Bugün Pazar…
Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla...
Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü...
Bir kez daha...
Az bilinen ama…
Müthiş duygulandıran…
Ankara’nın sembolü Çankaya Köşkü’nde geçen...
Hüzün dolu bir gece boyunca yaşananları paylaşalım...
Bunu yaparken de...
O anıları kaleme alıp, bugünlere taşıyanları…
Saygıyla analım…
***
Bir sonbahar gecesi...
Çankaya Köşkü’nde klasik bir gece...
Hava biraz sıcak olduğu için...
Atatürk, sofranın dışarıya kurulmasını emrediyor...
Kısa bir süre sonra...
Hizmetliler...
Yaverler için ikinci bir sofra hazırlıyorlar...
“Sofra hazır Paşam...” derken...
Atatürk ayağa kalkıyor...
Konuklar da ayağa kalkarak Gazi Paşa’yı selamlıyorlar...
Kadınlı, erkekli neşeli büyük bir grup oluşmuştu...
Gramofonda zeybek havası çalıyordu...
Meclis’in en keyifli zamanıydı...
Herkes yerlerini aldı...
Yediler... İçtiler... Eğlendiler... Güldüler... Oynadılar...
Atatürk’ün sofrasında...
Belli bir zaman diliminden sonra...
O’nun en sevdiği Rumeli türküleri seslendirildi...
Gazi Paşa’nın sıkıntılı hali devam ediyordu...
O’nu neşelendirmek için arkadaşları...
Çok sevdiği zeybek gösterisi yaparlardı...
O’nu bile izlemek istemedi...
Sabaha karşı herkese mahzunluk çöktü...
Sesler, çalgılar yavaş yavaş kesildi...
Hava adamakıllı serinlemişti; herkes üşümeye başladı...
Misafirler ellerini öperek ayrıldılar...
Manevi kızı Afet Hanım...
“Paşam soğuk başladı; gidelim” dedi...
Ne var ki...
Atatürk, insanı iliklerine kadar ürperken serin havadan...
Ayrılmak istemiyordu...
Bütün gecelerini uykusuz geçiren Atatürk...
Sıhhatine pek düşkün değildi...
Yerinden bile kıpırdamadı...
Bütün gecelerini...
Neredeyse uykusuz geçiren Atatürk...
Sıhhatine pek düşkün değildi...
Yakınında...
Sadece hizmetlisi Cemal Granda ile...
Yaverlerden Celal Bey kalmıştı...
***
Gramofonda valsler çalmaya devam ederken...
Birden...
“Rakı istemez, yeter!” dedi...
O dakikadan itibaren...
Sadece müziği dinliyor ve düşünüyordu...
Biraz önce...
O bahçeyi neşeye boğan konuklar...
Yiyip, içmişler ve birer ikişer başlarını alıp gitmişlerdi...
Hepsinin evinde bir bekleyeni vardı...
Çoluğu çocuğu, eşi, anası, babası...
Atatürk ise...
Sadece düşünceleriyle baş başaydı...
Düşünebiliyor musunuz?
Koca köşkte yapayalnızdı...
Yalnızlığı öylesine hüzün vericiydi ki...
Bir gece...
Kendisini odasına çıkaracak bir adamı bile olmadığından...
Acı acı yakınmış...
Ne kadar bedbaht olduğunu anlatmak istemişti...
***
Sabah olmuştu...
Belki, üç-dört saat öyle kalmıştı...
Günün ilk ışıkları...
Ağaçlardan süzülünceye kadar orada kaldı...
Hala çenesini yumruğuna dayamış...
Olduğu yerdeydi...
Sonunda...
Yavaş yavaş doğruldu...
Ağır adımlarla köşke doğru yürümeye başladı...
Sessizce odasına girdi; kapıyı arkadan kilitledi...
Köşk o kadar ıssız ve sessizdi ki...
***
Bitiriyoruz...
Atatürk, belki yapayalnızdı ama...
Bütün benliği Türk Milleti’yle doluydu...
Bütün milletin kalbinde yeri vardı...
Aile mutluluğu...
Milletin sevgisiyle adeta yer değiştirmişti...
Nokta...
Sonsöz: “Onun saray içinde basit bir yaşayışı vardı... Hele sofrada, konuklar dağıldıktan sonraki yalnızlığı çok hüzün vericiydi... Bir gece kendisine bakan siyahi Naim Efendi de uyumuş ve Atatürk tek başına kalmıştı... Köşkteydim; yanına gittim... Bana şöyle yakındı: (Kemal Bey,bak ne kadar bedbahtım... Beni odama götürecek bir adamım bile yok!) Memleketi, bugünkü düzeyine yükselten Atatürk'ün ağzından bu ıstırabı duymak ne kadar hazinli... / Mim Kemal Öke – Atatürk’ün doktoru...”