'Büyükşehir' ve 'Büyükşehir Belediyesi' kavramları, şehirlerin nüfusuna ve büyüklüğüne dayalı olarak günlük yaşamımızda çoktan yerini aldı. Hızlı kentleşme, belli kentlerde ekonomik gelişmeye bağlı olarak nüfus ve yapılaşma yoğunluğu, sorunlara daha büyük bir çerçeveden bakmak zorunluluğu, belediyecilikte daha bütünsel bir yaklaşımı getirdi denilebilir. Buna karşın, 2004 yılında çıkan Büyükşehir Belediyesi Yasası'ndan bugüne, biraz da el yordamıyla yüründüğü ortada.
Son olarak 6 Aralık 2012 tarihinde Büyükşehir Yasası'nda yapılan değişiklik, hem on üç ilde Büyükşehir Belediyesi kurulması, hem de yirmi altı yerleşim biriminin ilçe yapılması ile birlikte bazı başka yenilikler getirdi.
Öyle anlaşılıyor ki, zamanla bazı illerde görülecek gelişmeler ve nüfus artışıyla ortaya çıkacak duruma göre 'büyükşehir'leşme devam edecek.
Ben, bu yaklaşımın birkaç bakımdan sakıncalı olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ikisi çok önemli: Büyükşehir/küçükşehir ayrımı doğması bunların ilki. İkincisi, Büyükşehir Belediyesi kurulmasıyla gelen kimi çağdaş yaşam olanaklarından öbür illerin kırsal kesiminin yararlanamamasıyla doğan eşitsizlik. Diğer yandan, bugünkü uygulama, iç göçü körükler niteliktedir.
Ayrıca, Büyükşehir kapsamı içine girebilmek için bazı illerde yaşanacak zorlamaların, yapılacak atakların ve muhtemel sürtüşmelerin de hesaba katılması gerek.
Bence bu ayrım, zaman kaybetmeksizin kaldırılmalıdır.
Çok sayıda insanın yaşadığı yerde, çoklu sorun yaşanması kaçınılmazdır. Farklılıklar yaratan bu uygulamanın zamanla ve bölük pörçük yapılacak değişikliklerle sürdürülmesi ise pek çok yeni soruna yol açacaktır. Onun için, bir öneride bulunmak istiyorum:
Belediyelerle ilgili tüm yasalar gözden geçirilerek yeni bir yasa çıkarılmalı. Böylece, tüm aksamalar bütünsel olarak görülüp köklü bir çözüme yönelinmeli... Ancak bunun için yurdumuzdaki, şehirler 'büyük' ya da 'küçük' diye ayrılmadan, il ve ilçe belediyeleri olarak yeniden ve köklü bir biçimde yapılandırılmalı. Böylece, tüm yurt çapında bir standarda gidilmeli. İl belediyeleri tüm il sınırlarını, ilçe belediyeleri ilçe sınırlarını kapsamalı. Böylece, genel idari yapıyla da uyumlu bir belediyecilik anlayışı getirilmesi mümkün olur.
Uygulamada, coğrafi koşullar, mesafe ve nüfus gibi nedenlerle zorluklar yaşandığını biliyoruz. Küçük bir ilçe, otuz kilometre ötedeki köyüne ya da beldesine hizmet götürmekte zorlanıyor. İşte, 2012 değişikliğindeki gibi ayrıntılar burada ortaya konulmalı ve gereken yerlerde, ilçe sınırları içinde belde –bana kalırsa, idari anlamda bucak uygulaması da getirilerek bucak- belediyeleri de kurulmalı.
Söz gelimi, Milas'ın Ören beldesinin, ilçeye uzaklığı 39 kilometredir. Bu uzaklıkta ve bağımsız kimliği aşikar olan bir yer, nasıl mahalle olacaktır? Bir başka örnek Yenifoça'dır. Nüfusuna bakarsanız –sürekli oturanlar- 4000 kadardır ama bu 'belde'de 9500 konut bulunmaktadır ve 22 kilometre sahil şeridi vardır. Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Bir de, Bergama, Ödemiş gibi hem kendisi azametli, hem coğrafi anlamda geniş ilçeleri de düşünecek olursak, uygulamada yeni bir anlayışa gerek olduğunu kestirmek hiç zor olmaz.
Yinelemekte yarar var: Bütün Türkiye'de il ve ilçeleri temel alan; gerekli görülen, zorunluluğu açık seçik ortada olan kimi yerlerde ise bucak kimliğinin yeniden harekete geçirilmesi de düşünülerek belde belediyeleri kurulabilir.
Yoksa, 'büyükşehir' uygulaması, ülkeye bütünsel bakışı zedelemektedir. Ağırlık, nüfus çokluğu olanlardan yana ağmaktadır. Böyle olması elbette bir ölçüde doğal ve hatta zorunludur ama öbür il ve ilçelerin de, kendi ölçülerinde, benzer bir biçimde yapılanmalarıyla, yerel yönetim, coğrafi ve idari bütünlük çerçevesinde yeni bir belediyecilik anlayışı yerleştirilebilir.
Vaktiyle Yeni Asır'daki sohbet yazılarımın birinde 'Sosyal Güvenlik Kurumu' adını ilk kez telaffuz eden ve üç kurumun birleşmesiyle böyle bir kurumun doğmasını savunan biri olarak, bu düşüncem de tartışılsın isterim.
Ben söylemiş olayım. Belki bir duyan olur!