Ozan EKİZ / EGEDESONSÖZ – İzmir Ticaret Odası (İZTO) Aralık Ayı Meclis Toplantısı, İZTO Meclis Toplantı Salonu’nda gerçekleştirildi. Meclisi, İZTO Meclis Başkanı Selami Özpoyraz yönetti. Yılın son meclisinde ekonomi ve büyüme rakamları gibi konular gündeme geldi.

Mecliste, odanın Aralık ayına dair faaliyetleri sinevizyon gösterisiyle meclis üyelerine sunuldu.

‘YENİ KAMPÜSÜMÜZÜN AÇILIŞI 2026’DA GERÇEKLEŞTİRİLECEK’
Özgener, 2025 yılını ‘proje yılı’ olarak adlandırarak, odanın yürüttüğü projeleri şu ifadelerle anlattı:

Odamızın ve Vakfımızın gözbebeği İzmir Ekonomi Üniversitemizin Güzelbahçe Kampüsü; tarımsal üretimde yepyeni bir vizyon ortaya koyan Dikili Organize Tarım Bölgesi, kentimiz ticaretinde dönüm noktası olacağına inandığımız Kemalpaşa Lojistik Merkezi ve sektörel kümelenmenin başarılı bir örneği olan Torbalı Karma ve Mobilya Organize Sanayi Bölgesi projelerimizi hayata geçirme aşamasına geldik. Her bir detayı en ince ayrıntısına kadar düşünülerek inşa edilmekte olan, tamamlandığında sahip olacağı dijital ve teknolojik donanımla ülkemizde fark yaratacağına inandığımız Güzelbahçe Kampüsümüzde çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Sık sık şantiye alanına giderek incelemelerde bulunduğumuz bu büyük projenin, İzmir’in bilgi temelli kalkınma vizyonuna yapılan stratejik bir yatırım olduğuna inanıyoruz. Yeni kampüsümüzün açılışını, Temmuz 2026’da siz kıymetli meclis üyelerimizle birlikte gerçekleştireceğiz.

KEMALPAŞA LOJİSTİK MERKEZİ 2026’DA AÇILIYOR
2026 Eylül ayında faaliyete geçerek Avrupa'nın en büyük teknolojik sera kümelenmelerinden biri olacak olan Dikili Organize Tarım Bölgesi'nin 65 milyon dolarlık altyapı işleri için Aralık ayı başında ihale yaptık. Projemiz sayesinde yüzde 75’i kadın olmak üzere dört bin kişiye istihdam yaratılmasını öngörüyoruz. Bölgede toplam 47 fabrika ve 1.800 dönümlük alanda 50 sera yatırımı gerçekleştirilecek. Aralık ayının başında da bölgemizin altyapı ile jeotermal şebekeler ve ısıtma sistemleri yapım işi ihalesini gerçekleştirdik. Bir diğer önemli projemiz olan Kemalpaşa Lojistik Merkezi kapsamında ise parselasyon planı onaylanarak tescil işlemleri gerçekleştirildi ve yeni mülkiyet tapuları çıkartıldı. Üst yapı inşaat ruhsatlarının alınması kapsamında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğüne ruhsat başvurusunda bulunduk ve yeni bir aşamaya geçtik. Kemalpaşa Lojistik Merkezi projemizde ilk etapta başlanacak işler arasında 100 bin metrekare alana sahip 357 araçlık uluslararası TIR parkı, 237 araçlık taşıt üstü supalan TIR sahası ve 129 araçlık gümrüklü araç TIR parkı yer alıyor. Gümrük Müdürlüğü ve İşletme Müdürlüğü ofis binaları, sosyal tesis ve kafe alanları, gümrük müşavirleri için acente ofisleri binaları ile elektrik ve sıhhi tesisat altyapılarını tamamlayarak Haziran 2026’da faaliyete geçeceğiz.

TORBALI KARMA VE MOBİLYA OSB’DE ÜRETİM BAŞLADI
Torbalı Karma ve Mobilya Organize Sanayi Bölgemizle ilgili gelişmeleri de sizlere aktarmak istiyorum. İlk etapta tescil edilmiş olan alanda 33 katılımcı faaliyete geçti. Ayrıca 8 firmaya yapı ruhsatı verildi, inşaatlar ise devam ediyor. Bununla birlikte ilave alan talebimiz Bakanlıkça da uygun görülerek kuzeyde yer alan 626 bin metrekarelik alan mobilya sektörüne ayrıldı. Altyapı imalatları ile ilgili 1. etap tamamlandı. 2. etap ile ilgili bölümün 2026 yılı Eylül ayında tamamlanması planlanıyor. Müteşebbis Heyet Başkanlığını kıymetli meclis üyemiz Fetullah Yetik’in üstlendiği Bayındır Organize Tarım Bölgesi ve yine imar ve altyapı çalışmaları devam eden Kınık Organize Tarım Bölgesi’ne ait yaklaşık 123 hektar alanda altyapı yapım işi ihalesine 12 Aralık’ta çıktık. En kısa zamanda sonuçlandırmayı umuyoruz.

