Görünen o ki sistem değişikliğine dair Anayasa paketi referanduma götürülecek. Önceki iki yazımda sisteme ve sistem üzerindeki tartışmalara dair kanaatlerimi aktarmıştım. Bugün ufukta görünen referandumun olası sonuçlarına değinmek niyetindeyim.
Sonuç derken sandıktan çıkacak orandan söz etmiyorum sadece...
Tabi ki referandum sandığından çıkacak sonuç matematiksel bir veridir, skordur, rakamdır.
Ve başka sonuçlar doğurmaya mecbur ve de mahkûmdur.
Evet, çıkarsa ne olur hayır çıkarsa ne?
Sandıktan ‘Hayır çıktı’ diyelim.
Hükümete zeval gelir mi? Ya Cumhurbaşkanına? Ve dahi siyasi/ekonomik istikrara?
Yahut tersini düşünelim.
Sandıktan 'Evet' çıktı…
Ne değişir hayatımızda?
Toplumsal, siyasi ve ekonomik sonuçları ne olur?
Meselenin özüne indiğimizde asıl konuşulması, tartışılması gereken bunlardır.
Uzağa gitmeye gerek yok!
2010 referandumu daha dün gibi hatıramızda…
CHP ve MHP’nin başını çektiği ‘hayır’ cephesi yüzde 43’e yakın bir oy alabilmişti.
BDP’nin ‘boykot’ çağrısı yapıp Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak gibi illerde sandığa gitme oranını düşürdüğü referandumda AK Parti de tek başına sayılmazdı.
'Yetmez ama evetçiler' vardı mesela…
Hem sağdan hem soldan… Eski tüfekler, liberaller…
1980 darbecilerinin yargılanacağı maddesi onları pakete bağlamıştı.
Bugün FETÖ terör örgütü olarak adlandırdığımız, o gün muhterem cemaat olarak devletleştirmekte olduğumuz yapı, oylamaya bir hafta kala adeta seferberlik ilan etmiş ve Pensilyanya’dan gelen ‘mezardakilere bile’ evet dedirtme talimatını harfiyen yerine getirmişti. Ve AK Parti bugünkü kadar konsolide bir parti değildi. Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi denge merkezleri söz konusuydu.
Yüksek yargının ele geçirileceği endişesiyle ‘hayır’ cephesini sürüklemeye çalışan çiçeği burnunda (üç aylık) genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’la giriştiği ilk mücadelede aslında ağır bir yenilgi alıyordu. Erdoğan ise yüzde 58’e yakın bir evet oyunu sandığa taşıyarak hem 1,5 yıl önceki yerel seçimde aldığı ve ‘mesajı aldık’ demek zorunda kaldığı tarihi hezimeti (yüzde 38,5) unutturmuş hem de 9 ay sonra (12 Haziran 2011) yapılacak genel seçim öncesi yelkenini şişirmişti.
Oranlara ve rakamlara baktığımızda bu referandumun kazananı Erdoğan’dı.
Ama 2010 referandumunu 15 Temmuz’da milletçe direkten döndüğümüz ihanet darbesi üzerinden yeniden okursak aslında kazananın kim olduğunu daha iyi görebiliriz.
O tarihte Erdoğan’la pazarlık etmek suretiyle ‘mezardakilere bile evet dedirtme talimatı’ verdiği öne sürülen ve başta HSYK olmak üzere Yargıtay ve Danıştay dahil tüm yüksek yargı organlarını tek tek ele geçiren FETÖ örgütü 2010 referandumunun asıl kazananı olmuştu.
Bugün mahkemelerce kabul edilmiş FETÖ iddianamelerinden okuduğumuz kadarıyla Pensilvanya’daki örgüt başı 2010 referandumu için “AK Parti’nin 30-40 seçim kazanmasından daha hayırlı bir seçim” ifadesini kullanıyor ve örgütüne “sandıktan evet çıkarmak için her şeyi yapın” talimatı veriyordu.
Görüntüde hem Erdoğan’ın hem de Gülen’in istediği olmuştu.
Gülen 40 yıldır adım adım ördüğü yüksek yargıyı ele geçirme planını uygulama fırsatı bulurken Erdoğan ana muhalefet CHP’deki değişim sinerjisini ve ‘Gandi Kemal’in rüzgârını keserek’ 9 ay sonraki genel seçimlerde elde ettiği yüzde 50’nin temellerini atmıştı.
Hatta bir adım daha ileri giderek şunu söyleyebilirim. Okyanus ötesi bir operasyonla alt edilen Deniz Baykal’ın başına gelenlerin bile 2010 referandumuyla ilgili olduğunu düşünüyorum uzun bir süredir.
Şöyle ki; 12 Eylül 2010 referandum paketinin oylandığı meclisteki tavırları toplumun belirli bir kesimi tarafından alkışlansa da 18 yıllık liderliği Baykal’ın yüzünü eskitmiş, toplumda metal yorgunluğu denilen etkiyi uyandırmıştı. Değişim talebi daha çok CHP tabanından geliyordu.
