Sebastiao Salgado, insanlığın hem en karanlık hem de en büyüleyici anlarını siyah-beyaz karelerle ölümsüzleştiren bir fotoğraf efsanesiydi. 8 Şubat 1944’te Brezilya’nın Minas Gerais bölgesinde doğan Salgado, ekonomi eğitimi almış bir isimdi, ancak 1970’lerde fotoğraf makinesini eline alarak adeta dünyayı yeniden keşfetti. Onun objektifi, işçilerin, göçmenlerin, savaşların ve doğanın hikayesini anlattı; her karede insanlık onurunu, acıyı ve umudu yakaladı. “İşçiler”, “Göçler” ve “Genesis” gibi projeleri, sadece estetik değil, aynı zamanda derin bir sosyal duyarlılık taşıyordu. Salgado, fotoğraflarının asla nesnel olmadığını söylerdi; her bir kare, onun subjektif bakış açısıyla yoğrulmuş, adeta bir sosyolog gibi dünyayı anlamaya çalışırdı.

Amazon’un vahşi doğasından savaşın yıktığı topraklara, Salgado’nun fotoğrafları bir belgeselci titizliğiyle, ama bir şairin ruhuyla işlenmişti. 1979’dan itibaren Magnum Photos’un bir parçası olarak dünyaca tanındı ve 1998’de Príncipe de Asturias ödülüyle onurlandırıldı.

Onun “La Sal de la Tierra” (Dünyanın Tuzu) belgeseli, Wim Wenders ve oğlu Juliano Ribeiro Salgado tarafından yönetilerek, sanatçının hem kişisel hem de profesyonel yolculuğunu gözler önüne serdi.

Dünyaca ünlü Brezilyalı fotoğrafçı ve çevreci Sebastiao Salgado, 23 Mayıs 2025’te, 81 yaşında Paris’te hayatını kaybetti. Instituto Terra’nın doğruladığı bu acı kayıp, küresel sanat ve çevre camiasını derinden sarstı. Salgado’nun siyah-beyaz kareleri, insanlığın mücadelelerini, doğanın kırılganlığını ve umudun direncini belgeleyen bir miras bıraktı. Onun ölümü, yalnızca bir sanatçının değil, bir aktivist ve hikâye anlatıcısının da vedası oldu.

Workers (1993), Exodus (2000) ve Genesis (2013) gibi projeleriyle, işçilerin, mültecilerin ve el değmemiş doğanın hikâyelerini milyonlara ulaştırdı. Ancak son yıllarda Amazônia (2021) projesiyle Amazon’un zenginliğini ve tehdit altındaki yerli halklarını gözler önüne serdi. Fotoğrafları, estetik bir başyapıt olmanın ötesinde, çevre ve sosyal adalet için bir çağrıydı.

Türkiye’de Salgado’nun Terra isimli sergisi, İstanbul’da sanatseverlerle buluştuğunda gitmiş görmüş ve çok enteresan duygularla dönmüştüm. Çok şey öğrendiğim bu sergi halen “sürdürülebilir dünya” çabalarımda rehberlerimden biridir.

Bu sergi, onun doğaya ve insana olan bağlılığını yansıtan çarpıcı bir seçkiydi. Terra, Salgado’nun Brezilya’daki Instituto Terra projesiyle bağlantılı olarak, ormansızlaşmaya karşı mücadelesini ve doğanın yeniden canlandırılmasına olan inancını vurguluyordu. Eşi Wanick Salgado ile birlikte 1998’de kurduğu Instituto Terra, Minas Gerais’te 2.000 hektardan fazla alanı yeniden ormanlaştırarak 7 milyona yakın fidan dikti.

Salgado’nun 1990’larda Genesis projesi sırasında yakalandığı sıtma, son yıllarda lösemiye dönüşerek sağlığını ciddi şekilde etkiledi. Buna rağmen, oğlu Juliano ile birlikte çalıştığı The Salt of the Earth (2014) belgeseli ve 2024’te Sony Dünya Fotoğraf Ödülleri’nde aldığı “Üstün Katkı Ödülü” gibi başarılarla üretkenliğini sürdürdü.