İZMİR MODEL FABRİKA VERİMLİLİK KÜLTÜRÜNÜ GÜÇLENDİRİYOR
Sanayimizin rekabet gücünü artırmaya yönelik olarak yalın üretim ve dijitalleşme odaklı dönüşüm süreçlerinde firmalarımıza rehberlik eden İzmir Model Fabrika, verimlilik kültürünün yaygınlaştırılmasında önemli bir rol üstlenmeye 2025 yılında da devam etti. 2026 yılından itibaren Aliağa Organize Sanayi Bölgesi’ndeki yeni yerinde faaliyetlerine devam edecek olan Model Fabrika; Atatürk Organize, Aliağa Organize ve kuzey aksındaki yoğun sanayi kümelenmesindeki firmaların yanı sıra İzmir ve çevre illerdeki firmalara etkin hizmetler sunmaya devam edecek.

İZMİR’DE YAPAY ZEKÂ EKOSİSTEMİ OLUŞTURULACAK
Embryonix firmamızın yüzde 99,6 hissesini Oda olarak aldık ve genel kurulumuzu gerçekleştirdik. Öncelikle yeni yönetimimizin hayırlı olmasını diliyorum. Bu projemizde, Odamız, İzmir Ekonomi Üniversitesi ve İzmir Planlama Ajansı birlikte çalışacak. Dijital dönüşümün ve yapay zekâ temelli çözümlerin küresel ölçekte oyunun kurallarını yeniden yazdığı bu dönemde, İzmir’de bu sektörde faaliyet gösteren şirketlerle kuracağımız iş birlikleriyle yapay zekâ alanında çalışmalara başlayacağız. Hem kamu hem de yerel yönetimler ve reel sektör için hizmet vermeyi amaçlıyoruz. Bu kapsamda; İzmir Ekonomi Üniversitemiz ile sektörlerimiz arasında güçlü bir bilgi ve uygulama köprüsü kurarak, katma değeri yüksek ve somut çıktılar üreten projeler geliştirme arzusundayız. Yapay zekâ odaklı bu projeler aracılığıyla sektörlerimizin yapay zekâ çağına entegrasyonunu hızlandırmayı ve rekabet gücünü kalıcı biçimde artırmayı amaçlıyoruz. Hâlihazırda ihtiyaç analizi aşamasındayız. Kısa süre içinde mevcut sorunları ve çözüm önerilerini netleştirerek stratejik yol haritası tanımlanacak ve somut adımlarla ilerlememizi hızlandıracağız.

‘İZMİRMEETS’İN FİKRİ VE PATENTİ ODAMIZA AİT’
Önümüzdeki yıllarda da devam edecek olan İzmirMeets’e dair değerlendirmelerde bulunan Özgener, “Bu yıl kentimize çok önemli bir marka kazandırdığımızı da özel olarak belirtmek istiyorum. Kentimizin kucaklayıcı ve yenilikçi yapısından aldığımız ilhamla, dijital dönüşüm ve yapay zekâyı merkezine alarak ve ‘Teknoloji ve İnovasyon’ temasıyla hayata geçirdiğimiz İzmirMeets, hepimize yeni bir vizyon, yeni bir sorumluluk kazandırdı. İzmirMeets, kendine özgü fikirleri ve patenti Odamıza ait olan yapısıyla önümüzdeki yıllarda da yolculuğuna devam edecek. Her yıl kentimiz için önem taşıdığına inandığımız bir tema belirleyerek, paydaşlarımızla birlikte ulusal ve uluslararası isimleri İzmir’de ağırlayacağız. Bu yıl faaliyetler, Kentimiz İzmir Derneği’nin değerli katkılarıyla geliştirdiğimiz ve geleceğin ekonomisini şekillendirecek nesiller için hayata geçirilen İzQ Dijital Deneyim Merkezi ise teknoloji ve inovasyon kültürünü erken yaşta destekleyen, kentimiz adına son derece kıymetli bir platform oldu” dedi.

‘2025 YILI BELİRSİZLİĞİN YOĞUNLAŞTIĞI BİR DÖNEM OLDU’
Özgener, ekonomik açıdan 2025 yılı değerlendirmesini yaparak, “Ekonomik açıdan baktığımızda, 2025 yılı hem küresel hem de ulusal ölçekte belirsizliklerin yoğunlaştığı bir dönem oldu. Bununla birlikte ekonomi politikalarının yeniden şekillendiği, ülkeler arası rekabetin teknoloji, verimlilik ve tedarik zinciri güvenliği eksenlerinde keskinleştiği bir tablo ile karşı karşıya geldik. Jeopolitik gerilimler, artan korumacılık eğilimleri ve finansal koşulların sıkılığı dünya ekonomisindeki dengeleri etkileyen temel unsurlar olarak öne çıktı. Bu süreçte küresel büyüme hızının yavaşladığını, yatırımların daha seçici hâle geldiğini ve inovasyonun artık yalnızca rekabet avantajı değil, bir zorunluluk hâline geldiğini değerlendiriyoruz. Tüm bu jeopolitik ve finansal dalgalanmaların ortasında yapay zekânın yeni bir araç olarak öne çıktığını ve kuralları henüz yazılmamış bir dönemden geçtiğimizi görüyoruz. Yapay zekâ destekli üretim ve ticaret süreçleriyle birlikte veri odaklı iş modelleri ve yeşil dönüşüm standartları, ülkelerin kalkınma stratejilerini yeniden tanımlayan başlıklar olmaya devam ediyor. Uluslararası ilişkilerde istişarenin azaldığı, ikili uzlaşıların çok taraflı stratejik ittifaklara tercih edildiği, gümrük vergileri ve kısıtlamaların ön plana çıktığı daha riskli bir dünya düzenine doğru ilerliyoruz. Bu süreçte Amerika Birleşik Devletleri teknoloji, üretim ve ticaret politikalarıyla küresel gündemin merkezinde yer alırken; Çin küresel tedarik zincirlerinde daha kalıcı bir rol üstlenme hedefiyle politikalarını yeniden şekillendiriyor. Avrupa Birliği ise bu değişim karşısında teknolojik dönüşümünü hızlandırmak amacıyla yatırım stratejilerini güncelliyor. Bununla birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nde bu yılın üçüncü çeyreğinde büyümenin beklentilerin ötesinde yüzde 4,3 olarak gerçekleşmesinin, küresel ekonomideki yavaşlama endişelerini azaltabileceğini öngörüyoruz” diye konuştu.

