Sevgili günlük, zaten epeydir çivisi çıkmış dünya düzeni Trumpgiller’in yönetimi sayesinde iyiden iyiye sarpa sardı. Doğrusu, artık güvenebileceğimiz kurallı bir dünya düzeni kaldı mı, ondan da emin değilim. Sadece ben değil, pek çok kişi böyle düşünüyor. Alışverişte ya da doktorda sıra beklerken falan, önüme gelen hiç tanımadığım Amerikalılara dert yanıyorum; Trumpgillerin, daha iki ay dolmadan başımıza açtığı ve bilahare açacağı dertlerden nasıl kurtulacağız, dur durak bilmiyorlar, her gün yeni bir şok haberle yerlerimizden fırlıyoruz, yok artık bu kadarı da olmaz diye!

En son 9 Mart’ta, Filistin asıllı, Kolombiya Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi ve Amerika’da süresiz oturma iznine sahip yeşil kart sahibi Mahmut Halil, üniversitede Filistin yanlısı protestolara öncülük ettiği gerekçesiyle, sınır dışı edilmek üzere göz altına alındı. Arakasından, Trumpgiller’den, daha muhteşem haberler gelmeye başladı: Amerika’daki üniversitelerde Filistinlileri destekleyen gösterilere katılan ne kadar öğrenci varsa, yakalanıp sınır dışı edilmek üzere göz altına alınacak! Ayrıca, Filistin yanlısı gösterilere izin veren üniversitelerin federal fonlarının tamamı kesilecek. Bu kapsamda ilk olarak, Kolombiya Üniversitesi’nin 400 milyon dolarlık fonu kesildi. Sırada altmış üniversite daha var… Aynı zamanda, Filistin yanlısı gösterilerin Yahudi öğrencileri korkuttuğu ve bunun Yahudi öğrencilere karşı ayrımcılık manasına geldiğini savunan Trumpgiller’in, protestoların yer aldığı üniversitelere yaptığı baskı yüzünden, şimdiye dek üç üniversitenin üç kadın rektörü, baskılara dayanamayarak istifa etti. Baskı dediğime bakmayın, kadın rektörlere yapılan tam bir tacizdi ya da mobbingdi demek daha doğru olur…

Sevgili günlük, Trumpgiller’in Amerika’nın içini ve dışını karıştırmakla meşgul olduğu bu süreçte, 10 Mart’ta Suriye’nin geçici başkanı ve HTŞ lideri Colani ile SDG lideri Mazlum Abdi, adına “Entegrasyon Anlaşması” denen bir mutabakat imzaladı. Suriye’nin batısında yer alan ve 6 Mart’ta başlayan Alevi pogromunun üstüne gelen bu ani anlaşma; HTŞ’nin, emrindeki cihatçı grupların Alevilere yönelik katliamlarına engel olamadığı gerekçesiyle sorgulanan otoritesine, şimdilik bir meşruiyet kazandırmış gibi görünse de Suriye’nin geleceği daha uzun süre belirsizliğini koruyacağa benziyor.

SDG ile Colani arasındaki anlaşmaya gelince; iki temel konuda büyük bir eksiklik taşıyor ki bu temel konular anlaşmaya eklenmediği sürece, Suriye’de demokratik ve çatışmasız bir devletleşme sürecinin yaşanması çok zor görünüyor. Anlaşmadaki maddelerden biri; “devlet kademelerinde liyakatin esas alınacağı ve etnik-mezhepsel ayrımcılığın önüne geçileceği” idi. Bu maddedeki eksik nokta, “toplumsal cinsiyet eşitliğine” dair açık bir ilkenin yer almamış olmasıdır. Kadınların devlet kademelerinde nasıl bir konuma sahip olacağına dair herhangi bir düzenleme yapılmadan, Suriye’de gerçek bir demokratik yönetim kurulacağını düşünmek gerçekçi değildir. Bu bağlamda, Suriye’nin geleceğinde kadınların toplumsal statüsünün net bir şekilde tanımlanması, cinsiyet ayrımcılığının yasaklanması hayati öneme sahiptir.

HTŞ’nin ideolojik yapısı ve kadına bakışı

Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), kökleri El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi’ne dayanan, radikal İslamcı bir örgüttür. Her ne kadar son yıllarda Batı ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışan bir söylem geliştirse de temel dünya görüşü halen, cihatçı ve Selefi bir anlayış üzerine kuruludur. Bu anlayış, kadınların kamusal alandaki varlığını kısıtlayan, onların toplumsal rollerini yalnızca aile içinde tanımlayan bir zihniyete sahiptir.