Salgado, ardında sadece fotoğraflar değil, insanlık ve doğa için bir miras bıraktı. Onun kareleri, sınıf mücadelesinden çevre krizlerine kadar çağımızın en büyük meselelerini gözler önüne sererken, bize doğayla ve birbirimizle bağ kurmayı hatırlattı. Salgado’nun ışığı sönse de, fotoğrafları dünyayı aydınlatmaya devam edecek.

Türkiye’de açtığı tüm sergiler, bu çevre misyonunu sanatla buluşturarak izleyicilerde derin bir etki bıraktı.

Doğanın bozulmamışlığı…

Genesis, Salgado’nun önceki projeleri Workers ve Exodus’taki insan odaklı anlatıdan farklı olarak, doğanın bozulmamış güzelliklerine odaklanır. 2004-2012 yılları arasında 32 ülkeyi kapsayan bu proje, Amazon ormanlarından Galápagos Adaları’na, Antarktika’dan Madagaskar’a uzanan coğrafyalarda çekildi. Salgado, gezegenin yüzde46’sını hâlâ kaplayan bakir alanları belgelemek için yüzlerce yolculuk yaptı. Dağlar, okyanuslar, vahşi yaşam ve yerli topluluklar, onun siyah-beyaz karelerinde epik bir anlatıya dönüştü.

Proje, beş tematik bölüme ayrılıyor: “Güney Gezegeni” (Antarktika ve çevresi), “Sığınaklar” (el değmemiş ormanlar), “Afrika”, “Kuzey Mekânları” (Arktik bölgeler) ve “Amazon ve Pantanal”. Yaklaşık 250 fotoğraf, doğanın görkemini ve kırılganlığını gözler önüne seriyor. Salgado, yerli halklarla uzun süre yaşayarak onların doğayla uyumunu da belgeledi; örneğin, Brezilya’daki Zo’é kabilesiyle geçirdiği aylar, projenin ruhunu yansıtan kareler üretti.

Instituto Terra

Salgado ve eşi Wanick Salgado tarafından Nisan 1998’de kurulan Instituto Terra, Brezilya’nın Minas Gerais eyaletindeki Aimorés bölgesinde, Doce Nehri Vadisi’nde faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşu. Temel amacı, Atlantik Ormanı’nın restorasyonu ve sürdürülebilir kırsal kalkınmayı desteklemektir.

Instituto Terra, Salgado’nun ailesine ait 709,87 hektarlık (yaklaşık 1.754 dönüm) Bulcao Çiftliği’ni yönetiyor. Bu alanın 607 hektarı (1.502 dönüm), Brezilya’nın ilk Özel Doğal Miras Rezervi olarak koruma altına alınmış. 1999’da başlayan ağaç dikim çalışmaları, erozyona uğramış toprakları canlandırmak için “yaparak öğrenme” prensibine dayanıyor. Bugüne kadar 7 milyona yakın fidan dikilmiş, 172 kuş türü, 33 memeli türü ve su kaynakları bölgeye geri dönmüş.

Kurum, Atlantik Ormanı’na özgü türlerin bulunduğu bir fidanlık işletiyor ve yılda 2 milyon fidan üretme kapasitesine sahip.

Bu fidanlar, Doce Nehri Havzası’nda orman restorasyonu için kullanılıyor. Ayrıca, çevre eğitimi, ekoloji, ormancılık ve agroekoloji gibi konularda kurslar sunarak yerel toplulukları güçlendiriyor.

Instituto Terra, yalnızca bir koruma projesi değil, aynı zamanda doğaya saygıyla yenilenmenin mümkün olduğunu gösteren bir ilham kaynağı.

Hep iyi hatırlanılacak biri olmak ne güzel.