‘DOLARIN GÜÇLENMESİ FİNANSMAN MALİYETLERİNİ ARTIRABİLİR’
ABD’nin büyüme beklentileri ile ekonomiye etkisine değinen Özgener, “ABD’deki güçlü ekonomik büyümenin yatırım ortamını, gelişmekte olan fonlara yönelimi ve Amerikan Merkez Bankası FED’in faiz kararlarını doğrudan etkileyebileceğini düşünüyoruz. Diğer yandan büyüme rakamları Amerikan doları üzerinde güçlenme baskısı yaratabileceğinden dolayı, dövizle borçlanan şirketler ve devletlerin finansman maliyetlerini yükseltmesinin de söz konusu olabileceğine inanıyoruz. ABD’den gelecek talep artışının ülkemiz ihracat gelirlerini ve net ihracatın katkısını yükseltebileceği ve portföy yatırımlarını artırabileceğini; ancak doların güçlenmesiyle ülkemizin dış borç yükünü ve ithalat maliyetlerini artırabileceği, sonrasında ise ülkemizin cari açığını ve finansman maliyetlerini zorlaştırabilecek etkiler yaratabileceğini de dikkate almamız gerekiyor. Geldiğimiz noktada küresel belirsizliklerin finansal risklerden kaçınmayı neredeyse imkânsız hâle getirdiğini görüyoruz. Bu yeni dönemde belirsizlikleri yönetebilmek, çevik, dayanıklı ve esnek yapılar kurabilmek her zamankinden daha önemli. Son yıllarda yaşanan hızlı dönüşüm, geleceğin bugünden analiz edilmesini ve farklı ihtimaller dikkate alınarak ekonomi politikalarının yeniden planlanmasını zorunlu kılıyor” ifadelerini kullandı.

‘ENFLASYONDA AŞAĞI YÖNLÜ EĞİLİM BAŞLADI’
2025 yılına dair ülke ekonomisine değinen Özgener, “Türkiye ekonomisi bu küresel tablo içinde uygulanmakta olan ekonomik programın ortaya koyduğu politika çerçevesi doğrultusunda bir denge arayışı içinde yoluna devam ediyor. Yıl boyunca sizlerle yaptığımız değerlendirmelerde de paylaştığım gibi; yüksek enflasyon, finansmana erişimdeki maliyet baskısı ve sanayideki yavaşlama iş dünyamızın karar alma süreçlerini zorlaştırdı. Buna rağmen yılın sonuna yaklaşırken bazı kazanımları da not etmek gerektiğine inanıyoruz. Öncelikle Aralık ayı başında açıklanan Kasım ayı enflasyon verilerini olumlu değerlendirdiğimizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Mevsimsellikten arındırılmış enflasyonda Merkez Bankası’nın takip ettiği üç aylık ortalamanın yıllıklandırılmış göstergesinde belirgin bir gerileme görüyoruz. Mal fiyatları enflasyonu aşağı çekerken, hizmet enflasyonunun daha sınırlı bir iyileşme gösterdiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Yani enflasyonda yönün aşağı doğru olduğunu; ancak sürecin henüz tamamlandığını söylemek için erken” dedi.

‘REKABET KOŞULLARI ARTIK DAHA KARMAŞIK’
Büyüme rakamları ve veriler üzerinden ülke ekonomisi yorumlarını aktaran Özgener, “Büyüme tarafında ise TÜİK verilerine göre Türkiye ekonomisi 2025’in üçüncü çeyreğinde yıllık bazda yüzde 3,7 büyüdü. Çeyreklik büyüme, bir önceki çeyreğe göre yavaşlamış olsa da iç talep ve yatırımların canlı kaldığını görüyoruz. Buna karşılık ithalattaki hızlanma ve net ihracatın büyümeye negatif katkısı, büyümenin kompozisyonu açısından daha temkinli olunması gerektiğini gösteriyor. 2026 yılına girerken ekonomik programın kararlılıkla sürdürülmesi hâlinde; fiyat istikrarının güçlenmesini, üretimde daha dengeli bir görünümün ortaya çıkmasını ve yatırım ortamının daha öngörülebilir hâle gelmesini bekliyoruz. Ancak 2026’yı otomatik bir iyileşme yılı olarak görmenin de doğru olmadığını düşünüyoruz. Çünkü rekabet koşulları eskiden olduğu gibi yalnızca iç talep ya da faiz seviyesiyle belirlenmiyor” diye konuştu.

