Bana göre Dijital Çağ dediğimiz bu dönem, dünya uygarlıklar tarihinde yeni bir uygarlık aşamasının kapısını araladı. Ve bu kapıdan, eskiye dair ne kadar ideolojik kalıp varsa, kendi paradigmalarını değiştirmedikleri sürece geçemeyecekler. Çünkü Dijital Çağ’ın kendine özgü bir paradigması çoktan şekillenmeye başladı bile. Bu yeni paradigma artık eskinin ne toplumsal sınıflarına ne proletarya-burjuva ikilemine ne sanayi toplumunun kapitalist sınıfsal çelişkilerine ne liberalizmin özgürlükçü ya da rekabetçi tezlerine ne mutlakiyetçi yönetim biçimlerine ne de ulusalcı yahut sosyalist kuramlara dayanıyor.

Dijital çağın paradigması, insanın bilişsel ve varoluşsal gelişimini kökten dönüştürmeye aday bir zihinsel devrimdir. Fakat bu devrim, insanı özgürleştiren değil, onu bilginin teorisine ve retoriğine hapseden bir dönüşümdür. İnsan artık duygudan, vicdandan, sezgiden ve empatiden çok, verinin doğruluğuna inanan bir “bilişsel varlık” haline gelmektedir. Bu durum, bireyi sınırlı düşünce ve yargı kalıpları içinde karar vermeye zorlayarak, yaratıcılığı törpüleyen; adalet, eşitlik ve insanlık gibi evrensel değerleri soyutlaştıran bir dünyanın kapılarını aralar.

Dijital çağ, insanı, duygusal etkileşimden uzak tutarak empati yeteneğini köreltir; onun yerine algoritmik doğruları yerleştirir. Böylece birey yalnızca düşünce biçimiyle değil, davranış, yönelim, haz ve tüketim kalıplarıyla da yeniden programlanır. Bu, yapay zekâ tarafından şekillendirilen ve insanın kendi iradesini unuttuğu kapalı devre bir dünyanın inşasıdır.

Bir çağın çöktüğü her yerde önce kavramlar sarsılır. Sonra kelimeler anlamını yitirir; insanın kendini anlamlandırma biçimi yerle bir olur. Bugün tam da böyle bir dönemin eşiğindeyiz. Ancak bu eşiğin ardında insanın değil, algoritmanın iradesi hüküm sürüyor. Dijital çağın tanrısı bilgidir; ama bu bilgi vicdan ve empatiden yoksun, sınırlı ve göreceli bir doğruluk üretir.

Sanayi çağında makineler insanın kas gücünü devralmıştı; dijital çağda ise makineler insanın düşünce biçimini kopyalıyor. Bu yüzden bu çağ, önceki hiçbir çağın tekrarı değildir. Bu çağ, insanın kendi aklıyla arasındaki bağın kopuşudur. Zira insan, gerçeği değil, simülasyonunu yaşıyor. Bu yeni dijital paradigma, insanı merkezden çekip yerine “veri öznesini” koydu; insan artık, ölçülen bir varlıktır. Hüzün, sevinç, aşk, korku; hepsi istatistiksel bir grafik haline getirildi. Bireyin iç dünyası artık algoritmaların ölçebileceği ve kendi duygularının bile “pazarlanabilir veriye” dönüştüğü bir pazardır…

Aslında en trajik olanı da şu: İnsan, kendini bu düzenin içinde özgür sanıyor. Çünkü özgürlüğün yeni tanımı artık “seçebilmek” değil, “sunulanlar arasından” seçmektir. Oysa özgürlük, seçeneklerin dışına çıkabilme cesaretidir. Dijital çağda her şey, bireyin yerine düşünülüyor, öneriliyor, gösteriliyor. Empati bile yapay zekâ tarafından öğretilebilir bir davranış modeline indirgenmiş durumda. Böylece dijital çağın insanı, insan olmanın en derin anlamını, hissedebilme yetisini kaybediyor. Bu yeni insan tipi, bir uygarlığın değil, bir algoritmik düzenin ürünüdür. İşte Dijital Çağ’ın yeni paradigmasının adı bu “algoritmik düzendir” ve bu düzende artık eskinin ideolojik kalıplarına ve paradigmalarına yer yoktur. Çünkü Dijital Çağ’ın şekillendirdiği birey ve bireye dair ne kadar davranışsal, bilişsel ve ekonomik faaliyetler varsa; bunların tümü algoritmik düzenin kodları tarafından belirlenir…