CHP’nin oyları yükselme eğiliminde olsa bile Deniz Baykal’la referandumun kazanılamayacağı algısı netti. Dahası Baykal’ın ayağını kaydıranların da referandumda hayır oyu çıkarmak gibi bir derdi yoktu.
Ya neydi o zaman? Erdoğan’la pazarlık yapmaya ihtiyaçları vardı.
Referandum paketini çantada keklik göstermeyerek Erdoğan’ı masaya oturtmaya…
Toplum mühendisleri harekete geçtiler…
Ve zaten kurultaya giden CHP’deki 18 yıllık çınarı kurultaya 15 gün kala ateşe verdiler.
Yerine düşündükleri isim de belliydi.. Ve bu isim kesinlikle Kılıçdaroğlu değildi. Aynı yıl önce gizemli bir ABD ziyareti yapıp ardından Türkiye Değişim Hareketi adıyla ülke genelinde örgütlenen hatta ilk mitingini İzmir Bornova’da yapan ve parti kuracağına dair verdiği tarihi üç kez değiştiren, son olarak CHP kurultayından 10 gün sonraya tarih veren Mustafa Sarıgül’den başkası değildi. Bence!
Siyaseten Erdoğan’a benzerliğiyle dikkat çeken ve Kılıçdaroğlu’na nazaran o günler için kısa vadede Erdoğan’ı daha fazla zorlama ihtimali olan Sarıgül…
Bana göre Baykal’ın istifa ederken selam çaktığı Pensilvanya’nın o hamlesini CHP’nin efsane genel sekreteri Önder Sav engellemiştir. O günlerde TESEV merkezli farklı bir grup tarafından ‘Gandi Kemal’ namıyla öne çıkarılan Kılıçdaroğlu’nun yarattığı rüzgâr da Erdoğan’ı masaya oturtmaya yetmiş görünüyor. Kritik referanduma günler kalana dek anketler üzerinden yüzde 51-49 gibi rakamlar yayınlayan odaklar, bir hafta kala seferberlik ilan ederek “Mezardakileri bile kaldırıp oy verdirmek lazımdır” noktasına nasıl ve niçin gelmişlerdir?
Bu sorunun cevabını bugün daha iyi anlıyoruz.
Tüm bunları neden mi anlattım?
Tarih tekerrür eder… Tabi ki ders almayanlar için…
Olası referandumun da bir görünen bir de gerçek kazananı olacaktır.
AK Partili olduğundan emin olduğum bir dostumun söylediğini aynen aktarıyorum.
Bu referandum Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kurulmuş bir tuzak olmasın?
Kaybederse 2014’te aldığı yüzde 51’in meşruiyeti tartışmaya açılacaktır.
Kazandı diyelim… Sistemi harekete geçirmek için iki yıl sonra yüzde 51’i bulmak zorunda.
Ülkeye dört koldan saldıran ve ciddi bir güvenlik bunalımı yaratan terör örgütleri ve ekonomik göstergelerdeki olumsuzluğun sürmesi halinde yüzde 51 bugünden bile zor görünüyor.
Muhalefet cephesindeki zaafiyetin sürmesi AK Partililerin yegâne güvencesi olsa da her an siyasette yeni kapıların açılması da mümkündür. Ülkede yeni bir parti ve lidere ihtiyaç duyulduğuna inanan yüzde 40’ın üzerinde bir seçmen varken iki yıl sonraki seçimler Rus ruletinden farksız görünüyor. Tabi ki AK Partililer açısından…
Muhalefet cephesine dönersek…
Sürecin en tartışmalı partisi tabi ki MHP!
Kimilerine göre Bahçeli kendisinin de partisinin de sonunu hazırladı. Kimileri de tersini düşünüyor. Bahçeli’nin Saray’daki odasının hazır olduğunu MHP’nin de tabanını iktidarın nimetleriyle tanıştırarak süreçten kazançlı çıkabileceğini iddia ediyorlar. Bense Bahçeli’nin bundan sonraki hamlesinin MHP ile AK Parti’yi birleştirmek yahut AK Parti’ye ilhak etmek olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü eylem ve söylem yönüyle MHP ile AK Parti arasında çok da farkın kalmadığını görüyorum. Zaten yeni dönemde iki partili bir sistem arzulandığına göre…
CHP ise bu süreci lehine çevirmeye en yakın parti konumunda.
Kılıçdaroğlu’nun liderliği halen tartışılsa ve başta Muharrem İnce, Faik Öztrak gibi isimler ciddi ciddi konuşulsa da CHP’nin referandum sonrası ‘hayır’ cephesini siyaseten devşirmek gibi bir şansı var. Her hâlükârda yüzde 40’ın üzerinde bir orandan söz ediyoruz.
Şimdilik bu kadar yetsin… DEVAM EDECEK