ASGARİ ÜCRET DEĞERLENDİRMESİ: ENFLASYONUN DÜŞÜRÜLMESİ KRİTİK
Yeni yıl için açıklanan asgari ücrete değinen Özgener, “Dün akşam açıklanan 2026 yılı asgari ücretinin iş dünyamız için önemli bir referans noktası olacağına inanıyor, net 28 bin 75 lira olarak belirlenen yeni asgari ücretin çalışanlarımız ve iş dünyamız için hayırlı olmasını diliyoruz. Özellikle emek yoğun sektörlerde iş gücü maliyetleri, rekabet gücünü ve istihdam kararlarını doğrudan etkileyen kritik unsurlardan biri olmaya devam ediyor. Bununla birlikte altını özellikle çizmek isterim ki; ücret artışlarının kalıcı refah artışına dönüşmesinin tek yolu, enflasyonun kalıcı biçimde düşürülmesidir. Aksi hâlde yapılan artışların kısa sürede eridiğini, hem çalışanlar hem de işverenler açısından belirsizlik ürettiğini görüyoruz. Bu nedenle bugüne kadar pek çok meclis konuşmamda da ifade ettiğim gibi, 2026 yılında da enflasyonla mücadelenin ekonomi politikalarının merkezinde yer almaya devam etmesinin; fiyat istikrarının sağlanmasıyla birlikte öngörülebilirliğin, yatırım ortamının ve istihdamın güçlenmesi açısından kritik önem taşıdığı kanaatindeyim. İstihdamı korumak ve mümkünse artırmak amacıyla sağlanan asgari ücret desteğinin, asgari ücret artış oranını yansıtacak şekilde güncellenerek 1.270 TL olmasından memnuniyet duyduk. Bununla birlikte 2026 yılı ile birlikte özellikle mali yükümlülüklerini düzenli ödeyen işverenlere sağlanan desteklerin artırılması ve gelir vergisi dilimlerinin son yıllardaki enflasyon oranında güncellenmemesinden kaynaklanan kayıplar da dikkate alınarak revize edilmesinin çalışma hayatı için önemli bir adım olacağına inanıyoruz” dedi.

ÖZGENER’DEN 2026 YOL HARİTASI: TALEP VE ARZ DENGESİ ÖNEMLİ
Firmaların yeni yılda ticari ve ekonomik kararlarına ve üretim planlarına dair uyarılarda bulunan Özgener, “Önümüzdeki dönemde firmalarımızın gündelik ticari ve ekonomik kararlarını doğrudan etkileyebilecek konulara da kısaca değinmek istiyorum. 2026’da işletmelerimizin faaliyetlerini; tek senaryo ile değil, alternatif senaryolarla planlaması gerektiğini öngörüyoruz. Çünkü fiyatlama davranışları tam netleşmediği, maliyet öngörüleri sık değiştiği ve bunun yanında finansmana erişimde teminat ve vade koşulları sıkı kaldığı için, en iyi niyetli planların bile hızla eskime riski taşıdığını değerlendiriyoruz. Bu tespitler doğrultusunda; üretim planlamasında yalnızca talebi değil, arz kapasitesini de merkeze almamız gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle emek yoğun sektörlerde kapasite kaybının hızlanması hâlinde, bu durumdan geri dönüşün oldukça zor olduğuna inanıyoruz. Aynı şekilde maliyet hesabında da yalnızca resmî enflasyona bakmanın yeterli olmadığını, sektörün kendi girdi sepetindeki fiyat artışlarını, enerji ve lojistik maliyetlerinin etkilerini, işçilik maliyetinin toplam maliyet içindeki ağırlığını ve kur geçişkenliğini birlikte okumamız gerektiğini düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.

2026 BEKLENTİLERİ: AŞIRI İYİMSERLİKTEN VE KÖTÜMSERLİKTEN KAÇINILMALI
Yeni yıl enflasyon beklentilerine ve politika faizlerine değinen Özgener, “2026 yılına girerken planlama yaptığımızda artık daha net bir beklenti setine sahip olduğumuzu görüyoruz. Merkez Bankası Piyasa Katılımcıları Anketi’ne göre 2026 yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 23,35 seviyesinde. Doların 51 Türk lirası, politika faizi beklentisinin ise yüzde 28 düzeyinde şekillenmesi öngörülüyor. Büyüme tarafında ise 2026 için yaklaşık yüzde 3,9’luk bir büyüme olması bekleniyor. Bu rakamları değerlendirdiğimizde; ekonominin ne sert bir daralma ne de kontrolsüz bir genişleme patikasında olduğunu görüyoruz. Yüksek ama düşen enflasyon, görece yüksek reel faiz, kontrollü kur artışı ve ılımlı büyüme dengesinin hedeflendiği bir çerçevenin hâkim olduğunu değerlendiriyoruz. Bu denge, iş dünyamız açısından hem fırsatlar hem de dikkat edilmesi gereken riskler barındırıyor. Üretim planlaması açısından bakıldığında ise yüzde 4’e yakın bir büyüme beklentisi sayesinde iç talep tamamen yavaşlamayacak; ancak geçmiş yıllardaki gibi hızlı bir genişleme de olmayacak. Buna bağlı olarak; 2026’da üretimi aşırı iyimser beklentilerle artırmak da aşırı kötümserlik nedeniyle kısmak da sağlıklı olmayacak. Sipariş bazlı, esnek, kapasiteyi koruyan ama stok riskini sınırlayan bir üretim anlayışını öne çıkarmamız gerekiyor. Maliyet tarafında ise yüzde 23–24 bandındaki enflasyon beklentisi; maliyet baskısının biteceğini değil, hız keseceğini söylüyor. Bu nedenle işçilik, enerji, lojistik ve finansman maliyetlerinin birlikte ele alınması gerekliliğinin altını çizmek istiyorum. Resmî enflasyonun altında kalan sektörler olacağı gibi, bu oranın üzerinde maliyet artışıyla karşı karşıya kalan sektörler de olacaktır. Bu nedenle firmalarımızın kendi sektörlerine özgü maliyet dinamiklerini yakından izleyerek fiyatlama davranışlarını buna göre şekillendirmesi kritik önem taşıyor” dedi.

