Türkiye’nin onlarca sıkıntısı var...

Ekonomi çıkmazda...

Vatandaş pahalılıktan artık yakınmayı bile bıraktı...

İsteyen istediği “etiket”i yapıştırıveriyor gıda ürünlerinin üstüne...

Büyüme çağındaki çocuklar sütün tadını unuttu...

Belediyeler ise mali krizin pençesinde...

Bugünün belediye başkanları...

(Bırakın kent yönetenlerini, ilçe belediye başkanları bile...)

Maaş ödeme sıkıntısı yaşıyor...

İşçiler, sendikalar belediye binasının kapısında...

Olmadı; ha’di greve!

Bu arada bazı özel şirketler de dar boğazda...

İşini kaybedenleri var; patronların sıkıntısı büyük...

***

Bu kadar dert yetmezmiş gibi...

İronik ifade ile...

İmralı bastırdı ama...

“PKK ne zaman silah bırakacak? Ya da ezberlerde kalan ifade ile silahlarını ne zaman gömecekler? Yoksa terör örgütünün de istekleri var da biz mi bilmiyoruz?”

***

Sözde PKK’nın kongre tarihini bilen var mı?

Yok!

Abdullah Öcalan dağdakilere baskı yapıyor mu?

O da çok net değil!

***

Medyanın bir kısmında...

Öcalan’ın...

“Morali yerinde ve umutlu” olduğu ifadeleri yer alıyor...

Tam da bu sırada...

Şu soru çok ama çok önemli:

“Silah bırakanlara ve PKK’nın emir vericilerine ne olacak?”

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in...

PKK’ya mesajdan farksız...

23 Nisan resepsiyonundaki şu sözleri hayli dikkat çekici:

“Feshedeceksin, silahları teslim edeceksin, teslim olacaksın... Üç tane şart var... Silahları nereye teslim edeceklerini kendilerine söyleyeceğiz... Söylenenleri yaparlarsa, buyursunlar gelsinler diyeceğiz...”

***

Peki, PKK’nin yöneticilerine ne olacak?

Cemil Bayık’ın, bu konuda...

13 Nisan’da BBC Farsça’ya verdiği demeç dikkat çekici:

“Bu durumda Türkiye’ye nasıl dönebiliriz? Türkiye’ye gitmek demek, hapse girmek demektir... Hiç kimse böyle bir tutsaklığı kabul etmez... Eğer demokratik yollar açık olsaydı, biz dağlara çıkmazdık... Silahlı mücadele, tüm siyasi yollar kapandığında bir zorunluluk olarak başladı... Bizimle devlet arasında bugün hiçbir temas yok... Bizim tek şartımız, İmralı Cezaevi’nde Önder Apo’ya uygulanan ağır tecridin kaldırılması ve onun özgürce çalışabilmesidir...”

***

Bu arada...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan...

28 Şubat'ta yaptığı açıklamada şöyle demişti:

“Terörsüz Türkiye çabalarında dün itibarıyla artık yeni bir safhaya geçilmiştir...”

***

Peki, o zaman gelişmeler neden hızlanmıyor?

Bu soruyu...

Asırlık CHP'de...

Neredeyse hemen her 1 Numaralı” koltukta görev yapmış…

Değerli büyüğüm Bülent Baratalı'ya sordum...

İşte Sayın Baratalı'nın yorumu:

