İstiklal marşımızın ulusal savaşın o zor günlerinde Mehmet Akif Ersoy tarafından nasıl yazıldığı herkesin malumudur. Marşın yazarı Mehmet Akif Ersoy o sırada mecliste Burdur milletvekili olarak görev yapıyordu. Maarif Vekaletince ulusal marş için bir yarışma açılmıştı. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver, para ödülü olduğu için bu yarışmaya katılmayı reddeden Mehmet Akif'i ikna etmesiyle süreç başladı. Yarışmaya 724 eser katıldı. Akif'in kahraman ordumuza ithaf ederek yazdığı eser başarılı bulunarak yarışmayı kazandı. Mehmet Akif yarışma ödülü olarak konulan 500 lirayı fakir kadın ve çocuklara iş öğretmek amacıyla kurulan 'darü'ül mesai' adlı kuruluşa bağışladı. O bağışı yaptığı sırada cebinde sadece iki lirası vardı.

Bundan sonra Maarif Vekaleti marşın bestelenmesi için İstanbul Maarif Müdürlüğü'nden bir beste yarışması açmasını ister. Açılan yarışmaya; aralarında Ali Rıfat Çağatay, Giriftzen Asım Bey, Hüseyin Saadettin Arel, Lem'i Atlı, Saadettin Kaynak, Rauf Yekta Bey ve Osman Zeki Üngör gibi devrin ünlü müzisyenlerinin de aralarında bulunduğu 55 eser katışır. Yarışma sonucunda Ali Rıfat Çağatay'ın bestesi birinci seçilir. Yarışma bittikten sonra birinci seçilen eser üzerinde tartışmalar gündeme gelir. Yapılan eleştirilerin en önemlisi ise Ali Rıfat Çağatay'ın batı müziği formunda bir eser vücuda getirememiş olmasıdır. Böylelikle karmaşık bir durum ortaya çıkar. Çok ilginç bir şekilde 1924 yılına kadar Türkiye'nin değişik yerlerinde farklı İstiklal Marşları çalınır. Örneğin Edirne'de müzik öğretmenliği yapan Ahmet Yekta Madran'nın bestesi İstiklal Marşı olarak çalınır. Yine İzmir'de müzik öğretmeni İsmail Zühtü Bey'in eseri marş olarak çalınır. İstanbul'da ise Zati Arca ve Ali Rıfat Bey'in eserleri marş olarak okunur. Bu duruma bir son verebilmek amacıyla Maarif Vekaleti 1924'te komisyon kararıyla Ali Rıfat Çağatay'ın eserini tüm Türkiye'de İstiklal Marşı olarak kabul eder. 1924'den 1930 yılına kadar da bu eser tüm Türkiye'de İstiklal Marşı olarak okunur.
Değerli Ege'de Son Söz okurları, bizim şimdi okuduğumuz ve 1930'dan sonra tüm Türkiye'de İstiklal Marşı olarak kabul edilen marşın yaşadığımız kent İzmir için önemi çok büyüktür. Zira Osman Zeki Üngör bu besteyi Türk ordularının İzmir'e giriş günü olan ve emperyalist işgalden kurtulduğumuz 9 Eylül 1922'den esinlenerek bestelemişti. İzmir'in Kurtuluş Savaşı'nın nihai hedefi ve hem kurtuluşun hem de kuruluşun sembol kenti olması bu esinlenmede başat rol oynamıştı. Bunu nereden mi biliyoruz? Marşın bestecisi Osman Zeki Üngör -ki 1930'da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefidir-, bakınız bu süreci kendi cümleleriyle nasıl anlatıyor: 'İstiklal Savaşı'nın devam ettiği günlerde ben Müzika-yı Hümayun muallimi idim. Şişli'de Uğur apartmanının dört numarasında oturuyordum. Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir'e geldiklerinden iki veya üç gün sonra evimde talim terbiye heyeti azası dostum merhum Haydar ile oturuyorduk. Kapı çalındı ilkokul öğretmeni merhum İhsan geldi, büyük bir heyecan içinde süvarilerin İzmir'e gelişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk, hemen kalkıp piyanonun başına geçtim ve derhal içimden doğan parçayı çalmaya koyuldum. Böylece marşın ilk 'Ti' yerine kadar olan akoru çıktı. Bu şekilde üç mezur yaptım. Arkadaşlarım 'aman' dediler ' Bu çok güzel bir şey olacak' bunun üzerine İhsan'a İzmir'in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün ayrıntısı ile anlatmasını istedim. O anlattı… Ben çaldım… Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi günde çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlarıma gösterdim. Çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği Milli Marş olarak takdime karar verdim.'
İşte yaşadığımız kent İzmir'in Cumhuriyet için, bu ülke için ne kadar değerli olduğunu gösteren en önemli ayrıntılardan bir tanesi daha. Bu toprakların en çağdaş kenti İzmir, taşıdığı o devasa tarihsel birikimle bu zor günlerde direncimizin ortak paydası olmaya devam ediyor. Hep söylediğimiz gibi İzmir bir Cumhuriyet çiçeğidir ve aynı umut ve kararlılıkla hep öyle kalacaktır…