FİRMALARA DÖVİZ RİSKİ VE NAKİT YÖNETİMİ TAVSİYESİ
Yeni yılda kur-faiz beklentisine değinen Özgener, “Kur-faiz dengesine geldiğimizde beklenti seti oldukça net. Kur artışının kontrollü ama yukarı yönlü bir patikada öngörüldüğünü, nominal faizlerin düşmesine rağmen reel faizin pozitif kalacağını anlıyoruz. Bununla birlikte para politikası cephesinde politika faizinde başlayan aşağı yönlü adımlar, piyasada doğal olarak beklentileri artırdı. Ancak burada asıl önemli olan, faiz indiriminin hızı değil; enflasyon beklentilerinin kalıcı biçimde iyileşip iyileşmediği. Beklentiler çıpalanmadan atılacak hızlı adımların, kur ve maliyet kanalı üzerinden yeni riskler yaratma ihtimalinin de her zaman göz önünde bulundurulması gerekiyor. Bu tablo, 2026’da finansmanın kolay ve ucuz olacağı bir döneme işaret etmiyor. Aksine; seçiciliğin, teminat yapısının ve nakit akışı disiplininin önemini koruyacağını gösteriyor. Bu nedenle firmalarımız açısından döviz borcu ile döviz geliri arasındaki dengenin çok yakından izlenmesi gerekiyor. Çünkü kurun yukarı yönlü seyrettiği bir ortamda, döviz geliri olmayan firmaların kur riskini sınırlaması hayati önemde. Faizlerin düşmesi beklentisiyle aşırı borçlanma eğilimine girmek yerine, nakit akışına uygun vade yapısıyla ve düzenli stres testleriyle ilerlemek daha sağlıklı olacak. Öte yandan kredi vadelerinin kısa olmasının da işletme sermayesi ihtiyacını artırdığını görüyoruz. Bu nedenle stok, alacak ve tedarik zinciri yönetimi 2026’da sadece klasik bir operasyon konusu olmayacak, doğrudan rekabet gücünü belirleyen bir başlık hâline gelecek. Büyümenin ılımlı seyrettiği ama finansman koşullarının sıkı kaldığı bu dengede, nakit döngüsünü iyi yöneten firmalar sadece ayakta kalmayıp, aynı zamanda rakiplerine göre avantaja da sahip olacak” diye konuştu.

