İzmir Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Mehmet Özyurt, sağlık sorunlarını gerekçe gösterip görevden ayrılınca, yönetim kurulu Dr. Fahri Yüce Ayhan’ı başkanlık makamına getirdi.

6 aylık arada arı gibi çalıştığını gördüğümüz Yüce Hoca’yla sağlık sektörünün gündeminden hiç düşmeyen konuları konuştuk.

Gündemin yoğunluğuna rağmen zevkle, şevkle çalıştığını anlattı Yüce hoca…

Gıda zehirlenmeleriyle ilgili çok önemli bilgiler aktardı. Bunun, bir toplum sağlığı sorunu olduğunu üstüne basa basa ifade etti ve ekledi:

“Yoksullaşma büyüdükçe, galiba daha çok zehirleneceğiz. İnşallah öyle olmaz.”

Yurtdışına kaçan hekimlerini konuşmadan olmazdı tabii ki. Normal yaşamında da iyimser bir kişiliğe sahip olan İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Fahri Yüce Ayhan, gelecekle ilgili umudunu koruduğunu şu sözlerle ifade etti:

“Başka bir sağlık mümkün. Bunu sağladığımızda, doktorlarımız vatanlarına dönmeye başlayacaktır. Başka bir sağlığı mümkün kıldığımızda, kimse gelmese bile hiç olmazsa eldekiler gitmek istemeyecektir.”

Başkan Dr. Fahri Yüce Ayhan, Muhittin Akbel’in sorularını içtenlikle yanıtladı.

Yüceayhan1

Sohbetimize başlayalım:

TÜRKİYE, HER GÜNE YEPYENİ BİR GÜNDEMLE BAŞLIYOR

- Sevgili hocam, İzmir Tabip Odası Başkanlığı görevinizin, ağır bir sorumluluk taşıdığını düşünüyorum. 6 ay öncesi ve bugününüzü kıyasladığınızda, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

“Çok büyük sorumlulukları olan ve gururlu bir görev üstlendim. Çok çalışıyoruz ama halimden şikayetçi değilim, elimden geleni yapıyorum. Ülkemizde her gün, zor bir güne uyanıyoruz. Normal bir gündemle uyanmıyoruz maalesef. Bir gün uyanıyorsunuz, yeni doğan skandalıyla yüzleşiyorsunuz, ertesi gün başka bir konuyu konuşmaya başlıyoruz. Türkiye’de sağlığa ayrılan bütçe çok düşük. Sayıştay raporlarını incelediğimizde gördüğümüz rakamlar, sağlık hizmetlerinin yetersizliğini gösteriyor. Mevsimsel dönüşümlerde enfeksiyonlar yayılıyor. İklim değişikliği, gündelik hayatımızı etkilemekle kalmıyor, enfeksiyonlar açısından geleceğimizi şekillendiriyor. Özetle, yoğun bir gündemle ilerliyoruz. Yorucu da olsa, bu onurlu görevi layıkıyla yapmak için gururla, şevkle çalışıyorum.”

GIDA ZEHİRLENMELERİ, BİR TOPLUM SAĞLIĞI SORUNUDUR

- Eskiden düğünlerde, mevlit yemeklerinde görülen gıda zehirlenmesi, artık fabrikalarda, okullarda, öğrenci yurtlarında, hatta cezaevlerinde, kışlada da yaşanıyor. Yüzlerce yurttaşımız son 5 ay içinde gıda zehirlenmesi nedeniyle hayatını kaybetti. Bu ölümlü zehirlenmelerin temelinde ne yatıyor sizce; ihmal mi, ekonominin yol açtığı ucuza kaçış mı?

