“Kader, kederi getiriyorsa önünüze...

Var mı, gideceğiniz başka adres?”

***

Taaaa, yarım asır önce...

Hatta...

Rakamla...

Tamı tamına 53 yıl önce bugün...

Günün “geceyarısı”na dönüştüğü “katran karası” saatler...

Takvimlere göre...

06 Mayıs 1972...

Saat: 01.00...

Yer; 14 yıl önce müze olan Ankara Ulucanlar Cezaevi...

***

Ayakları zincirli, elleri arkadan bağlı...

Darağacına bakan pencereye karşı...
Babası için...
Gardiyana yazdırdığı son mektubunu tamamlıyor:

“Son anda yaptıklarımdan en ufak pişmanlık duymuyorum...

Annemi, ağabeyimi ve kardeşimi...

Devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım... /Oğlun Deniz Gezmiş...”

***

Gece yarısından sonra...

Akrep’le yelkovan nasıl da birbirini kovalıyor deli gibi hızla...

Dakikaların, saniyelerin yarışı var sanki...

***

İnfaz Savcısı...
Deniz'in yüzüne karşı okuyor idam kararını...

Sonra yüzüne bakarak...

“Bir diyeceğin var mı?” diye soruyor...

Deniz, acı acı gülümsüyor:

“Bu karar sadece bana ait...”

***

Savcı, görevlilere emir veriyor:

“Zincirleri çözün!”

Bir görevli anahtarla zincirin kilidini açmaya çalışıyor ama...

Boşuna...

Kilit açılmıyor...

Başka anahtar getiriyorlar bi’koşu...

Ama o da açmıyor...

Birisi çıkıp demesin mi?

“Zincirleri çözmeye gerek yok, sehpaya zincirle çıksın...”

Savcı ters ters bakıyor o öneriyi yapana:

“Bunlar efendi çocuk, prangayı çözelim!”

Acele bi'çilingir bulup getiriyorlar...

***

Deniz, zincirlerini çözen görevliye rica ediyor:

“Postallarımın bağcığını bile bağlamaya vakit bırakmadan apar topar getirdiler... Sehpada bu haliyle postallarım ayaklarımdan düşecek... Bağlar mısın onları?”

Sanki...

Kimselerin aklına gelmeyecek bir “son rica” ama...

Ne kadar anlamlı!

***

Deniz'e, beyaz renkte dar idam gömleği giydiriyorlar...
Avukatlarına veda ediyor...

Bir duygu seli yayılıyor oradaki herkesin içine...

Yaşama... Hayata... Mücadeleye... Sevdalara...

Allahaısmarladık dercesine...

Çevresini süzüyor son kez acı acı gülümsemeyle...

Ve...
Avludaki sehpaya doğru metin adımlarla yürüyor...

***

İdam gömleği dar, elleri arkadan bağlıydı...
Sehpaya destekle çıktı...
Sehpada üç ayaklı bir tabure vardı...
Deniz, ona da çıkıp...
İlmiği boynuna kendisi geçirmeye çalıştı; başardı da...
Birden...
Gecenin karanlığını yırtan bir sesle bağırmaya başladı:

“Yaşasın Türkiye halkının bağımsızlığı...”

Görevliler telaşlandı...
Deniz'in cümlesi bitmeden...
Cellat aceleyle tabureyi altından çekti...
Genç adamın uzun boyunu cellat hesap edememişti...
Deniz'in ayakları...
Taburenin altındaki masaya çarptı...
Hemen masayı da çektiler...
Saat, 01.25'i gösteriyordu...
Göğsüne karar özetini astılar...

***

10 dakika sonra doktor nabzına baktı...
Deniz'in nabzı çarpıyordu...
Beklediler...

***

15 dakika sonra tekrar nabzı kontrol ettiler...
Deniz'in nabzı durmamıştı...
Bekliyorlardı...

***

Deniz ipin ucunda bir dal gibi...
Alaca karanlıkta ağır ağır dönüyordu...
50 dakika öyle kaldı...
02.15'te ipi kestiler...