ERKEN SANAYİSİZLEŞMEYE KARŞI STRATEJİ GEREKLİ
Ülke ekonomisindeki erken sanayisizleşmeye dair uyarılarda bulunan Özgener, “Altını çizmek istediğim bir risk başlığından daha söz etmek istiyorum. Geçtiğimiz ay meclis konuşmamda da değindiğim ‘erken sanayisizleşme’; sanayinin sadece verimsizlik nedeniyle değil, rekabet gücünün aşınması ve alternatif istihdam alanları oluşmadan çözülmeye başlaması olarak görülüyor. Bu riskin bugün ülkemiz ekonomisi açısından soyut bir akademik tartışma değil, sahada karşılığını görmeye başladığımız son derece somut bir süreç olduğunu düşünüyoruz. Bu sürecin en net hissedildiği alanlardan biri de emek yoğun sektörlerin başında gelen tekstil, hazır giyim ve konfeksiyon. Son dönemde dünya hazır giyim ihracatı artarken, ülkemizin küresel pazardaki payının gerilemesi bize net bir mesaj veriyor. Sorun talep eksikliği değil, rekabet gücündeki aşınma. Kur, enflasyon ve faiz dengesinin uzun süre sanayi aleyhine çalışması; artan işçilik ve enerji maliyetleriyle birleştiğinde, sektörün fiyat tutturma kapasitesinin zayıfladığını, ölçek kaybı ve istihdam daralmasının da hızlandığını değerlendiriyoruz. Burada önemli bir ayrımı da yapmak gerektiğine inanıyoruz. Çünkü yaşadıklarımızın sağlıklı bir dönüşüm olmadığını görüyoruz. Ortaya çıkan tablonun erken sanayisizleşmenin tipik bir göstergesi olduğunu analiz ediyoruz. Üretim ve istihdam kaybının bu hızla devam etmesi hâlinde, sektörü teknoloji yatırımlarıyla ya da markalaşmayla ayağa kaldırmanın güçleşebileceğini değerlendiriyoruz. Sanayide kaybolan kapasiteyi, dağılan nitelikli iş gücünü ve kopan müşteri ilişkilerini geri kazanmak her zaman son derece zor ve maliyetli bir süreçtir. Dolayısıyla daha fazla geç kalınmadan tekstil ve hazır giyim başta olmak üzere emek yoğun sektörlere yönelik tedbirlerin ivedilikle hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu sektörlerde verilen teşvik ve desteklerin, uzun vadeli bir planlama yapılarak yeniden düzenlenmesi gerektiğine inanıyoruz. 2026-2028 yılları arasında desteklerin, sektörlerin ihtiyaç duydukları planlamayı gerçekleştirmelerine fırsat verecek ve sürdürülebilir olacak şekilde ‘tek bir çatı altında’ toplanmasının daha etkin olacağı kanaatindeyiz. Bu doğrultuda sunulacak desteklerin tek bir potada eritilerek bir merkezden dağıtılması; üretim ve ihracat yapan firmalarımız için SGK prim desteğinin yatırım koşulu aranmadan sağlanması; söz konusu desteğin bölgesel farklılıklar gözetilerek ayrıştırılması gerektiğini paylaşmak istiyoruz. Bununla birlikte sektörün finansmanı ve ihracatının güçlendirilmesi alanında yapılmasının gerekli olduğuna inandığımız önerilerimizi de iletmek istiyorum. Reeskont faiz oranlarının politika faizinin yarısı seviyesinde belirlenmesi ve bu oranların politika faizi ile uyumlu olarak hareket etmesinin sağlanması, bozulan bilançolar nedeniyle reeskont kullanımında Eximbank’a verilecek teminat mektuplarına yüzde 75 oranında KGF desteği sağlanması, işletme sermayelerinin erimesini önlemek amacıyla referans faizin yarısı oranında değişken faizli ve uzun vadeli kredilerle desteklenmesi, yine 2018 yılında olduğu gibi Eximbank ihracat kredi desteklerinin toplam mal ihracat değerinin yüzde 16’sı seviyesine çıkarılması ve 2026-2027 yılları için ihracatçılara yönelik döviz dönüşüm desteğinin artırılmasının isabetli olacağına inanıyoruz. Bu aşamada desteklerin temel amacının firmayı geçici olarak rahatlatmak değil; üretimi, ölçeği ve istihdamı ülkede tutmak olması gerektiğine inanıyoruz. Orta ve uzun vadede ise asıl meselenin nitelikli dönüşümle ölçeği ve katma değeri birlikte büyütmek olduğunu düşünüyoruz. Bugün sektörde en büyük yapısal sorunlardan birini; yasal yükümlülüklerini eksiksiz yerine getiren ve uluslararası standartlara uyan kurumsallaşmış üreticilerle, bu standartların dışında kalan firmaların aynı zeminde değerlendirilmesi olarak görüyoruz. Bu durumun nitelikli üretimi cezalandırdığını, kayıt dışılığı ve haksız rekabeti beslediğini görüyoruz. Bu noktada nitelikli üreticiyi ayırt eden, performansa dayalı sertifikasyon yaklaşımını stratejik bir kırılma noktası olarak görüyoruz. İyi üreticiyi görünür kılan, kayıtlı ve sorumlu üretimi ödüllendiren, ölçek büyütmeyi dezavantaj olmaktan çıkaran bu yaklaşımın; teşviklerin, finansmana erişimin ve idari kolaylıkların performansa bağlanmasını sağlayacağını düşünüyor; bu sayede kamunun kaynaklarının da rastgele değil, dönüşümü hızlandıracak şekilde kullanılmış olacağını değerlendiriyoruz. Bununla birlikte teknolojinin de bu vizyonun ayrılmaz bir parçası olması gerektiğine inanıyor, ancak burada kritik bir çizgiye dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamak istiyoruz. Tekstil ve hazır giyimde teknolojik dönüşüm, sadece istihdamı ikame eden bir otomasyon olarak kurgulanırsa erken sanayisizleşmeyi hızlandıracaktır. Oysa teknoloji; fireyi azaltan, teslim sürelerini kısaltan, küçük partili ve hızlı üretimi mümkün kılan, esneklik, izlenebilirlik ve yeşil dönüşüm gerekliliklerini yöneten bir araç olarak ele alındığında, istihdamı koruyarak rekabet gücünü artıracaktır. Bizim kastettiğimiz dönüşüm de tam olarak budur” dedi.

‘TARIMSIZLAŞMA RİSKİ CİDDİYE ALINMALI’
Tarım ekonomisine değinen Özgener, “Sanayide erken sanayisizleşmeye dikkat çekerken, tarım tarafında da benzer bir riski görmezden gelmememiz gerektiğine inanıyoruz. Tarım sektöründeki küçülme, yalnızca dönemsel bir dalgalanma değil; aynı zamanda iklim değişikliği, kuraklık, zirai don olayları ve hızla artan girdi maliyetleriyle birleştiğinde, sanayisizleşmeye benzer yapısal bir tarımsızlaşma riskine işaret ediyor. 2025 yılında yaşadığımız kuraklık ve zirai don, üreticilerimizin ne kadar kırılgan bir zeminde üretim yaptığını bir kez daha gösterdi. Gübre, tohum, enerji ve yakıt gibi temel girdilerdeki maliyet artışları, birçok üretici için üretimi sürdürmeyi zorlaştırdı. Bugünkü tablo, tarımda üretim odaklı, bilgi ve teknoloji temelli, iklim değişikliğine uyumlu ve verimliliği merkeze alan politikaların artık ertelenemez olduğunu ortaya koyuyor. Tarımda da tıpkı sanayide olduğu gibi çözüm, günü kurtarmak değil; üretim kapasitesini koruyarak dönüşmek olmalıdır. Kooperatifçilik bu noktada kritik bir rol oynuyor. Üreticilerin örgütlenmesi, kaynakların daha etkin kullanılması, tohumdan çatala tüm zincirin izlenebilir hâle gelmesi ve üreticinin emeğinin karşılığını alabildiği planlı bir üretim modelinin tarımda sürdürülebilirliğin anahtarı olacağını düşünüyoruz. Bu anlamda geçtiğimiz hafta Odamızda düzenlediğimiz Kooperatifçilik Buluşmalarının da farkındalık yaratmak açısından önem taşıdığını düşünüyorum” diye konuştu.

