İzmir'in 8500 yıllık tarihi içerisinde Türk egemenliğine girdiği dönem genellikle XI. yüzyıla tarihlenir. 1081'de Çaka Bey tarafından ilk kez Türk hakimiyetine giren İzmir ve çevresinde Türk izlerini kuvvetlendiren asıl dönem Aydınoğulları Beyliği'nin 1308'de Birgi'de kurulmasıyla başlar. 1317'de İzmir'i fetheden Aydınoğlu Mehmet Bey, kentin yönetimini oğlu Umur Bey'e vermiş ve bu tarihten itibaren İzmir ve çevresinde Türk egemenliği başlamıştır. Gazi Umur, İzmir'i özellikle de Kadifekale ve çevresini kısa süre içerisinde bir Türk kenti haline getirmekle kalmamış, O'nun zamanında İzmir bir deniz ve donanma üssü halini almıştır. Umur Bey'in İzmir'de inşa ettiği donanma kısa süre içerisinde Ege Denizi'nde Sakız, Midilli ve Sisam adalarının Türk egemenliğine geçmesini sağlamıştı. Bütün bunlarla birlikte hakimiyet alanını daha fazla genişletmek isteyen Umur Bey, bu amaçla Ege Adalarında Latin ve Bizans güçlerine karşı seferler düzenlemekten geri kalmadı. Bu hedefle ilerleyen Umur Bey'in denizcilik alanında gösterdiği üstün başarılar O'na Türk tarihinde seçkin bir yer sağladı. Zira Umur Bey'in donanması ve denizcilikteki birikimi sonraki dönemlerde Osmanlı deniz gücünün hem çekirdeği hem de modeli olacaktı.
Gerçekleştirdiği fetihlerle önemli bir güç ve prestij elde eden Umur Bey'in yönetimi altında İzmir, Aydınoğulları Beyliği'nin sadece bir limanı ve deniz üssü değil, aynı zamanda beylik merkezi de olmuştu. Umur Bey İzmir'i merkez alarak yalnızca Ege Denizi'nde değil, İç Batı Anadolu'da da hakimiyet tesis etmek istemiş ve bu doğrultuda attığı adımlar Türkmen beylikleri arasında yeni bir tehdit algısı yarattı. Denizci Türkmen Beylikleri'nin en büyüğü olarak Bizans'la ittifaklar yapan Umur Bey; İzmir'den hareket ettirdiği donanmasıyla Tuna boylarına ve Arnavutluk'a kadar uzanan seferlere de girişmiştir. Umur Bey'in bir güç olarak sivrilmesi karşısında Orta Çağ'ın büyük şehir devletleri olan ve Akdeniz ticaretinde etkinliklerini yitirmek istemeyen Venedikliler ve Cenevizliler büyük bir panik yaşamaya başlamışlardı. Zira Ege Denizi'ndeki hakimiyetleri Umur Bey tarafından tehdit ediliyordu. Bu doğrultuda kendileri için önemli bir rakip gördükleri Umur Bey'i ortadan kaldırabilmek amacıyla Papalığı harekete geçirdiler. 1345 yılında bu nedenle Fransız Humbert komutasında bir Haçlı donanması oluşturuldu. Bu donanma, İzmir'e baskın yaparak sahilde bulunan Liman Kale'yi zapt etti. Yaşanan bu gelişmeler sonucunda, Umur Bey'in donanması ve tersanesi tahrip edildi. Bu gelişmeler ışığında Türkler ancak Kadifekale sırtlarında tutunabildiler. Süreç içerisinde Kadifekale ve çevresi Türk-Müslüman İzmir, günümüzde Hisarönü Camii civarında bulunan Liman Kale'deki sahil kesimi ise, Hrıstiyan-Gavur İzmir olarak kaldı. Umur Bey, Liman Kale'yi Latinlerden geri almak için çok uzun süren mücadeleler yaptı. 1348'de Liman Kale'yi kuşattı. Ancak kaleden atılan bir okla şehit oldu. Cenazesi Birgi'deki Türbeye Babasının yanına defnolundu.
