Her yılın sonuna doğru köşe yazılarında, geçen yıl hakkında yorumlar yapılır ve gelecek yıldan beklentiler sıralanır. Artık bayatlamış bu formatı şimdi televizyon ekranlarında görüyoruz. Spordan ekonomiye, dış politikadan eğitime, sağlıktan tarıma her konuda her şeyi bilen kadrolu elemanlar eskilerin deyimiyle ile ahkâm kesiyorlar!

Nefret etmeme karşın bu kafileye katılmayı çok isterdim. Çünkü 2025 yılının bir özelliği var ve bunu yazarken keder ve öfke duyguları içindeyim. Neden mi? Nedeni çok acı. 2025 yılını diğerlerinden ayıran fark bir cinayete tanık olmasıdır! 2025’te bir cinayet işlendi. Orta sınıf, eski ceza hukuku deyimi ile taammüden yani bilerek, isteyerek ve planlayarak katledildi! Yine eski deyimle maktul yani öldürülen orta sınıf, ülkenin ve dünyanın gözü önünde; aynen kadın cinayetleri gibi hunharca katledildi! Cinayeti planlayarak ve öldürenleri herkes biliyordu. Tıpkı Marquez’in ünlü “Kırmızı Pazartesi” romanında olduğu gibi…

Orta sınıfın katilleri belli: Neoliberalizm, Dünya Bankası, İMF, CİA ile 24 Ocak 1980 gününden itibaren ülkeyi yöneten iktidarlar! Cinayet uzun süre için planlandığından maktule zehir verir gibi ekonomik, sosyal ve siyasal politikalar şırınga edildi. 24 Ocak 1980 tarihi, cinayetin teşebbüsten fiile geçiş tarihidir. Bu örgütlü cinayetin failleri o gün niyetlerini açığa vurmuşlardı. Tarım kesimine verilen destek kaldırılacak, çalışan kesimin ücretleri dondurulacak, 29 Ekim 1923 tarihinden bu yana kurulan kamu kuruluşlarının tamamı yok pahasına elden çıkarılacaktı. Buna karşı çıkan olursa o zaman zor kullanılacaktı. Nitekim faillerden CİA devreye girmiş ve Kenan Evren ve beş generale 12 Eylül 1980 darbesini yaptırmıştı.

O güne kadar iktidarlar göreceli olarak orta sınıfa olanaklar tanıyorlardı. Orta sınıf, kamu görevlisi, özel sektörde beyaz yakalı ve serbest meslek mensubu olarak yaşamını sürdürüyordu. Avukat, mühendis, doktor, muhasebeci, öğretmen, akademisyen, gazeteci ve esnaf kimlikleriyle toplumun önemli bir kesimini oluşturuyordu. Ülkenin yazgısı üzerinde düşünceleri vardı ve seçimlerde bunu ortaya koyabiliyordu. Gelecekten umutluydu. Olanakları ölçüsünde bir konut ve araba sahibiydi veya bunları alabilecek güçteydi. Yılda bir kez tatil onun en doğal hakkıydı.

Orta sınıfı ayakta tutan kırsal kesimdi. Yaşamak için zorunlu gıdalar; buğdaydan sebze ve meyveye, pamuktan hayvancılığa ve balıkçılığa uzanan bu sektör gücünü ülkenin tarıma elverişli toprakları ile üç yanı denizlerden oluşan mavi vatandan sağlıyordu. Maktul orta sınıf geliştikçe çiftçiler örgütleniyor, kooperatifler kuruyor, devlet desteğiyle üretimi çoğaltmaya çalışıyordu.

Orta sınıfın en büyük özelliği ülkedeki demokratik yaşamın olmazsa olmazıydı. Yakın geçmişe baktığımızda, çağdaş demokrasilerin egemen olduğu rejimlerin sağlam bir orta sınıfa sahip olduklarını görüyorduk. Orta sınıf demokratik rejimin motoruydu. İşçi sınıfının güçlü sendikalarıyla birlikte otoriter ve faşist rejimlere karşın sigorta görevi üstleniyordu. Marjinal gurupların böyle bir ortamda yaşaması çok zordu. Ama neoliberalizm denilen insanlığın baş belâsı heyulânın demokrasi diye bir sorunu yoktu! Nitekim neoliberalizmin Frankeştayn’ı Milton Fredman ilk deneyimini labaratuvar olarak kullandığı faşist Pinoşe’nin Şili’sinde gerçekleştirmişti. Neoliberalizm, işlediği seri cinayetlerin sonuncusu olarak da ülkemizdeki talihsiz orta sınıfı seçmişti.

