Dünyada olup bitenlere bakınca, özellikle son yıllarda, bireylerin bir kısım özgürlüklerini yeni dönem kapitalistleri dediğimiz dijital teknoloji devlerine kaptırdıklarını; geri kalan özgürlüklerine ise dijital teknolojiyi denetim aracı olarak kullanan devlet aygıtlarının el koyduğunu görüyoruz. Bu iki yönlü kuşatma altında birey hem pazarın hem de devletin eşzamanlı kıskacında, görünmeyen zincirlerle sarılmış durumda.

21. yüzyılın kapitalist sistemini “dijital kapitalizm” olarak adlandırmak yanlış sayılmaz. Şu anda tam olarak değilse bile yakın zamanda dünya kapitalist sisteminin dijital kapitalizme doğru evrileceği şimdiden gün gibi aşikâr değil mi? Bu yeni dünya düzeninde, kapitalizmin yeni sömürü araçları, bireyin emeği yerine; zihnini, dikkatini ve duygularını sömüreceği bir garip üretim ilişkileri ağı olarak şekilleniyor. 20. yüzyılın sanayi üretimi odaklı kapitalizmi, 21. yüzyılda veri odaklı gözetim kapitalizmine dönüşüyor. Bu kavramı ortaya atan ShoshanaZuboff (Amerikalı sosyal psikolog ve ekonomist), Google ve Facebook gibi şirketlerin yalnızca bireyin dijital davranışlarını izlemediğini, bu davranışları tahmin etmeye ve hatta yönlendirmeye başladığını vurgular. Artık yalnızca ne yaptığımız değil ne yapacağımız da öngörülebilir hâle getiriliyor ve bu öngörüler, pazarlanabilir ürüne dönüşüyor.

Dijital gözetim devletinde birey sadece şüpheli değil, aynı zamanda suç potansiyeli taşıyan bir varlıktır. Sosyal medya yorumları, beğeniler, paylaşımlar artık yalnızca fikir beyanı değil, cezai kovuşturmanın delili olabilir. Türkiye’de son yıllarda sosyal medya paylaşımları nedeniyle binlerce kişiye “Cumhurbaşkanına hakaret”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”, “terör örgütü propagandası” gibi suçlamalarla soruşturma açılmıştır.

Böylece birey, özgür olduğunu sanarak sistemin sadık bir hizmetkârına dönüşür. Özgürlük ise algoritmaların izin verdiği ölçüde ve devletin çizdiği sınırlar dâhilinde mümkün olur. Özgürlük, 21. yüzyılda yalnızca klasik politik haklarla sınırlı bir mücadele alanı değil; aynı zamanda zihinsel özerklik, algı yönetimine direnç, dijital mahremiyet gibi yeni cephelerde de korunması gereken bir değerdir.

Michel Foucault'nun “iktidar bilgiyle işler” uyarısı, bugün daha güçlü bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Bilgiye sahip olan algoritmalar ve onları kontrol eden şirketler/devletler, bireyin davranışlarını yönlendirme kudretine de sahiptir. Bu nedenle özgürlük artık salt fiziksel değil, dijital ve zihinsel bir mücadele alanıdır.

Keşke sorun bununla sınırla olsa! Modern dönemin savaşları dahi dijital savaşlara doğru giderken, gerçeklik algısı ile gerçekliğin kendisi arasındaki mesafe de açılıyor maalesef. Bütün dünyanın gözü önünde Gazze halkı soykırıma uğrarken, ya da dünyanın savaş ve çatışmaların yaşandığı bölgelerdeki ölümleri, her gün yaşanan cinayetleri ekranlardan izlerken, çoğumuz sahicilik duygusu yaşamıyor bile…

Paydaş değerlerimizin ya da tanıdıklarımızın dahil olmadığı acılar, sorunlar, kazalar, ölümler, istismarlar vs. bizi çoğu zaman teğet geçiyor. Kahvaltı masasında ya da akşam yemeğinde bir yandan yemek yiyip bir yandan da kadın cinayeti, çocuk istismarı, onlarca kişinin öldüğü bir otel yangını, yüzlerce masum insanın bombalanması gibi haberleri konuşup geçiştirirken lokmalar da boğazımızdan rahatlıkla geçip gidiyor işte…

