Barış, çoğu zaman varlık bulabilen bir kavram değildir. Çünkü barışa ulaşmak, yalnızca siyasi bir anlaşmadan çok daha fazlasını gerektirir. Barış, birbirini anlamaktan ve sabırla birleştirici bir dil kullanmaktan geçer. Bu, elçilerin işidir. Ve elçilik, gönüllü bir cesaret ister.

Barışı temsil eden elçiler, zaman zaman karanlık bir yolculuğa çıkarlar. Onlar, silahların, tehditlerin, öfkelerin tam ortasında, adeta diken üstünde yürürler. Bu yürüyüşte, çoğu zaman takdir edilmez, hatta çoğu zaman hedef alınırlar. Gel gör ki bu yolculukları seçmişlerdir. Çünkü barışı savunmak, bir ideali savunmak, bunun bedelini ödemek ve fedakârlık yapmak demektir.

Toplumlar çatışırken suskunluk büyür. Öfke, kanıksanır. Kavga, kemikleşir. Ve biri çıkar; bir masa kurar, Bir sandalye çeker ve der ki: “Konuşalım.”

Çünkü çatışma uzadıkça, taraflar saflaşır. Radikaller nefretle bakar: “Ya bizimlesin ya hain!” Devlet kuşkuyla yaklaşır. Oysa, elçi ne hain ne ajandır. Sadece, yol almaya çalışandır. Yola çıkmış bir yolcudur. Çoğu zaman bu yüzden en çok cezalandırılandır.

Elçiyi kurşunla öldürmeyebilirler. Ama adını, haysiyetini, hatırasını öldürürler. Bir gün “vatan haini” diye yaftalanır. Ertesi gün “örgütün adamı” diye dışlanır. Kendini anlatacak alanı kalmaz. Susarsa da suçlanır konuştukça da…

Elçilik sadece hariciye mensuplarının işi değildir. Kimi zaman bir sanatçının, kimi zaman bir siyasetçinin, kimi zaman bir kanaat önderinin omuzlarına biner bu yük. Resmî kimliklerin ötesinde, bir duyarlılık biçimidir elçilik. Dilsizleşmiş kesimlere kelime, unutulmuş acılara tanıklık, görülmeyene ayna tutmaktır.

Elçi olmak, çoğu zaman bir ömürlük bedel ister. Bir gün halk seni alkışlar. Ertesi gün aynı halk seni yuhalar. Bir gün devlet sırtını sıvazlar. Ertesi gün seni yalnız bırakır. Elçi yine de kelimelere sarılır. Çünkü kelimeler biterse, silahlar konuşur. Elçi yürümeye devam eder. Çünkü elçi durursa, herkes düşer.

Barış, bir yokuştur, en dik ve en uzun. Bir elçi ölürse, kim tırmanır bu yokuşu? Bir elçi susunca, barış ne zaman, nasıl gelir?

Toplumlar, elçilerin ne kadar zor bir görev üstlendiklerini, çoğu zaman tam anlamıyla kavrayamazlar. Onların görevini yerine getirebilmesi yürek ister. Onlar hem kendi halklarına hem de karşıt görüşlere karşı bir denge kurmaya çalışırken, en çok zorlananlardır. Gerçek şu ki: Elçiye zeval olur. Çünkü elçilerin görevi sadece mesaj taşımak değil, aynı zamanda toplumsal bir değişimin öncüsü olmaktır. Ne yazık ki bu öncülük, her zaman alkışlarla değil, çoğu zaman yalnızlıkla, tehditlerle ve dışlanmışlıkla başa baş gider…

Barış için elçi olan herkes fedakârlık yapmak ve bedel ödemek zorundadır. Bu yüzden toplumlar, barış elçilerine çok şey borçludur; zira onlar, her türlü düşmanlığın, kin, öfke ve önyargının ortasında, sadece sözle, bazen bir gülüşle bazen de sabırlı bekleyişle bir yol, bir uzlaşı arayışına baş koyanlardır.

Barış elçilerine saygı duymalıyız, çünkü onlar umudun adıdır! Onların cesaretleri, inançları ve fedakârlıkları, tüm taraflar ve barış adına önemli bir değer taşır. Barış ise zorlu bir süreçtir. Savaş açmak kolay, barışmak güçtür. Barış, zorlu bir görevdir çünkü onun sağlanması, insanların önyargılarını, korkularını, eski düşmanlıklarını ve travmalarını aşmayı gerektirir. Bir toplumun veya iki farklı tarafın barışa ulaşması, sadece sözler veya anlaşmalarla değil, derin bir anlayış, sabır ve çaba ile mümkün olur.

Öncelikle, insanların zihinsel ve duygusal engelleri vardır. Toplumların birbirine duyduğu güvensizlik, geçmişte yaşanan travmalarla birleşince, barış için atılan her adım, eski acıları yeniden canlandırma riskini taşır. Bu da barışa giden yolu daha da karmaşıklaştırır.

Barışın sağlanması için elçilik yapan bir kişi, bu zorlukları aşmak zorundadır. Bu, tek bir kişinin yapabileceği bir şey değildir; çünkü barış, iki tarafın da eşit şekilde bir araya gelip birbirini anlaması ve kabul etmesiyle mümkündür. Bu kabul, tarihsel, kültürel ve sosyal bariyerleri aşmayı gerektirir. Barış elçisinin görevi, sadece iki tarafta anlaşmazlıkları çözmek değil, aynı zamanda karşılıklı güveni inşa etmek, insanlar arasındaki insani bağları güçlendirmektir. Dolayısıyla barış, sadece bir arada yaşama iradesi değil, aynı zamanda duygusal ve zihinsel bir dönüşüm sürecidir. Tam da bu yüzden, barışı sağlamak ve sürdürmek zorlu bir görevdir.

Madem ki barış kimden gelirse gelsin, vahadaki tek damla su kadar kıymetlidir; öyleyse, barış için yola çıkıp, bu tek damlayı kurak çöllere taşımaya çalışan yolun yolcularına, elçilerine selam olsun demek ve barış gönüllülerine omuz vermek boynumuzun borcu olsun…