“Bu sorunun temelinde yoksulluk var. Son kullanma tarihi çok yaklaşmış ürünler, kampanya adı altında ucuza satılıyor, ya da bir alana bir bedava gibi sloganlarla sunuluyor. Ne yazık ki bunu almak zorunda kalan insanlar var. Gıda zehirlenmesi, bir odaktan birden çok kişiye yayılan olgudur. Okul, kışla, cezaevi, fabrika gibi yerlerde bu tür olaylarla karşı karşıya kalındığında çok büyük bir kesim etkileniyor. Fabrikada üretim duruyor, okulda dersler yapılamıyor, hastanede sağlık hizmeti devre dışı kalıyor. Gıda zehirlenmeleri, bu anlamda bir toplum sağlığı sorunudur. Aşırı ucuz ürünler, risk barındırıyor. Aşırı ucuzluğun arkasında ne var, ona bakmak lazım ama hiç kimse ona bakmıyor. Her ucuz kötü değildir ama aşırı ucuzsa, orada bir durup düşünmek gerekiyor. Devletin, bunu denetlemesi gerekiyor. İnsanlar yoksullaştıkça, daha ucuz ürünlere yönelmek zorunda kalıyor. Biz olaya, bir vakanın kimlere kadar uzandığını görmeye çalışıyoruz.”

İHRACAT KAPISINDAN DÖNEN ÜRÜNLER İMHA EDİLMELİ

- Anlaşılan o ki, yoksullaştıkça daha çok zehirleneceğiz!

“İnşallah öyle olmaz. İşimiz inşallaha maşallaha kaldı! Bir de şöyle bir şey var; sadece akut gıda zehirlenmeleri önemli değil. Bir gıdayı tükettiniz, 24 saat içinde sizi zehirleyen gıdayı bir şekilde dışarıya attığınızda normale dönersiniz, sağlıklı bir kişiyseniz! Fakat bir yeni doğan bebek, yaşlı bir birey veya kronik hastalığı olan kişilerde açtığı zarar çok büyük olur. Vücudun su ve mineral metabolizması bozulduğunda vaka, ölüme yol açabilir. Bunun ötesinde Türkiye’de üretilen, yurtdışına satılan ürünler, aflatoksin bulunduğu için iade ediliyor. Bu ürünler ne oluyor? Sattığımız ülke, ürünleri testlerden geçiriyor, insan sağlığına zararlı olduğunu tespit ediyor, iade ediyor. Aflatoksinli kurutularak sunulan gıdalarda oluşan mantar üremesine bağlı zehirlenme oluyor. Bunlar size 24 saat içerisinde bir bulgu vermiyor. Belki iki sene, belki beş sene sonra karaciğer kanseri oluyorsunuz. Yani hem kısa vadeli, hem de uzun vadeli zehirlenmeler söz konusu. Yurtdışında ülke kapısından dönen ürünlerin iç pazara kesinlikle verilmemesi lazım. İnsanların göreceği bir şekilde imha edilmesi lazım. O ürün Avrupa ülkesinde insan sağlığında zararlı oluyor da bizde zararlı değil mi? Gıda standartlarımız, sağlık hizmeti standartlarımız farklı değil. Oradaki standartların ülkemizde de uygulanması gerekiyor. Avrupa, kendi ülkelerinde sökümüne izin vermediği gemileri Türkiye’ye gönderiyor, ülkemizde sökümünü yaptırıyor. Türkiye ikinci sınıf ülke muamelesi görmeyi hak etmiyor.”

YURTDIŞINA KAÇIŞ ESKİSİ GİBİ DEĞİL AMA YİNE DE DEVAM EDİYOR

- Sayın başkan, 2020-24 yılları arasında 10.738 hekim, Tabip odalarından iyi hal belgesi almış ve yurtdışına gitmiş. Sadece 2024’te bu sayı 2692 kişi. Yurtdışına kaçış devam ediyor mu?

