığı söylendi. Şu anda son durum nedir? Ne yapılmıştır. Büyükşehir’in ‘kentsel dönüşüm yapacağım’ dediği alanlarda hangi etaplara öncelik verilecek? Bu gibi durumları bilen yok. Kamuoyuna yapılanlar sağlıklı anlatılmıyor. Onay alan 6 bölgeden önce hangisi başlayacağı belirsiz. Kentsel dönüşüm kamuoyu desteği ve ortak akılla ancak mümkün olur. Bu süreç çok zor. Kısa vadede bir şeyler beklemek doğru değil. Türkiye’de bir iş uzun süreli olduğunda mutlaka deformasyona uğruyor. Belediye dönüşümü ne kadar sürede bitireceğini planlamalı ve bunu anlatmalıdır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ‘afet riski altındaki alanların dönüştürülmesini Türkiye’de 20-30 yılda tamamlamayı düşünüyoruz’ dedi. Bununla ilgili çalışacaklarını söyledi. Ne yazık ki ‘kentsel dönüşümü başlatıyoruz’ denilerek yapılan çalışmalar trajikomik oldu. Normalde yasa gereği riskli alan belirlenmeli binalar tespit edilmelidir. Ondan sonra yıkım yapılmalıdır. İzmir Gaziemir’de yapılan yıkımda ortadan kaldırılan lojmanlar için bu süreç işletildi mi? Alan riskli miydi? Bunların hiçbirisi anlatılmadan işlem yapıldı. Büyük ihtimalle ‘İzmir’den de bir iki yer olsun’ mantığı ile hareket edildi. Bana göre çalışma göstermelik yapıldı. Mutlaka yetkililerin bir araya gelmesi gerekiyor. Bu iş basite indirgenecek bir durum değil” dedi. Yıldırım, destek istenmesi durumunda ellerinden gelen teknik bilgi ve belge paylaşımını yapmaya hazır olduklarını söyledi.
“BASKI GÖRSEYDİM MÜDÜRLÜĞÜ BIRAKIRDIM”
Oda başkanlığını yaparken aynı zamanda Karabağlar Belediyesi’nde Etüd Proje Müdürü olarak da görev yapan Yıldırım, başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere ilçe belediyelerin çalışmalarına itiraz ettiği için hiç uyarı almadığını söyledi. Karabağlar Belediye Başkanı Sıtkı Kürüm’ün kendisine yönelik söylediği ifade edilen “İzmir’de CHP iktidar. İlçe belediyelerin projelerine itiraz etme. Biz de aynı partinin belediye başkanıyız” sözlerinin doğru olmadığını anlatan Yıldırım, “Şu ana kadar yaptıklarımız ortada. Hiçbir zaman baskı ya da talep görmedim. Böyle bir şey gelmedi. Karabağlar Belediyesi’nde işim ve görevim nedeniyle en ufak bir sıkıntı olmadı. İki kimlik birbirine karıştırılmadı. Eğer en ufak bir durum sezseydim müdürlük görevini bırakırdım” ifadelerini kullandı.