Yaşam öyküsüne bu büyük başarıları sığdırmış olan Umur Bey'in hayatı ve kahramanlıkları daha sağlığında halk arasında destan olarak anlatılmaktaydı. Nitekim 1465'te Fatih dönemi vakanüvislerinden Enveri kaleme almış olduğu Düsturname-i Enveri adlı 3730 beyitten oluşan mesnevi tarzındaki eserinin ikinci kısmında Gazi Umur Bey'in başarılarına ve O'nun döneminde gerçekleştirilen 26 gazaya ayrıntılarıyla yer vermişti. Enveri Düsturnamesi'ni bir başlangıç yani mukaddime ile 22 kitaba ayırmıştı. Düsturname'nin Aydınoğulları tarihini ele alan bölümü eserin 18. kitabını oluşturmuştu. Enveri, Düsturname'de Umur Bey'in yaşam öyküsünü, yaptığı fetihleri, akınları, deniz seferlerini ayrıntılarıyla ortaya koymuş, keza Umur Bey'in komşu Anadolu Beylikleri Bizans ve Latinlerle olan temaslarını şiirsel bir üslupla dile getirmişti.
Düsturname, İzmir'in Türk kenti haline gelmesinin bir mesnevi tarzında anlatıldığı elimizdeki en orijinal yazılı eserdir. Ayrıca, Aydınoğulları Beyliği dönemi Ege Denizi'ndeki Bizans ve Latin egemenlikleri gibi konularda da birinci dereceden önemli bir kaynaktır. İzmir'in Osmanlı öncesi Türk egemenliği dönemi içinse 'tek' ve 'biricik' kaynaktır. Bu kaynak eserin orjinali iki nüsha halinde günümüze ulaşabilmiştir. Bu nüshalardan birincisi İzmir Milli Kütüphane'de, ikincisi ise Paris'te bulunan Bibliotheque Nationale'dedir. Tarihçi Mükrümin Halil Yınanç, 1928 ve 1929 yıllarında yaptığı yayınlarla bu önemli kaynağın Paris nüshasını bilim çevrelerine tanıtmıştı. Ancak bu yayınlar, eski harflerle basıldığından geniş kitlelerin bu eserden faydalanması mümkün olamamıştı. 1954 yılında Fransız Türkologlarından İrene Melikoff bu kez, Düsturname'nin Latin harfli edisyonunu ve Fran-sızca çevirisini 'Le Destan d'Umur Pacha' adıyla Paris'te yayınlamıştı. Bu eser de daha çok Fransız okuyucularına yönelikti ve kısıtlı sayıda basılmıştı.
İzmir tarihi için en önemli kaynaklardan birisi olan Düsturname-i Enveri'nin İzmir Milli Kütüphane'de bulunan nüshası yazıldığı 1465 tarihinden yaklaşık 25 yıl sonra kopya edilebilmiştir. Bugün İzmir Milli Kütüphane'de özenle saklanan bu eser, yaşadığımız kent İzmir'in tarihsel belleği için vazgeçilmez önemde bir kaynaktır. Zira Osmanlı öncesi Türk İzmir'ine ilişkin elimizde bulunan tek yazılı belgedir. Türkiye'de tarihçilerin, İzmir Kent tarihi üzerine çalışma yapan araştırmacıların ve sosyal bilimcilerin bu önemli kaynak eserden yararlanabilmeleri bir takım teknik güçlükler içermektedir. Çünkü orijinali 15. yüzyıl Türkçesi ve Osmanlı alfabesiyle yazılmıştır. Eseri anlayabilmek için geniş bir Osmanlıca bilgisine ve 15. yüzyıl Türkçesine vakıf olmak gibi bir zorunluluk bulunmaktadır. Bu nedenle eserin bilim çevrelerince ve İzmir kent tarihi üzerine araştırma yapanlarca yoğunlukla kullanılması çok mümkün görünmemektedir. Bu eser üzerinde yaklaşık 3 yıldan bu yana yapmış olduğumuz çalışmalar nihayet meyvesini verdi. İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzesi'nin bu önemli projesini ülkemizin yetiştirdiği önemli Ortaçağ tarihçilerinden Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Mustafa Daş üstlendi. Yaklaşık üç yıldan beri sürdürülen orijinal metin üzerindeki edisyon-kritik çalışmaları tamamlanarak eser, günümüzde herkesin anlayabileceği bir dille yayınlanmaya hazır hale getirildi. Böylelikle İzmir'in Türkleşmesine etki eden ve üzerinde çok az bilgimiz bulunan bir dönem en orijinal kaynaktan aydınlanmış oldu. Eser, 2013 Şubat ayında okuyucularıyla buluşacaktır.
