Bugün, Türk edebiyatının en özgün ve cesur seslerinden biri olan Pınar Kür’ü kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz.

Türk edebiyatının cesur kalemlerinden biri, bugün sessizce aramızdan ayrıldı: Pınar Kür. Onu sadece bir yazar, bir akademisyen, bir çevirmen olarak anmak yetmez. O, aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal tabularını sorgulayan, kadın kimliğini edebiyatta var eden ve sözcükleriyle kendi kuşağına ve sonrakilere yol açan bir düşünürdü. Pınar Kür, kendi deyimiyle “yazmak için yaşayanlardan” biriydi.

1943 yılında İstanbul’da doğan Kür, eğitimini Fransa ve ABD'de tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönmüş ve hem akademide hem edebiyatta güçlü bir iz bırakmıştı. 1976’da yayımlanan ilk romanı Yarın Yarın, dönemin sosyal yapısını kadın gözünden irdeleyen dili ve içsel çözümlemeleriyle edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırmıştı. Küçük Oyuncu, Asılacak Kadın, Bir Cinayet Romanı gibi eserleriyle, özellikle kadın bireyin toplumdaki konumunu, içsel çelişkilerini ve özgürlük arayışını cesaretle kaleme aldı.

Pınar Kür’ün edebiyatı her zaman politikti; ama hiçbir zaman slogancı olmadı. Onun yazınında bireyin içsel özgürlüğü ile toplumun dışsal baskıları arasındaki o ince çizgi, ustalıkla işlenmişti. Karakterleriyle bize hem toplumsal cinsiyet rollerinin hem de entelektüel yalnızlığın sınırlarını gösterdi. Feminizmi, sadece bir ideoloji olarak değil, bir yaşam ve yazım biçimi olarak özümsedi. Yazdıklarıyla kadınları anlatmakla kalmadı; kadınlara yazma cesareti de verdi.

Onun kalemi, kadınların iç dünyasını, toplumsal baskılara karşı özgürlük arayışını ve bireysel bunalımları cesurca işledi. Kür, yazdıklarıyla okuru rahatsız etmekten, sorgulatmaktan ve aynaya bakmaya zorlamaktan çekinmedi. Feminist edebiyatın Türkiye’deki öncülerinden biri olarak cinsellikten sınıf çatışmasına, bireysel özgürlükten siyasal meselelere kadar geniş bir yelpazede eserler üretti.

“Asılacak Kadın” yasaklandı, yazarı mahkemeye verildi. O sırada çalıştığım gazete için telefonla bir röportaj yapmıştım kendisi ile. Şöyle demişti Pınar Kür: “Okuma eyleminin insan muhayyelesini, düşünme ve kendi başına karar verme yetilerini geliştirdiği bilinen bir gerçektir. Öte yandan, hayal gücü kıt, düşünme ve karar verme yeteneği zayıf kişilerden oluşmuş bir toplumun ilerleyemeyeceği, bir koyun sürüsü kadar kolay yönetileceği de bir başka gerçektir. Düşünce özgürlüğünü bir kavram olarak bile ortadan kaldırmanın en iyi yolu, düşünmeyi bilmeyen kuşaklar yetiştirmektir.

İşte bu yönden, bir süredir, bu ülkede okuyan, bağımsız düşünebilen insanların sayısını azaltmaya, gittikçe yok etmeye yönelik bir kültür politikası güdülmektedir. Toplumu, yalnızca boğazını düşünen bir koyun sürüsüne dönüştürme amacıyla izlenen bu politikanın yöntemlerinden biri de, kitap düşmanlığı ve okuma korkusu yaratmak; yazarı, sanatçıyı, okuru yıldırmaktır.”

Yalnızca romanlarıyla değil, çevirileri ve akademik çalışmalarıyla da edebiyat dünyasına katkı sundu.

Uzun yıllar Galatasaray Üniversitesi’nde dersler vererek yüzlerce öğrenci yetiştirdi.

Televizyon programlarındaki entelektüel katkısı, halkla kurduğu doğrudan ilişki, edebiyatı sadece yazmakla kalmayıp tartışılabilir bir alan haline getirme çabası da onu çağdaşları arasında özel bir yere koydu. Hiçbir zaman popüler olmanın peşinden koşmadı; ama hep özgür kalmanın yolunu aradı.

Eğitim hayatı, Paris’ten Sorbonne Üniversitesi’ne, Queens College’dan Boğaziçi Üniversitesi’ne uzanan zengin bir yolculukla şekillendi. İstanbul Üniversitesi ve Bilgi Üniversitesi’nde akademisyenlik yaparak genç nesillere ilham verdi. Çevirmen kimliğiyle Jack London, Ian McEwan, Jeanette Winterson gibi yazarların eserlerini Türkçeye kazandırarak edebiyat dünyasına köprüler kurdu. Bazı eserleri müstehcenlik iddiasıyla toplatılsa da, Kür her zaman kaleminin özgürlüğüne sahip çıktı ve bu mücadelede aklandı. Toplumsal normlara meydan okurken, bireyin özgürlük arayışını ve kadın kimliğini derinlikli bir dille işledi.