HTŞ’nin kontrol ettiği bölgelerde kadınların kıyafetlerine, çalışma haklarına ve toplumsal rollere dair ciddi sınırlamalar getirildiği malum. HTŞ’nin bu geçmişiyle ve şeriata dayanan zihinsel kodlarıyla, SDG gibi laik bir yapının temsilcisi Mazlum Abdi ile entegrasyon sürecinde; kadın haklarını güvence altına alacak bir toplumsal sözleşmede uzlaşılmadığı  takdirde, kadınların toplumsal statüsü ciddi risk altında kalacak.

Bu noktada, entegrasyon anlaşmasının sadece etnik ve mezhepsel ayrımcılığı yasaklaması yeterli değildir. Cinsiyet eşitliği açıkça vurgulanmalı, kadınların devlet yönetiminde, kamu kurumlarında ve toplumsal hayatta eşit bir statüye sahip olması anayasal güvence altına alınmalıdır. Aksi halde, kadınları dışlayan yapı, geriye dönüşü mümkün olmayan derecede bir süreklilik kazanabilir.

Kadınların kamudaki statüsü neden açıkça tanımlanmalıdır?

Suriye’de kadınlar, savaş öncesinde bile kamu kurumlarında düşük oranlarda temsil ediliyordu. Ancak savaşın getirdiği yıkımla birlikte, birçok kadın savaşın yükünü omuzlamak zorunda kaldı ve toplumun yeniden inşasında kritik roller üstlendi. Savaş boyunca kadınlar; sağlık, eğitim, yardım ve yerel yönetim alanlarında aktif olarak çalışarak toplumun ayakta kalmasına katkıda bulundular. Şimdi, yeni bir devlet yapılanması oluşturulurken, bu kadınların haklarını göz ardı etmek kabul edilemez. Devlet kurumlarında cinsiyet eşitliğini sağlayacak politikalar geliştirilmezse, savaş süresince elde edilen kazanımlar hızla kaybedilebilir ve kadınlar yeniden ikincil bir konuma itilmiş olur. Ayrıca, kadınların kamu kurumlarında eşit şekilde yer alması, sadece bir hak meselesi değil, aynı zamanda devletin demokratik niteliğini belirleyen bir unsurdur.

Kadınların kamu kurumlarında yer almasının önündeki engellerin kaldırılması için:

  • Kamuya alımlarda cinsiyet eşitliği sağlanmalı ve kadın kotası uygulanmalıdır.
  • Kadınların çalışma hakları anayasal güvence altına alınmalıdır.
  • Kadınların siyasi temsili artırılmalı ve bakanlık düzeyinde kadınlara yer verilmelidir.
  • Kadın haklarını koruyacak bağımsız mekanizmalar oluşturulmalıdır.

Laiklik: Suriye için hayati bir ilke

“Entegrasyon Anlaşması’nın” ikinci eksik yanı ise, devletin nitelikleri ile ilgili laik yönetim biçimin açıkça belirtilmesi meselesidir. Suriye’nin çok dinli ve mezhepli yapısı göz önüne alındığında, laiklik ilkesinin can alıcı bir önemi vardır. Suriye’de Sünniler, Şiiler, Aleviler, Hristiyanlar, Dürziler ve diğer birçok dini grup bir arada yaşamak zorunda. Devletin herhangi bir dini veya mezhebi referans alması, kaçınılmaz olarak toplumsal gerilimlere yol açacaktır.

Bu da Suriye gibi çok dinli, mezhepli ve hassas dengeler üzerine kurulu bir toplumda, çatışmalara ve gerginliklere kaynaklık etmeye devam edecektir. Yalnızca laiklik ilkesi; devletin tüm dinlere eşit mesafede durmasını ve vatandaşların inanç özgürlüğünü güvence altına almasını sağlayarak, uzun vadeli barışın temelini oluşturabilir, bu göz ardı edilmemelidir…

Elbette ki 10 Mart’ta imzalanan entegrasyon anlaşması, Suriye için sadece bir başlangıç niteliği taşıyor. Ancak anlaşmanın içinde laikliğe ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dair net ifadelerin yer almaması, ilerleyen süreçte, telafi edilemez, ciddi sorunlara yol açabilir. Bu yüzden, entegrasyon sürecinde eksik bırakılan bu iki temel konu—kadın hakları ve laiklik—yeniden ele alınmalı ve Suriye’nin geleceğinde merkezi bir yer edinmelidir. Bu ilkeler olmadan, barış ve eşitlik temelinde bir devlet kurmak mümkün değildir.

Sevgili günlük, dertleşeceğimiz daha çok konu var, zira Trumpgiller’in içine ettiği yeni dünya düzeni, başta da belirttiğim gibi yeni bir dünya düzeni değil “yeni bir dünya kaosu” yarattı. Bu minvalde, seninle ve değerli okuyucularımla yedi gün 24 saat dertleşsek bile gündeme yetişemeyiz. Daha ziyade sanat, sinema ve edebiyat içeriklerine dayanan yazılarda buluşmak ümidiyle diliyorum…