Mısır uygarlığın penceresini yeniden açıyor
1 Kasım 2025 gecesi, Kahire’nin batısında Gize Piramitlerinin ihtişamlı siluetleri altında, insanlık tarihinin en büyük kültürel buluşmalarından biri yaşandı. Büyük Mısır Müzesi’nin (GEM) açılış töreni, ışık ve ses gösterileriyle gökyüzünü aydınlatırken, dünya liderleri bu tarihi ana tanıklık etmek için Kahire’de bir araya geldi.
Törende, Fransa Cumhurbaşkanı, İtalya Başbakanı, Ürdün Kralı, Suudi Arabistan Veliaht Prensi, Yunanistan Cumhurbaşkanı, Çin Devlet Başkanı’nın özel temsilcisi ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri hazır bulundu. Gize Platosunun piramitleriyle bütünleşen dev sahnede Mısır Senfoni Orkestrası, antik dönemin ezgilerini modern tınılarla buluştururken; gökyüzünde firavunların altın maskeleriyle betimlenen ışık oyunları hem geçmişin hem bugünün görkemini taşıyordu.
Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi, açılış konuşmasında şu sözleri söyledi: “Bu müze yalnızca taşların ve heykellerin evi değildir. Bu müze, Mısır’ın binlerce yıllık hafızasının yeniden doğuşudur.”
Bir hayalin gerçeğe dönüşü
Bu görkemli yapı fikri ilk kez 1992 yılında Hüsnü Mübarek döneminde ortaya atılmıştı. Amaç, Mısır’ın dağınık haldeki arkeolojik mirasını tek çatı altında toplamak ve ülkenin tarihini hak ettiği şekilde dünyaya sunmaktı. 2005’te temeli atılan proje, siyasi karışıklıklar, 2011 Arap Baharı, mali krizler ve pandemi nedeniyle defalarca ertelendi. Yaklaşık yirmi yıl süren bu süreç sonunda, bugün Gize Piramitlerinin hemen yanında yükselen dev yapı, nihayet tamamlandı…
Dünyanın en büyük arkeoloji müzesi
Yaklaşık 500.000 metrekare alana yayılan Büyük Mısır Müzesi, dünyanın tek bir uygarlığa adanmış en büyük müzesi olma özelliğini taşıyor. İçinde 100.000’e yakın eser sergileniyor; bu eserler, Mısır tarihinin yedi bin yıllık serüvenini anlatıyor.
Müzenin en dikkat çekici bölümü ise, Kral Tutankhamun’un mezarından çıkarılan 5.000 eserin tamamının ilk kez bir arada sergilenmesi. Altın maskesi, tahtı, savaş arabaları ve mezar eşyaları, ziyaretçilere; İngiliz arkeolog Howard Carter’ın 1922’de Luksor’da yaşadığı keşif heyecanını, günümüze de aksettirecek gibi görünüyor.
Ayrıca girişte, II. Ramses’in 11 metre yüksekliğindeki dev heykeli ve 3.200 yıllık dikilitaşı ziyaretçileri karşılıyor. Müzenin dev merdivenleri boyunca antik kralların heykelleri sıralanmış; üst katta ise Gize Piramitlerinin kusursuz bir çerçeve içinde göründüğü geniş bir cam cephe yer alıyor.
Batı’nın çaldıkları mirasın hikâyesi
Bütün bu görkemin ardında aslında bir sitem, hatta bir hak arayışı yatıyor. Çünkü Mısır, yüzyıllar boyunca Batı’ya taşınan en değerli hazinelerinin peşinde. Bugün Mısır halkı üç eserin özellikle geri verilmesini istiyor: Rosetta Taşı, Dendera Zodyağı (antik gökyüzü haritası) ve Nefertiti Büstü.
Rosetta Taşı, 1799’da Fransız ordusu tarafından bulundu. Ancak Napolyon’un yenilgisiyle taş, İngilizler tarafından savaş ganimeti olarak Londra’ya götürüldü. Bugün hâlâ Britanya Müzesi’nde sergileniyor.
