Bazı kitaplar hayatınızı değiştirir, bazıları değişiminize ortaklık eder. Benim de kim olduğumu, hayata karşı nasıl durduğumu belirlememde rol oynayan, beni derinden etkileyen kitaplar ve yazarlar var. Okurken sayfalarının arasında kaybolduğum ve bitirdiğimde kendimi yeniden ancak bu kez küçük ya da büyük değişiklikler ile bulduğum kitaplar... Malum, sözcükler doğru işlenirse oldukça güçlü hatta sarsıcı olabilirler. Küçüklüğümden beri yetenekli bir hayalciydim, eğer bir yazarın satırları benim hayal gücümü harekete geçirebilecek kadar güçlü ve samimi ise, kolayca kitabın içine adım atabilir, kitabın kahramanları ile yaşayabilirim ve onlardan ayrılma vakti geldiğinde hep hüzünlenirim. Sonuçta bu bir bağ kurma meselesi.
Ben, henüz lisedeyken iyi bir kitabın asla eskimediğini öğrendim. Hani sizi her yaşınızda, her duygunuzda yakalamayı ve sizinle konuşabilmeyi, size yeni keşifler yaptırmayı başaran kitaplar vardır ya, onlardan bahsediyorum. Bu nedenle lise dönemlerinden bu yana içime işleyen kitapları kütüphanemin ayrı bir köşesine yerleştirir ve 2-3 senede bir geri döner okumaya başlarım. Bazen gelişigüzel seçerim kitapları, bazen kafamın içinde cevap arayan soruların rehberliğini kabul eder, seçimimi ihtiyaçlarıma göre belirlerim.
Bugüne kadar hiç yanılmadım. Her defasında yeni bir şeyler keşfederek, yeni fikirler yeşerterek, yeni cevaplar bularak, yeni sorular sorarak ve değişerek tekrar rafa kaldırırım kitapları… Kitaplarla aramdaki bu ilişki ve her yeni okumada hissettiğim farklılıklar bana sürekli değiştiğimi hatırlatıyor. Zaman akarken yaşadıklarım, duyduklarım, gördüklerim, hissettiklerim, tanıştığım insanlar beni başkalaştırıyor. Her saniye bir önceki saniyeyi yaşayan kişiden farklı birine dönüşüyorum. Değişim kaçınılmaz ve sürekli, kim söylediyse doğru söylemiş. Aynı kitabın farklı zamanlarda aynı kişiye bu kadar farklı mesajlar verebilmesi, değişimi anlatan güzel bir örnek değil mi?
Ben tam da yeniden okuma dönemini yaşarken, geçen gün buluştuğum yakın bir arkadaşım 2 sene önce verdiği bir karardan dolayı ne kadar pişman olduğunu anlatıyor, kendisine olan kızgınlığı hatta öfkesi ile baş etmeye çalışıyordu. Bu mücadele o kadar çetin geçiyordu ki verdiği 'yanlış' kararın geri dönüşünün ne kadar basit olduğunu fark edemiyordu. İşte biz çoğu zaman bunu yaparız. Geçmişte aldığımız kararlara bakarak kendimize kızar, kendimizi cezalandırırız. Oysa 2 sene önce o kararı veren kadın ile bugün karşımda kendisini cezalandırmaya çalışan kadın birbirlerinden ne kadar farklı. Aralarında koskoca 2 sene var. 2 senelik yaşanmışlık, 2 sene fazladan tecrübe ve en önemlisi kararın sonucunu bilen bir hafıza… Bu hiç adil değil, eleştirmek tamam ama bugün olduğumuz kişi olarak geçmişte kalan bize öfkelenmeye, ona kızmaya ne hakkımız var. Ya da ne fayda?
Geçmişle hesaplaşmaya çalışırken bugüne ait bir sürü önemli olayı ve değerli duyguyu kaçırıyoruz. Hatalarımızdan dolayı bizi en acımasız şekilde eleştiren çoğu zaman yine kendimiz oluyoruz. Oysa ne güzel demiş atalarımız 'bugünkü aklım olsaydı' diye, çünkü o karar alınırken bugünkü ben değildim, kararımı etkileyen dinamikler, şartlar, tecrübeler farklıydı. Dünya değişiyor, zaman, insanlar, biz… Hepimiz değişiyoruz. Ben artık verdiğim kararlar yüzünden kendimi yargılamıyor ve suçlu bulmuyorum. Bugün değiştirmem gereken bir karar vermişsem eğer ve mümkünse değiştirmenin yollarını arıyorum.
Aynı kitabı aynı gözlerle farklı bir kişi olarak okumak gibi, geçmişte verdiğiniz kararlara farklı biri olarak baktığınızı unutmayın ve kendinize neden böyle yaptım diyerek yüklenmek yerine sonrasına odaklanın…
Keyifli bir hafta diliyorum;