Pınar Kür’ü kaybetmek, sadece bir yazarı değil, aynı zamanda bir dönemin vicdanını, kalemini ve aynasını kaybetmektir.

O, Türk edebiyatında kadın olmanın, yalnız olmanın, direnmenin ve yeniden yazmanın ne demek olduğunu bize öğretti.

15 Nisan 1943’te İstanbul’da başlayan hayat yolculuğu, 15 Temmuz 2025’te sona erdi; ancak onun kalemiyle dokunduğu hayatlar, eserleriyle açtığı yollar ve cesaretiyle ilham verdiği kuşaklar yaşamaya devam edecek.

Ardında kalan sayfalar, hâlâ sorular soruyor. Cevaplar bazen çoktan verildi; ama o sorular şimdi daha da kıymetli. Çünkü artık soruyu soran yok. Ama sesi kaldı: güçlü, eleştirel, duygusal ve hep özgür.

Pınar Kür’ün Eserleri

Pınar Kür, edebiyat dünyasında roman, öykü, söyleşi ve çeviri türlerinde önemli eserler vermiştir. İlk romanı Yarın Yarın 1976 yılında yayımlandı ve 1987 yılında Sami Güçlü tarafından filme çekildi. 1977’de Küçük Oyuncu, 1979’da ise sonradan Başar Sabuncu tarafından 1986’da filme uyarlanan Asılacak Kadın adlı romanları yayımlandı. 1986’da Bitmeyen Aşk, 1989’da Bir Cinayet Romanı, 1992’de Sonuncu Sonbahar, 2006’da Cinayet Fakültesi adlı romanları okuyucuyla buluştu. 2004 yılında Bülent Erkmen’in tasarladığı özel bir proje olan Beşpeşe’de, Murathan Mungan, Faruk Ulay, Elif Şafak ve Celil Oker’in ardından romanı tamamlayan son yazar olarak yer aldı. 2016 yılında yayımlanan Sadık Bey, Pınar Kür’ün son romanlarından biridir.

Öykü türünde de eserler veren Kür’ün 1983’te yayımlanan Akışı Olmayan Sular adlı kitabı, Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görüldü. 1992’de Bir Deli Ağaç, 2004’te ise Hayalet Hikâyeleri adlı öykü kitaplarını yayımladı.

2006 yılında gazeteci-yazar Mine Söğüt ile yaptığı söyleşilerden oluşan Aşkın Sonu Cinayettir adlı bir söyleşi kitabı yayımlandı.

Çeviri alanında da çok sayıda önemli eseri Türkçeye kazandıran Pınar Kür, Vincent van Gogh’un Theo’ya Mektuplar adlı kitabını 1996’da Yapı Kredi Yayınları için çevirdi. (Başucu kitabımdır) Jeanette Winterson’un Vişnenin Cinsiyeti (Sexing the Cherry) ve Tutku (The Passion) adlı eserlerinin yanı sıra, Jack London’ın Ademden Önce, Ian McEwan’ın Yabancı Kucak (The Comfort of Strangers), Jean Rhys’in Geniş Geniş Bir Deniz (Wide Sargasso Sea), Dalda Duran Kuşlar (öykülerinden seçmeler), Günaydın Geceyarısı (Good Morning, Midnight), Karanlıkta Yolculuk (Voyage in the Dark) ve Dörtlü (Quartet) adlı eserlerini Türkçeye çevirdi. Ayrıca Vladimir Nabokov’un Karanlıkta Kahkaha (Laughter in the Dark), Morris West’in Şaklaban, Dashiel Hammet’in Ailenin Laneti, Tırsten Krol’un Yunus İnsanlar, Kay Redfield Jamison’un Durulmayan Bir Kafa ve ismi belirtilmeyen Doğmamış Çocuğa Mektup gibi eserleri de Kür’ün çevirdiği kitaplar arasındadır. “Bağla Şu İşi” ve “Aç Sınıfın Laneti” başlıklı eserlerin de çevirisi yine Pınar Kür’e aittir.

Oğlu değerli sanatçı Emrah Kolukısa ve ailesinin acısını paylaşırken, Kür’ün eserlerinin edebiyatımızda silinmez bir iz bırakacağına inanıyoruz.

Pınar Kür, modern edebiyatımızın özgün bir neferi olarak her zaman hatırlanacak. Onun kalemi, cesareti ve yenilikçi ruhu, edebiyatseverlerin yüreğinde yaşamaya devam edecek.

Hoşça kal Pınar Kür. Edebiyat seni hiç unutmayacak.