“Evet, iyi hal belgesini çok sayıda hekim arkadaşımız aldı. Bakanlık, iyi hal belgesi alanların hepsi yurtdışına gitmedi diyor ama bu belge, yurt içinde hiçbir iş için gerekli değil ve istenmez. Türkiye’de bir işe yaramıyor yani. Giderlerse gitsinler, söyleminden sonra yurtdışına giden hekim sayısında bir pik yaşandı, bugün itibariyle yavaşlamış olsa da göç devam ediyor. Mesela İzmir Tabip Odası, 2025 yılı içerisinde 128 kişiye iyi hal belgesi verdi. Yurtdışına kaçış, o döneme göre az ama devam ediyor.”

BAŞKA BİR SAĞLIK MÜMKÜN OLDUĞUNDA DÖNÜŞ BAŞLAYABİLİR

- Giden hekimlerimizin geri geleceklerine inanıyor musunuz?

“Başka bir sağlık mümkün” umudunu taşıyoruz. Onun için uğraşıyoruz. Başka bir sağlık mümkün olduğunda, yurtdışındaki hekimlerimizin bu güzel ülkemizde hekimlik yapabileceklerini biliyoruz. Eğer sağlık sistemini değiştirirsek, hekimleri huzurlu bir çalışma ortamında istihdam edebilirsek, yoksulluk sınırının üzerinde bir refaha kavuşturursak, yurtdışında yaşamaları için sebepler ortadan kalkar. Dolayısıyla yurda dönüş başlayabilir. Bölge Tabip Odaları toplantıları yapıyoruz. Önümüzdeki ay Bergama’da yapacağımız toplantının teması, “Başka Bir Sağlık Mümkün; Nasıl Yapmalı?” başlığını taşıyor. Dediğim gibi Başka Bir Sağlık Mümkün düşüncesini hayata geçirebilirsek, dışarıdaki meslektaşlarımız dönmese bile yenilerinin gitmesini önlemiş oluruz. Hekimlerimizi mutlu ve umutlu etmemiz lazım. Mutsuz olsak da umudunu koruyan bir kesim var hekimlikte.”

ÇOCUK CERRAHİSİNDE KADROLARIN YARISI BOŞ KALDI

- Son yaşananlar, öğrencilerin tıp okuma hevesini kırdı mı? Kontenjanlar doldu mu?

“Tıp fakültelerinin kontenjanları hiçbir zaman boş kalmaz. Üniversite mezunlarının işsizliğini düşünürsek, tıp fakültesinden mezun olup doktorluk unvanını kazandığınızda işiniz, mecburi hizmetle zaten hazır. Bu açıdan değerlendirildiğinde her zaman ilk tercihtir tıp... Milyonlarca öğrenci, bir süzgeçten geçiyor, en iyileri ancak tıp fakültesine girebiliyor. Fakat uzmanlık eğitiminde alışılmışın dışında tercihler görüyoruz. Darp, ağır iş yükü, risk gibi öne çıkan sorunları yaşamayacakları dalları tercih etti hekimlerimiz. En zor alanlardan biri olan cerrahi gibi alanı tercih eden olmayınca, bu alanda hekim açığı oluşuyor. TUS’un en son yerleştirmesinde kadrolar genel cerrahide yüzde 30, çocuk cerrahisinde yüzde 50 boş kaldı.”

BAKANLIĞIN, SAĞLIKTA FİNANSMANI YÖNETEN KURUM HALİNE GELDİ

- Sağlık sektörünün ticarileştiğini, özel hastanelerin mantar gibi çoğaldığını görüyoruz. Bir muayene 5 bin lira, bir ameliyat için servet isteniyor. Sağlık sektöründe özel hastanelerin artışını nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsanların eşit sağlık hizmeti alamamasıyla ilgili neler söylemek istersiniz?