Yeni çağın tiranları copla, tankla değil; beğen butonuyla, kişiselleştirilmiş içeriklerle çalışıyor. Ve bizler, gönüllü olarak kurduğumuz bu dijital kafesin içinde, özgür olduğumuzu sanıyoruz. Oysa mesele derin. O kadar derin ki, özgürlüğün yalnızca sandıkla, sokakla ya da sözle değil; zihinle, dikkatle ve hatta suskunlukla da ilgili olduğunu fark etmek gerek. Dijital teknolojinin marifetiyle, maddirealiteden bu denli keskin kopuşların sıkça yaşandığı günümüzde, dijital dünyaya esaret ile baskıcı devlet mekanizmaları arasında sıkışıp kalmış bireyin; zihninin, duygularının ve algılarının kontrolü üzerindeki egemenliği sorunu, ciddi bir varoluşsal kriz yaratıyor.

Bu bağlamda, çağımızın dijital ruh hâlini en net analiz edenlerden biri olan Byung-Chul Han’a kulak vermek gerekir. Güney Kore doğumlu, Almanya’da yaşayan bir filozof ve kültür kuramcısı olan Han, dijital çağın baskıcı olmaktan çok, bireyi performansa zorlayan “şeffaflık rejimi” kurduğunu savunur. Ona göre birey, sürekli olarak görünür olmaya, onay almaya, paylaşmaya ve katılmaya zorlanır. Ve bu katılım, aslında bireyin kendi üzerindeki iktidarın bir aracı hâline gelmesidir. “Bugünün baskısı, baskı biçiminde gelmez. O, pozitiflik olarak kendini sunar: Beğen, üret, katıl.”, Byung-Chul Han.

Devletler, dijital veri havuzunun cazibesine çoktan kapılmış durumda. Ulusal güvenlik, kamu düzeni, toplumsal huzur gibi gerekçelerle, bireyin dijital ayak izini takip etmeyi bir hak gibi gören anlayış giderek yaygınlaşıyor. Bu noktada devreye giren isim Michel Foucault’dur. Foucault, 20. yüzyılın en etkili Fransız filozof ve sosyologlarından biridir. Modern toplumlarda iktidarın artık bireyi baskıyla değil, gözlemle ve bilgiyle kontrol ettiğini söyler. “Panoptikon” kavramını bu gözetleme düzenini tarif etmek için kullanır. Aslen 18. yüzyılda Jeremy Bentham tarafından geliştirilen panoptikon, merkezi bir gözetleme kulesinden bütün hücrelerin görülebildiği bir hapishane modelidir. Mahkûmlar, gözlenip gözlenmediklerini bilmeden kendilerini sürekli denetim altında hissederler. Bu durum, dış baskı olmadan bireyin kendi kendini denetlemesini sağlar. Foucault’ya göre modern toplumlar da böyle işler.

Bugün bu panoptik gözetleme yalnızca kameralarla değil; mobil uygulamalar, sosyal medya, dijital veri sistemleriyle inşa edilmiş bir yapıdır. Türkiye'de, örneğin; şehir içi kameralar, parmak iziyle devlet dairelerine girişler, e-Devlet sistemine entegre edilen kişisel bilgiler, kamusal ve özel alanı iç içe geçirerek dijital panoptikonun parçalarına dönüşmüştür.

Buna ek olarak sosyal medya platformlarının denetimi, Türkiye'de özellikle 5651 sayılı yasa ve 2022’de çıkarılan “Dezenformasyon Yasası” ile kurumsallaştırılmıştır. Twitter (X), Facebook, YouTube gibi platformlara temsilci bulundurma zorunluluğu getirilmiş, içeriklerin kaldırılması ve kullanıcı bilgilerinin devletle paylaşılması için hukuki zemin hazırlanmıştır. İfade özgürlüğü, bu sayede dijital ortamda hem şirketlerin algoritma politikaları hem de devletin sansür mekanizmalarıyla baskılanmıştır.

Byung-Chul Han’ın dediği gibi, “bugünün iktidarı düşman değil, dost maskesi takar.” Bu nedenle birey, dostça görünen sistemlere karşı dostça değil, bilinçli, mesafeli ve eleştirel bir tutum geliştirmelidir. ShoshanaZuboff’un uyarısı ise hem çarpıcı hem uyarıcıdır: “Eğer bu düzeni sorgulamazsak, çocuklarımız özgürlük kelimesinin anlamını yalnızca kitaplarda öğrenecek.”