Her çağ, kendi aklını biçimlendiren bir merkezî ilkeye dayanır. Orta Çağ’da bu ilke Tanrı’ydı; modern çağda insan aklı, sanayi çağında sermaye. Dijital Çağ’da ise artık merkez algoritmadır. Yani insan aklının ürünü, şimdi onun efendisine dönüşmüştür. Bu yüzden, modern dünyanın düşünsel yapı taşlarını oluşturan paradigmalar; kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, hatta milliyetçilik artık işlemez hale gelmiştir. Çünkü bunların her biri, insanı ekonomik, sınıfsal ya da ulusal bir özne olarak varsayıyordu. Oysa algoritmik düzende insan, artık özne değil; veri nesnesidir. İktidar, sermaye, emek ve özgürlük gibi kavramlar bile artık veri akışının içinde yeniden tanımlanıyor.

Kapitalizmin evrimi

Dijital Çağ’da kapitalizmin özü, artık üretim araçlarının özel mülkiyetinde değil, tüketim arzularının yönetiminde. Sanayi toplumunda bu yönetim, reklam ve kitle medyası aracılığıyla yapılırdı. Bugünse aynı süreç, görünmez algoritmalarla yürütülüyor. Netflix’in izleme geçmişimizden çıkardığı öneri, Amazon’un “bunu da sevebilirsiniz” sistemi, Tik Tok’un dikkat sürenizi ölçerek bize özel içerik üretmesi; bunların tümü, arzunun matematiğe indirgenmesidir. Kapitalizmin klasik formunda, arzuyu yönlendiren reklamcıydı; bugünse arzuyu yapay zekâ biçimlendiriyor.

Bu nedenle artık tüketim bilinçli bir tercihten ziyade sistematik bir yönlendirmedir. Birey, bir ürünü seçtiğini zannederken, aslında o seçimi çoktan algoritma yapmıştır zaten. Dolayısıyla klasik kapitalizmdeki “tüketici egemenliği” miti çökmüştür; çünkü tüketici artık kendi arzularının bile sahibi değildir. Kapitalizm, böylece en gelişmiş formuna, algoritmik kapitalizme evrilmiştir: Burada pazar, zihinlerin içindedir.

Sınıf çelişkisinin buharlaşması: Emeğin yerine veri

Bir zamanlar fabrika işçisi üretim sürecine emeğini katardı; bugün dijital birey, farkında olmadan verisini üretime sunar.Onun “emek zamanı” artık çevrimiçi geçirilen süredir. Sosyal medya kullanıcısı, bir platformun işçisidir ama kendini “kullanıcı” sanır; oysa gerçekte, sistem onun dikkatini metalaştırarak satar. Bu durumda klasik sınıf mücadelesi çözülür, çünkü sömürü artık görünmez hale gelir. İşçi zincirlenmiş değildir, ama sürekli çevirim içinde esirdir. Marx’ın “artı değer” kavramı bugün yerini “artı veriye” bırakmıştır: Sistem, bireyin farkında bile olmadığı bilişsel artıklarla beslenir.

Liberalizmin krizi: Seçim özgürlüğü illüzyonu

Liberalizmin en kutsal ilkesi “bireysel özgürlüktür.” Bu özgürlük, rasyonel bir öznenin kendi aklıyla karar verebildiği varsayımına dayanıyordu. Dijital çağda bu varsayım çökmüştür. Çünkü birey artık neyi istediğine bile kendi karar vermez. Facebook’un politik reklam algoritmaları, Cambridge Analytica skandalı (2018’de patlak veren ve milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel verilerinin, onların rızası olmadan toplanıp, özellikle ABD ile Birleşik Krallık seçimlerinde, seçmen davranışını manipüle etmek için kullanılması olayıdır) liberal özgürlüğün kalbine indirilen darbe örnekleridir.