“Bu bir politikadır. Dünya Bankası’nın yayımladığı bir kitapçık var, sağlıkta dönüşümün pazarlamasını yaptığı kitapçık… Kitapçığı Türkçe olarak da yayımladı. Sağlıkta dönüşüm bir projedir, bir modeldir. Bu dönüşümden öte bir dayatmadır. Orada açıkça, bu projeyi uygulayabilmek için hekimlerin örgütlenmesini zayıflatmak, hastayla karşı karşıya getirmek gerektiği yazıyor. Hekim-hasta, hekim-sermaye ilişkisi çok net ifade ediliyor kitapçıkta. Sağlık Bakanlığı şu anda sağlık hizmeti verme noktasından, sağlık alanının finansmanını yöneten bir kurum haline geldi. Hizmet satın alınması, o hizmeti belli bir gruba finansman aktarımıyla yerine getirme çabasında. Hal böyle olunca, özel sağlık kuruluşları da hızla arttı. Buna da bir standart getirmek gerekiyor. Öncelik, toplum sağlığını korumak olmalı. Bir özel sağlık kuruluşuna bir işlem için verilen parayla bir aşının maliyeti karşılaştırılamaz. Bir çocuk 13 yaşına gelinceye kadar alacağı aşıların tamamının maliyeti, 175 dolar. Bu parayı bir çocuk için harcadığınızda onu tüm enfeksiyonlardan koruyorsunuz. O aşıların bir tanesini yapmasanız, onun yol açacağı enfeksiyonun maliyeti, o 175 doların çok üzerinde olacaktır.”

HEKİMLİK, BANT İŞÇİLİĞİ GİBİ BİR ŞEY DEĞİLDİR

- Türkiye’de sağlık hizmetleri, sağlıklı diyebilir miyiz?

“Sermayeyi zenginleştirmeye çalışan bir sistem var. Türkiye’de barajı yapan inşaat şirketi, şehir hastanesi yapıyor ve işletiyor! İnşaat şirketi, laboratuar sahibi! Yurtdışından sağlıkta kullanılacak malzeme getirmekle yetkili tek şirket ayrıca! Hekimlik, bant işçiliği gibi bir şey değildir; her hastayı ayrı ayrı değerlendirmesi gerekiyor. 5 dakikada bir hasta bakacaksın baskısı var. Hekimlik, sadece hasta bakmak, poliklinik yapmak değildir; aşı yapmak da, rahatsızlığı tespitte sorular sormak da hekimliktir. Yapay zekaya sorduk, bir hastaya neler sormam gerekir, diye. Yapay zeka bile sadece soruların üç dakikada sorulabileceğini ortaya koydu. Kalan iki dakikada ne yapacaksınız? Sayıştay raporları açıklandı. Orada da görüyoruz ki, şehir hastaneleri bir kara delik. Sağlık bakanlığından oluk oluk para çekiyorlar. Sayıştay raporlarında çok sayıda usulsüzler olduğu yazıyor, şehir hastaneleriyle ilgili… Bunların bir yaptırımı var ama bir şey yapılamıyor. Çünkü bu konuda bir uyuşmazlık olduğunda, İngiltere mahkemeleri bakacak. HPV aşısının ücretsiz yapılıyor olması lazım. Yıllardır bunu talep ediyoruz. Devlet, buna kaynak aktaramıyor. Ama şehir hastanelerine aktarıyor! RSV aşısı, çocuklar için çok önemlidir; bu aşı yapılmadığı takdirde iki yaş altı çocuklarda ölüm sebebidir. Kim 15 bin lira verip, çocuğuna bu aşıyı yaptırabilir? Bunlara bütçe aktarılması gerekiyor. Kamu bütçesinin daha iyi yönetilmesi gerekiyor. İngiltere’nin yıllar önce terk ettiği kamu-özel işbirliği modelini yeni keşfettik! Bakanlık ta yapılan hatanın farkına vardı, yeni inşa edilecek şehir hastanelerini bakanlığın yapmasına karar verdi. Bakanlık, inşaatı ben yapacağım, hastaneyi ben işleteceğim, dedi. Şehir hastanesinin bir hasta garantisi var. Taahhüt edilen hasta sayısına ulaşılmasa da devlet, o parayı ödüyor. Dolayısıyla taahhüt edilen hasta sayısına ulaşılabilmesi için şehir içindeki hastanelerin bazıları işlevsiz hale getirildi.”