Gecenin örtüsü...

Sanki...

Sabahlar olmayacakmış gibi...

Her zamankinden daha “zifiri karanlık” haldeydi!

***

“İdealler”in ve “İhtiraslar”ın kuşağıdır “68’liler”...

Türkiye'nin devrimci liderlerini çıkarmak...

“68’lilere” kısmet olmuştu...

Koruyucuydular... Adaletliydiler... Korkusuzdular... Paylaşımcıydılar...

İstekleri, göz korkutacak şeyler değildi...
“Az biraz daha özgürlük...” onlara yetiyordu...

***

Deniz Gezmiş'in yol arkadaşları Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan...
Aynı gece (6 Mayıs 1972) sabaha dönerken darağacına çıkarıldılar...
Kıymık kadar bile...
Boğazlarına dolanan Azrail'den korkmadılar...

Ne var ki...

Onlar'ın cansız bedenlerinden korkanlar...
Üç yoldaşın yan yana gömülmesine bile izin vermediler!

***

Peki, suçları neydi bu gençlerin?
İdeallerinin peşinde koşmak...
Neydi bu ideal?
“Tam Bağımsız Türkiye...”

***

Hırsızlık, yolsuzluk, yoksulluk, savurganlık bitsin istiyorlardı...
Aslında geçmişe bakarak...
Geleceği görüyorlardı...
Belki de en büyük suçları...
Geleceği görmekti...
Kimseye kurşun sıkmadılar...
Kimsenin canına kıymadılar...
48 yıl önce bu sabah...
Aynı zamanda...
Bir kuşağın ideallerinin 'ipe çekildiği' tarihtir; yazın bi'kenara...

***

'Yasaklamak yasaktır' dedikleri için coplandılar...
'İnsanlığın özgürleşmesi ya toptan olacak ya da olmayacak' diye bağırdıkları için poliste işkence gördüler...
Ama...
Şu slogandan asla vazgeçmediler:

“Devrim inanılmaz bir şeydir; çünkü gerçektir...”

***

Deniz Gezmiş'in...

Darağacında son bulan hayatı sonrasında...

Bir kesim O’na terörist derken bir kesim ise...

O’na olan hayranlığından çocuklarına “deniz” adını koydu...

Yaşasaydı...

Bugün 78 yaşının tadını çıkarıyor olacaktı...

Dedim ya, taaa en başta...

“Kader, kederi getiriyorsa önünüze...

Var mı, gideceğiniz başka adres?”

***

25 yaş...”

İnsanoğlunun “akıllanmaya” başladığı yaştır...

Deli dolu zamanlar geçmeye başlar...

Değerler tek tek sırıtır yüzünüze ve istemeseniz de...

Yapmak zorunda olduğunuz “bazı işler” birden ortaya çıkar...

Şaşırırsınız ama gereklidir...

Çünkü...

“Akıllanırsınız!”

Bitiriyoruz...

Can Yücel'in...
Deniz Gezmiş'in idamından sonra yazdığı şiirle:

Aşk olsun sana çocuk, aşk olsun... / Acıyorsam sana anam avradım olsun... / Elbette Türkiye’de de en uzun koşuysa devrim... / O, onun en güzel 100 metresini koştu... / İlk o fırladı (*)lüverden en sekmez mermisiynen... / En hızlısıydı hepimizin, ilk o göğüsledi ipi... / Acıyorsam sana anam avradım olsun... / Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun...

(*) Lüverden: Tabanca...

Nokta...

Hamiş 1: Deniz Gezmiş’le beraber, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'la aynı gün infaz edildi...

Hamiş 2: Bülent Baratalı ve Nihat Behram katkılarıyla...

Sonsöz: “Nerede birileri özgür olmak için mücadele ediyorsa, onların gözüne bak anne; beni göreceksin... / Deniz Gezmiş - Devrimci öğrenci lideri ve Siyasi aktivist...”