PKK, Abdullah Öcalan ve 21 kurucu üyenin katıldığı 27 Kasım 1970 tarihinde Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis köyünde kuruluş kongresini gerçekleştirdi... Açık adı, “Partiya Karkeren Kurdistane”, yani “Kürdistan İşçi Partisi”... Kürdistan devriminin manifestosu PKK terör örgütünün amacını açıklayan ilk yazılı belge... Ve 1976 başlarında Ankara’daki bir toplantıda Abdullah Öcalan tarafından örgüt üyelerinden Hayri Durmuş’a yazdırılmıştır... Manifestoya göre tanımlanan Kürdistan coğrafyası, iddiaya göre Türkiye Cumhuriyeti ve emperyalistler tarafından sömürülmektedir... Sözde demokratik bir çözüm bulunmadığı için isyanın başlatıldığı dağlara çıkıldığı ifade edilmiştir... Oysa, o günler Türkiye’de 1982 Anayasası’nın getirdiği demokratik iklimin en iyi yaşandığı yıllardır... Manifestoda, “self determinasyon” yani “kendi kaderini tayin hakkı” ilkeleri gerekçe gösterilerek “direnme hakkı, meşru savunma savaşı hali, halk savaşı güçleri, ayaklanma, öz savunma ve gerilla savaşçısı” gibi yöntemler üstünden şiddet kullanımı meşru gösterilmek isteniyordu... Ayrıca yine manrifestoya göre bölgesel özerklik, federal birlik, dil ve kültür özerkliği biçimindeki çözüm yolları gericilikti(!) İddialara göre “Tek doğru yol bağımsız Kürdistan”dı... Bu uğurda 40 yılda kaçırılma, alıkoyma, infazlar, yerleşim yerlerinin yakılması, zorunlu göç, kadın ve çocuklara şiddet kullanımı devam etti... 15 bin asker, polis, güvenlik korucusu şehit mertebesine yükselirken, 22 bin asker de gazi oldu... Ayrıca binlerce sivil vatandaşımız öldürüldü... PKK, manifestoyu yayınladıktan sonra kendini dünyaya duyurmak için(!) ilk saldırısını 1984’te Eruh’ta gerçekleştirdi... Dünya vahşi saldırıyı, kundaktaki bebeğin üstünden çıkan onlarca mermi görünce öğrendi... Bu nedenle Öcalan’ın unvanlarına bir de “Bebek Katili” eklendi... Vahşet, kan, gözyaşı bugüne değin hiç unutulmadı... Öcalan yakalandıktan sonra tutulduğu adada “filozof” kesilmiş, bu kez de KCK Sözleşmesi’ni ortaya atmıştı... (Kürdistan Topluluklar Birliği / Kürtçe: Koma Civakên Kurdistanê) Yani, sözleşmede Kürdistan, “toplumcu, demokratik konfederal” bir yapı olarak tanımlanıyordu... Sözleşmeyi yazan Öcalan’dı ve “önder” olarak anılıyordu... Bu sözleşmede Kürdistan coğrafyası da tanımlanıyordu... Konfederal yapı dört ülkeden koparılacak dört parçadan meydana gelecekti: İran, Irak, Suriye ve Türkiye... Böylece tüm Kürtler bir araya gelecek ve kendi fededasyonlarını birleştirirek üst konfederasyonu kuracaklardı... Kuruluş bildirgesi ile KCK sözleşmesini karşılaştırdığımızda benzerlik devam etmekte... Tek çözüm ise Ermenistan’ı da içeren demokratik konfederal büyük Kürdistan’dı... Sonuç olarak bakıldığında örgütün kuruluş dönemi ile günümüzdeki ideolojik yönelimleri ve hedefleri noktasında çok büyük farklılaşmalar yoktu... Bu durum karşısında günümüzde başlayan ve “adı belli olmayan süreç” için şu soruları sormamız gerekiyor: 1) PKK bütün bunlardan vazgeçti mi; şimdilik bilen yok... 2) PKK silahı bırakır mı? Hayır, bırakmaz çünkü silah ile bugünkü ortamı yakalamıştır... Bırakır gibi yapar... PKK’nın elinde bulunan önemli silahlar İran PKK’sı “Pejak”a, Sincar ve Kuzey Suriye’ye devredilmiştir ama silahların nereye teslim edileceği belli değil... Kuzey Suriye’deki oluşumun elinde sadece uçak yok; diğer bütün silah ve mühimmatına sahipler... 3) PKK ve Öcalan’ın iddia ettiği bağımsız ve demokratik bir Kürdisten hedefinden vaz mı geçildi? Hayır vazgeçilmedi... Çünkü, elini arttırdı ve dört ülke toprağından oluşan konfederal büyük Kürdistan’ı hedeflediler... 4) Kongregel ve Öcalan bu hedeften vazgeçerler mi? Hayır vazgeçmezler... Kendi iradelerini üst iradeye (Avrupa, ABD ve İsrail) kiraladıkları için onların “oluru olmadan” asla... 5) ABD, Batı ve İsrail Kürdistan’ı kurmaktan vazgeçer mi? Asla vazgeçmez... Wilson Prensipleri’nin 12. maddesine göre 1918 yılından beri bunu hedefliyorlar... 6) Fesih kongresi ne zaman ve nerede toplanacak ve neyi fesh edecekler? Belli mi, değil! 7) Suriye’nin kuzeyindeki oluşumun altı tümenden oluşan 85 bin kişilik, ABD’nin eğittiği, donattığı, maaşını ödediği ordusu kimi tehdit ediyor? Türkiye’nin hedefinde bu ordunun dağıtılması var mıdır? Veya Dicle ile Fırat asında yeni bir ordu kurulacak mıdır? 8) Meclis’e gelmekte olan infaz yasası değişikliği terör suçlarını kapsayacak mı? Belli değil... Bugüne kadar hiç kapsamadı... Bu yasa teklifi bir nevi af mı? 9) Öcalan’a fiziki özgürlük ve iletişim hakkı tanınacak mı? Belli değil... 10) Cezaevlerinde 4 bin 500 hükümlü ve 600 tutuklu var, terör suçlusu olarak... Kandil’de de yaklaşık 6 bin PKK’lı var... Bunların durumu ne olacak; o da belli değil... 11) Üst düzey PKK yöneticileri, Türkiye’ye gelmek istemiyorlar... Hangi PKK sever ülkelere gidecekler belli değil... Bu sorular karşısında süreç şeffaf işlemediğinden sonucu kestirmek olası değil... PKK gibi terör örgütleri bir şey almadan bir şey vermezler... İlk istekleri Apo’nun özgürleşmesidir... İsteklerin arkası kesin gelecek... Suriye’nin kuzeyindeki oluşum, iktidar için bir kırmızı çizgiydi... İktidar bunu içselleştirdi mi, bilmiyoruz... Anayasa’dan Türklük ve Türkçe çıkarılacak mı? Yerel yönetimlerin yapısı değişecek mi? Türkiye, çok etnik ve çok dilli olarak yeniden mi tanımlanacaktır? Milyonlar bunları soruyor ve cevabını bekliyor... Türkçü MHP ile ümmetçi AK Parti bu süreci hangi noktaya kadar beraber götürecekler? Bu soru merak konusudur...

Nokta...

İki gün önce: AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Bu ay yeni gelişmeler olabilir demişti... AK Parti Genel Başkanvekili Efkan Ala ise, Terörsüz Türkiye süreci, bizim öngördüğümüz biçimde devam ediyor... Bir aksama, duraksama yok... Nisan sonu önemli bir adım görmeyi ümit ediyoruz diye açıklama yapmıştı... (Nisan’ın bitmesine iki gün kaldı...)

Nokta...