Dendera Zodyağı, 1821’de Fransız bir ekip tarafından Yukarı Mısır’daki Hathor Tapınağı’nın tavanından kesilerek Fransa’ya taşındı. Şu anda Louvre Müzesi’nde bulunuyor.
Nefertiti Büstü ise, 1912’de Alman arkeolog Ludwig Borchardt tarafından ülke dışına çıkarıldı ve bugün Berlin’deki Neues Museum’da sergileniyor. Mısır, bu üç eserin “bilimsel keşif” bahanesiyle sömürge döneminde kaçırıldığını iddia ediyor.
Mısır’ın kültürel hakkı
Eski Turizm ve Eserler Bakanı Dr. Zahi Hawass, açılış konuşmasında şunu vurguladı: “Bu müze, Mısırlıların yalnızca geçmişlerine değil, haklarına da sahip çıktıklarını gösteriyor. Biz artık eserlerimizi geri istiyoruz, çünkü onlar bizim kimliğimizdir.”
Gerçekten de Mısır’ın bu talepleri, sadece tarihi objelerin iadesi meselesi değil; aynı zamanda, kültürel egemenlik ve hafıza hakkının yeniden tanımlanması anlamına geliyor. Yüzyıllar boyunca Batı’nın müzelerinde “medeniyet örneği” olarak sergilenen bu eserler, şimdi kendi toprağına ve ait oldukları uygarlığa kavuşmayı bekliyor.
Kültürün direnişi
Büyük Mısır Müzesi’nin açılışı, yalnızca bir ülkenin kültürel gururu değil, aynı zamanda insanlığın vicdanına yöneltilmiş bir çağrıdır. Çünkü bugün, uygarlığın başladığı topraklarda, tarih yeniden dile geliyor; taşlar, heykeller ve yazıtlar sessizce ama inatla bir hakikati dile getiriyor: “Biz buradaydık, biz vardık ve hâlâ buradayız.”
Tam da Mısır’ın güney sınırında Gazze’de bombalar yağarken, Lübnan’da ve dünyanın dört bir yanında insanlık kendi barbarlığıyla yüzleşirken… Kahire’nin göğünde yükselen bu müze, savaşın ortasında kültüre ve uygarlığa soluk veren bir nefes gibi… Bu nefes, aslında insanlığın kendine hatırlatmasıdır: Silahlar uygarlığı tehdit eder ve yıkar; oysa sanat, uygarlığı büyütür, insanlığı yüceltir, barışın ortak dili olur…
Mısır’ın bu dev eseri hem ekonomik hem kültürel anlamda geleceğe açılmış büyük bir kapı. Her yıl milyonlarca ziyaretçiyi ağırlayacak olan müze, ülkenin turizmine ivme kazandıracak, ekonomisini canlandıracak; ama bundan da öte, Mısır’a onurunu ve kültürel özsaygısını iade edecektir. Çünkü gerçek kalkınma, medeniyetin hafızasına sahip çıkmaktır biraz da!
Şimdi sıra Batı’da… Yüzyıllar boyunca “bilimsel keşif” adı altında Mısır’dan koparılan eserler, başka ülkelerin müzelerinde. Rosetta Taşı, Dendera Zodyağı, Nefertiti Büstü… Her biri, sadece tarihin değil, sömürünün de tanıkları. Bu nesneler, yalnızca sanatın değil, adaletin de yeniden yerini bulması için Mısır’a geri dönmelidir. Çünkü uygarlık, başkasının geçmişini çalarak değil, her halkın kendi hafızasına saygı duyarak ilerler. Gerçek evrensellik her kültürün kendi toprağında kök salmasına izin vermektir. Büyük Mısır Müzesi, işte bu evrensel bilinci yeniden hatırlatıyor. Piramitlerin gölgesinde yükselen bu yapı, yıkım çağında bir onarım eylemi, barbarlığın ortasında bir estetik direniş, insanın unutmaya karşı önemli bir savunma hattıdır. Belki de insanlığa fısıldadığı en sade ama en anlamlı cümle şudur: Uygarlık, silahların değil, kültürel değerlerine sahip çıkanların omzunda yeniden yükselecektir.”