İZMİR TARIMI UYARISI: İKLİM UYUMLU ÜRETİM VE SİGORTA ARTIRILMALI
İzmir’in tarım ekonomisine dair açıklamalarda bulunan Özgener, “İzmir bu açıdan çok önemli bir konumda. Ülkemiz genelinde tarım sektörü küçülürken, kentimizin tarım, ormancılık ve balıkçılık sektöründeki payının artıyor olması, doğru politikalarla bu alanın büyütülebileceğini gösteriyor. İzmir bugün süt ürünlerinde ülkemizin üretim merkezi; birçok sebze ve tarla ürününde lider konumda. Su ürünleri, süs bitkileri ve seracılık gibi alanlarda da hem üretim hem ihracat açısından ciddi bir potansiyele sahibiz. Bu potansiyelin kalıcı hâle gelmesi için tarımda akıllı dönüşümün kaçınılmaz olduğunu düşünüyoruz. İklim uyumlu üretim teknikleri, su yönetimi, ürün deseninin doğru planlanması ve tarım sigortalarının yaygınlaştırılmasının önümüzdeki dönemin stratejik başlıkları arasında yer alması gerektiği kanaatindeyiz. Tarımda üretimi ve istihdamı koruyamazsak, sanayide yaşanan sorunlara benzer bir kaybı bu kez gıda güvenliği ve kırsal istihdam üzerinden yaşama riskine de özellikle dikkat çekmek istiyorum. Bu nedenle tarımı da erken uyarı veren bir alan olarak görmek ve dönüşümü bugünden başlatmak zorunda olduğumuzu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu noktada; Ekonomi Yönetimi tarafından 2026 yılında dezenflasyon sürecine katkı sağlanması amacıyla; eğitim, gıda, konut ve enerji sektörlerinde arz yönlü politikalar ve kural bazlı düzenlemeler planlanıyor. Bu çerçevede, konuya ilişkin görüş ve önerilerimizi paylaşmak istiyorum. Hayvancılık sektöründe etkin denetim mekanizmalarının kurulması ve besi danası ithalatının piyasa ihtiyaçlarına göre planlı biçimde sürdürülmesi ile yerli üretime yönelik desteklerin artırılması gerektiğini düşünüyoruz” dedi.

‘KAMU ARAZİLERİ VE KİRALIK KONUT PROJELERİ FİYATLARI DENGELER’
İnşaat, emlak ve enerji sektörlerine dair yorumlarını aktaran Özgener, “Bir diğer önemli faaliyet alanı olan konut piyasasında ise; kamu arazilerinin kat karşılığı gelir paylaşımı modeliyle değerlendirilmesinin, merkezi hükümet-yerel yönetim iş birliğiyle kiralık konut projelerinin artırılmasının ve beş yıllık konut ihtiyacının veriye dayalı olarak planlanmasının arzı artırarak fiyat ve kira artışlarını dengeleyeceğini öngörüyoruz. Ayrıca inşaat sektöründe girdi maliyetlerinin (özellikle beton) etkin bir şekilde denetlenmesi, rekabeti bozucu uygulamalara karşı caydırıcı önlemler alınması ve konut kredi faizlerinin azaltılmasına yönelik desteklerin hayata geçirilmesinin konuta erişimi kolaylaştıracağını düşünüyoruz. Ülkemiz cari açığının finansmanı için yaşamsal bir öneme sahip olan enerji sektöründe; içinde bulunduğumuz enflasyonist ortam da göz önüne alınarak, doğru alanlarda etkin desteklerin uygun firmalara verilmesinin sağlanması, kendi enerjisini üreten fabrika ve nakliye araçlarına teşvik verilmesi, temiz enerji üreten evlere, fabrikalara ayrıcalıklar sağlanarak farklı enerji anlaşmaları ve ödeme paketlerinin sunulması, temiz enerji teşvikleri konusunda kamuoyunun farkındalığının artırılması ve bilgi akışının sağlanması gerektiğine inanıyoruz. Enerji verimliliği konusuna özel önem verilerek, uygulamalardaki iyileştirmeler ve kayıp-kaçakların en aza indirilmesine özel önem verilmesi yoluyla tasarrufun artırılması gerektiğine inanıyoruz. Bununla birlikte; yapay zekâya dair veri merkezlerinin artmasıyla enerji tüketiminin de artacağı öngörülüyor. Bu nedenle yapay zekâ temelli ortaya çıkacak ekstra tüketimin mutlaka temiz enerji kaynaklarından sağlanması ve geri dönüşümden sağlanacak malzemelerle ihtiyacın giderilmesine yönelik çalışmalar yapılması gerektiği fikrindeyiz” diye konuştu.

