Akıllara zarar bu ülke ahvalinde; kafa göz yaran siyaset gündemine bakıp da kalem oynatmanın neye yarayacağını düşünürken…
Kaldırımda karşıma çıkan çelimsiz bir limon ağacının etrafa yaydığı o mis gibi limon çiçeği kokusunu içime çekerek hatıralarımın peşine düşüyorum.
***
Doğup büyüdüğüm dede evinin bahçesindeki iki limon ağacından etrafa yayılan o muhteşem koku geliyor burnuma…
Ilık ılık esen bahar yelinin odaya doldurduğu o büyüleyici koku ile yeniden ayağa kalkan babaannemin ev halkına komut veren sesini işitir gibi oluyorum…
“Bahar eyyamı gelmiiş… Bakıverin şu mübarek limon çiçeğinin kokusunaaa…
“ Hadi davranın … Koca kış içerlere kapandık kaldık…
Hızır-İlyas kavuşmadan bir an önce bahçeye düzenimizi kuralım…”
Basmane tren istasyonundan hareket eden motorlu trenin, ekspresin ya da banliyö treninin birbirinden farklı düdük seslerinden günü ve saati anlayıveren…
Vakti de nakdi de çok iyi idare eden İhsan hanım, o tez canlı hali ile…
Heyecan içinde; odadan bahçeye, bahçeden odaya girip çıkıp duruyordu…
***
Elini entarisinin yakasından içeri sokup göğsünden çıkardığı çıkınındaki paraları avucumun içine bir bir sayıp da…
“Hadi bi’koşu bakkala git, iki tane Öküzbaş çivit al da gel” diyordu. Para koyduğu elimi sımsıkı yumruk yaparken.
“Ha bi de gaz ocağı iğnesi al bi tane, bulunsun…
Kendine de o sevdiğin şekerlemelerden…”
Şemsiyelikte ayakkabılarımı giyerken mırıldanmasını duyuyorum…
“Baharlara eriştik çook şüküüür…”
***
Tilkilik çarşısının bonmarşesi sayılan, Büyük Çiftlik Bakkaliyesi’nde alıyorum soluğu…
Üzerinde koyu füme rengi iş önlüğü ile upuzun boylu, vakur tavırlı bakkal amcaya veriyorum avucumdaki paraları…
Bir kese kağıdı içine koyduğu küçük kahverengi çivit paketlerini sımsıkı tutarak, kağıt helvamı yiye yiye geliyorum eve…
Bütün kış havuzun yosun tutmuş suyu değişik sesler çıkara çıkara, adeta homurdanarak boşalıyor yavaş yavaş…
Bir kovada söndürülmüş bembeyaz kireç içine Öküzbaş çivit atılarak çivit mavisi bir renk elde edilmeye çalışılıyor…
Aman diyorlar birbirlerine… “Koyu olmasın… Uçuuk mavi olsun…”
Aa diyor babaannem… “Çok ta uçuk olmasın… Koca yaz güneş görecek… Güneşten pek çabuk soluverir mavi…”
Hazırladığım çantamı kapıp Osmanzade yokuşundan arkadaşlarımla birlikte okula giderken…
Acaba bu sene küçük kırmızı balıklarımız olacak mı havuzda diye düşünüyorum…
Ve… Eve döner dönmez, badanası kurumuş boş havuzun içini minderlerle döşeyip, limon çiçeklerinin o mis kokusunu içime çekerek oyunlar oynuyorum gönlümce
***
Baharın uyanışa geçtiği, kuru dalların yeşillendiği bir Hıdırellez zamanında yine o günlere götürüyor beni muhayyilem…
Her şeyin hesapsız kitapsız olduğu bolluk bereket yıllarında her evin tapulu suyu olarak bilinen Osmanağa suyu ile dolu çivit mavi badanalı, şırıl şırıl akan o havuzun karşısında…
Rengarenk nakışlı yastıkların süslediği divanda oturan; bugünlerinden mutlu, yarınlarından umutlu, gönlü geniş insanlar geliyor gözlerimin önüne…
Ve… Masanın üzerindeki saksıdan koparılan minik bir fesleğen dalının kahve fincanına batırılarak içilen kahvenin kırk yıllık hatırını…
Ve muhabbet dolu o dost sohbetlerin şimdilerde nerelere saklandığını düşünüyorum.
***
Hülasa…
Akla karanın, iyi ile kötünün, eğri ile doğrunun ayırt edilemediği şu dönemde; bütün güzel anılarımı zihnime emanet ediyorum...
Ve…
Bir çok kültürde kıyamete dek yaşayacağına inanılan Hızır ve İlyas’ın bir gül ağacının dibinde buluşacağına inanarak, dilekler dilediğimiz bu Hıdırellez gününde…
Ruhlara şifa veren mis gibi bahar kokuları sarsın dört bir yanımızı diyorum.
Tıpkı doğa gibi… Kırıldığımız yerlerden yeniden çiçekler açacağımızı umut ederek…
Ülkeme… Dirlik düzenlik, bolluk bereket, huzur ve barış dolu yarınlar diliyorum...