Gerçek özgürlük seçeneklerin dışına çıkabilme imkanıdır. Dijital çağda bu imkân giderek olanaksız hale geliyor; çünkü “algoritmik düzenin” dayattığının dışında olan her seçenek “görünmez” kılınıyor. Liberal özgürlük, görünmez algoritmik duvarlara çarparak bir yanılsamaya dönüşüyor.

Sosyalist paradigmanın çöküşü: Kolektif bilincin parçalanması

Sosyalizm, dayanışma fikrini kolektif bilince dayandırır. Ancak dijital çağda birey, kolektifin değil, kişisel veri evreninin bir parçasıdır. Toplumsal dayanışma yerini ağ bağlantılarına bırakmıştır; komünal bilinç, “takipçi ağına” dönüşmüştür. Bu ağlarda bireyler eşit görünür, ama sistem onları sürekli sıralar, puanlar, ölçer. Böylece sosyalizmin eşitlik ilkesi, sayısal bir hiyerarşiye dönüşür. Her paylaşım, her “beğeni”, görünürlük kapitalizminin ölçü birimi haline gelir. Eşitlik, paylaşımda değil, “erişim oranında” tanımlanır.Dijital ağlarda “toplum” yoktur, yalnızca “iletişim” vardır ama bu iletişim, anlam üretmez; yalnızca veri üretir. Bu yüzden sosyalizmin temeli olan kolektif insan bilinci, algoritmik çağda parçalanmış, ticarileşmiş ve bireyselleşmiştir.

Algoritmik düzen: Yeni paradigmanın anatomisi

Kapitalizm üretimi, sosyalizm dayanışmayı, liberalizm bireyi kutsarken; algoritmik düzen veriyi kutsar. Veri, artık hem Tanrı hem yasa hem de vicdandır. Bu düzende iktidar soyuttur, ama her yerdedir. Artık yönetenler “devletler” değil, yapay zekâ destekli ekosistemlerdir. Yani Google’ın arama algoritması, Amazon’un ürün öneri sistemi, Tik Tok’un içerik filtresi; bunların her biri birer mikro-iktidardır. Ve bu iktidar, klasik ideolojilerden farklı olarak, rıza üretmek zorunda değildir; çünkü rıza zaten otomatikleşmiştir. Birey, sistemin sunduğu kolaylıkları kullanırken gönüllü olarak denetlenmeyi kabul eder. Artık iktidar baskıcı değil, konforludur. İşte bu nedenle dijital çağ, tarihin en tehlikeli otoriterliğini “kullanıcı dostu” bir arayüzle sunmaktadır.

Kapitalizm, sosyalizm, liberalizm ve milliyetçilik; tüm bu paradigmalar insanın üretim, aidiyet, paylaşım ve özgürlük deneyimlerinden doğmuştu. Ama dijital çağda insanın kendisi artık bu deneyimleri direk üreten ya da deneyimleyen değil; algoritmik verilerle manipüle edilerek, tekrar tekrar üretilen bir varlıktır. Davranışları, alışkanlıkları, inançları ve arzuları, algoritmik düzende öngörülür, biçimlendirilir, hatta pazarlanır. Dolayısıyla Dijital Çağ, yalnızca yeni bir çağ değil; insanın tarihsel öznesi olmaktan çıkışının çağıdır.

Bu nedenle de eskiye dair tüm paradigmalar, Dijital Çağ’ın; bireyi, teknoloji oligarklarının “algoritmik düzen” denilen yeni paradigmasına hapsolmaktan ya da iradesini teslim etmesinden kurtaramadıkça, birer birer çökmeye mahkumlar… Zira, tüm paradigmaların öznesi “birey”, Dijital Çağ’ın yeni paradigması “algoritmik düzende” gerçekliğin ya da kendi ihtiyaçlarının değil; algoritmaların kendisine sunduğu yapay ya da manipüle edilmişgerçekliğin biçimlendirdiği yeni bir varlığa evrilmektedir!Bu varlık artık;eski paradigmaları şekillendiren ve onlarınöznesiolan “birey” değil, bireyi nesne haline getiren veri tabanlarının simülasyonudur…