VERİLERİ DEĞERLENDİRDİ: İZMİR BÜYÜMEDİ
TÜİK’in açıkladığı Gayrisafi Yurt İçi Hasıla İzmir verilerine değinen Özgener, “Türkiye İstatistik Kurumu’nun 11 Aralık’ta açıkladığı ‘İl Bazında Gayrisafi Yurt İçi Hasıla 2024’ rakamlarına baktığımızda, İstanbul’un tek başına 13 trilyon lira ile Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’nın %29,2’sini sağladığını görüyoruz. Sektörel bazda ve İstanbul özelinde birkaç çarpıcı veriyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. İstanbul’un Türkiye’nin toplam bilgi ve iletişim faaliyetlerinden aldığı pay %64, finans ve sigorta %59,3, mesleki, idari ve destek hizmetlerinde %39; ticaret, ulaştırma, konaklama ve yiyecek hizmetlerinde %39,8 ve inşaat sektöründeki payı ise %27,8. Bunun 81 il açısından bakıldığında çok sağlıklı bir tablo olmadığını düşünüyorum. TÜİK verilerine göre toplam Gayrisafi Yurt İçi Hasıla içinde Ankara ise 4,7 trilyon lira ve %10,5 pay ile ikinci sırada. Verilere göre, İzmir 2024 itibarıyla yaklaşık 2,6 trilyon liralık ekonomik büyüklüğü ile üçüncü sırada ve %5,7 pay ile Türkiye’nin en büyük ekonomilerinden biri olmaya devam ediyor. Ancak bu ölçeğe rağmen, büyüme performansımızın Türkiye ortalamasının belirgin biçimde altında kaldığını görüyoruz. Ülkemiz ekonomisi 2024 yılında yüzde 3,3 büyürken, İzmir ekonomisinin büyümesi neredeyse sıfıra yakın (%0,01) seviyesinde gerçekleşmiş durumda. Bu tablo bize şunu söylüyor: Sorun İzmir’in potansiyelinin zayıf olması değil; mevcut potansiyelin yeterince büyümeye dönüşememesi. Daha da önemlisi, bu ayrışmanın arkasında yapısal bir konu olduğunu düşünüyoruz. Sektörel kırılıma baktığımızda, kentimizin sanayiden aldığı payın son yıllarda gerilediğini görüyoruz. Ülke sanayisi içindeki payımız düşerken, imalat sanayisindeki ağırlığımız da zayıflıyor. Bu durum, dezenflasyon sürecinin uzaması, kredi koşullarının pahalı ve erişimi zor olması ve yatırım iştahındaki zayıflamayla birlikte okunduğunda, İzmir sanayisinin parasal sıkılaşmadan görece daha olumsuz etkilendiğine işaret ediyor. Kişi başı gelir verileri de bu resmi tamamlıyor. İzmir’in kişi başı geliri yaklaşık 16 bin 900 dolar seviyesinde. Bu rakam Türkiye ortalamasının üzerinde olmakla birlikte, kentimizin üretim gücü ve insan sermayesi dikkate alındığında daha yüksek bir seviyeyi hak ettiğimizi düşünüyoruz. Son beş yıllık büyüme performansımızın Türkiye ortalamasının altında kalması da bu potansiyelin yeterince değerlendirilemediğini gösteriyor. Bu nedenle kentimizin büyüme hikâyesini yeniden güçlendirecek olan şeyin yalnızca talebi canlandırmak olmadığını düşünüyoruz. Asıl ihtiyacımızın; sanayiyi, tarımı ve hizmetleri verimlilik ekseninde birlikte dönüştüren bir yaklaşımı hayata geçirmek olduğunu değerlendiriyoruz. Sanayide yaşanan ölçek kaybını durdurmadan, tarımda verimlilik ve katma değeri artırmadan, hizmetlerde üretkenliği yükseltmeden kalıcı bir büyümeyi yakalamanın mümkün olmadığını analiz ediyoruz. Tekstil ve hazır giyimden tarıma, enerjiden teknolojiye kadar tüm alanlarda ortak hedefimizin; arz tarafını güçlendiren, verimliliği artıran ve en önemlisi istihdamı koruyarak rekabet gücünü kalıcı hâle getiren bir dönüşümü İzmir ölçeğinde hayata geçirmek olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu noktada belirleyici olan; kentimizin güçlü üretim ve insan kaynağı potansiyelini, doğru ve bütüncül politikalarla yeniden büyüme patikasına taşıyabilmektir” diye konuştu.

Özgener son olarak 2026 yılına dair mesajlarını şu şekilde aktardı:

Eşini satırla katletti: Caniye büyük ceza!
Eşini satırla katletti: Caniye büyük ceza!
İçeriği Görüntüle

“Yepyeni bir yıla girdiğimizi, ekonomik alanda ve ticarette yaşadığımız zorluklara rağmen yeni yıl için umut dolu olduğumuzu sizlerle paylaşmak istiyor, 2026 yılının ülkemiz, kentimiz ve Odamız için huzur, sağlık ve mutluluk getirmesini diliyor, sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.”