Uzun vadeli cinayetin ilk aşaması tarım kesiminden başladı. Türkiye hızla kendine yeterli bir tarım ülkesi olmaktan çıkarılmalı, gelişmiş ülkelerin ürünleriyle hayvanlarına açılmalıydı. Köylerdeki beş, on hayvanla sütçülük yapan aile işletmeleriyle, küçük tarım işletmeleri ortadan kaldırılmalı onlara olanak sağlayan kooperatifler ve birlikler tasfiye edilmeliydi. Cinayete ortak edilen medya ile iş birliği yapılarak köylerin boşaltılması sağlanmalıydı. Dünya Bankası İMF gibi uluslararası kuruluşlar devreye girdiler. Önce tarım kesimine can suyu olan devlet desteği göstermelik dereceye indirildi. Kooperatiflere devletin yardımı yasayla yasaklandı. Tarıma dayalı büyük kamu kuruluşları Tekel, Zirai Donatım Kurumu, Toprak Mahsulleri Ofisi, Zeytincilik ve Bağcılık Enstitüleri işlevsiz hale getirildiler. Tarlalarını boşaltan köylüler metropollerin hay huyu içinde kaybolup gittiler. Sonuç çok acıklı oldu. Buğday Rusya ve Ukrayna’dan, mercimek Kanada’dan, Kuru fasulye Meksika’dan, canlı ve karkas et Arjantin’den getirildi. Meyve sebze yetişen tarlalarda beton binalar yükseldi. 2025 yılında can çekişen orta sınıf kış ortasında pahalılıktan ıspanak, pırasa, elma, portakal yiyemez oldu. Ömür boyunca çalışan ve mutlu bir dinlenme bekleyen orta sınıf emeklileriyse açlık sınırının altındaki maaşlarıyla yerlerde sürünür oldular.

Orta sınıfa yandaş işçilerin anayasal ve sendikal hakları kâğıt üstünde kaldı. Sendika ve üye sayıları hızla azaldı. Mevcutların toplu sözleşme ve grev hakları fiilen kullanılmaz hale geldi. Bir işyerinde sendika kurmak isteyen işçilere patronlar kapıyı gösterdiler ve tazminatsız işten attılar. Karşı koyanlar da karşılarında devletin polisi ve jandarmasını buldular! Mavi yakalı, beyaz yakalı ayrımı artık tarih sayfalarında kaldı!

Ülkemiz gelir dağılımındaki adaletsizliğin dünya şampiyonu oldu. Bunun yansıdığı ilk görüntü korkunç bir sınıf çelişkisidir. 2025’te katledilen orta sınıftan sermaye kesimine aktarılan günleri yaşıyoruz. Ülkenin büyük çoğunluğu, çok küçük bir azınlığa hizmet ediyor. Cinayet işlenmiş ve olay yeri incelemesi bile yapılmamıştır!

Ama bir acı gerçeği de ıskalamamak gerekiyor. Demokrasiye yaşam veren orta sınıf bunun değerini bilememiş seçimlerde ve halkoylamalarında verdiği kararlarla katillerin işini kolaylaştırmıştır. Her şeye karşın umudumuzu korumak için bir neden var. Cinayetin başlangıcından günümüze kadar susan orta sınıf çocukları durumun farkına vardılar. 12 Eylül 1980 öncesinin Dev-Genç’i, umutsuz ve çaresiz Ev-Genc’ine dönüşünce tehlikeyi gördüler. Atanmayan öğretmenler, moto kuryelik yapan mühendisler, mülâkatta elenen okul birincileri gelecekleri için ayağa kalktılar. Kanunsuz olduğu iki önce yargı kararıyla belirlenen 19 Mart 2025 yasağını barikatları aşarak Saraçhane’yi dolduran üniversite gençleri orta sınıf cinayetinin farkına vardılar.

Tek umudumuz orta sınıfın katlinden doğan boşluğu onların çocuklarının doldurmasıdır. Demokrasimiz ancak bu şekilde yeniden küllerinden doğabilir. Umudumuz cinayetten sonra taziyeleri kabul eden gençlerimizdir!