Gerçekleştirdiği fetihlerle önemli bir güç ve prestij elde eden Umur Bey'in yönetimi altında İzmir, Aydınoğulları Beyliği'nin sadece bir limanı ve deniz üssü değil, aynı zamanda beylik merkezi de olmuştu. Umur Bey İzmir'i merkez alarak yalnızca Ege Denizi'nde değil, İç Batı Anadolu'da da hakimiyet tesis etmek istemiş ve bu doğrultuda attığı adımlar Türkmen beylikleri arasında yeni bir tehdit algısı yarattı. Denizci Türkmen Beylikleri'nin en büyüğü olarak Bizans'la ittifaklar yapan Umur Bey; İzmir'den hareket ettirdiği donanmasıyla Tuna boylarına ve Arnavutluk'a kadar uzanan seferlere de girişmiştir. Umur Bey'in bir güç olarak sivrilmesi karşısında Orta Çağ'ın büyük şehir devletleri olan ve Akdeniz ticaretinde etkinliklerini yitirmek istemeyen Venedikliler ve Cenevizliler büyük bir panik yaşamaya başlamışlardı. Zira Ege Denizi'ndeki hakimiyetleri Umur Bey tarafından tehdit ediliyordu. Bu doğrultuda kendileri için önemli bir rakip gördükleri Umur Bey'i ortadan kaldırabilmek amacıyla Papalığı harekete geçirdiler. 1345 yılında bu nedenle Fransız Humbert komutasında bir Haçlı donanması oluşturuldu. Bu donanma, İzmir'e baskın yaparak sahilde bulunan Liman Kale'yi zapt etti. Yaşanan bu gelişmeler sonucunda, Umur Bey'in donanması ve tersanesi tahrip edildi. Bu gelişmeler ışığında Türkler ancak Kadifekale sırtlarında tutunabildiler. Süreç içerisinde Kadifekale ve çevresi Türk-Müslüman İzmir, günümüzde Hisarönü Camii civarında bulunan Liman Kale'deki sahil kesimi ise, Hrıstiyan-Gavur İzmir olarak kaldı. Umur Bey, Liman Kale'yi Latinlerden geri almak için çok uzun süren mücadeleler yaptı. 1348'de Liman Kale'yi kuşattı. Ancak kaleden atılan bir okla şehit oldu. Cenazesi Birgi'deki Türbeye Babasının yanına defnolundu.
Yaşam öyküsüne bu büyük başarıları sığdırmış olan Umur Bey'in hayatı ve kahramanlıkları daha sağlığında halk arasında destan olarak anlatılmaktaydı. Nitekim 1465'te Fatih dönemi vakanüvislerinden Enveri kaleme almış olduğu Düsturname-i Enveri adlı 3730 beyitten oluşan mesnevi tarzındaki eserinin ikinci kısmında Gazi Umur Bey'in başarılarına ve O'nun döneminde gerçekleştirilen 26 gazaya ayrıntılarıyla yer vermişti. Enveri Düsturnamesi'ni bir başlangıç yani mukaddime ile 22 kitaba ayırmıştı. Düsturname'nin Aydınoğulları tarihini ele alan bölümü eserin 18. kitabını oluşturmuştu. Enveri, Düsturname'de Umur Bey'in yaşam öyküsünü, yaptığı fetihleri, akınları, deniz seferlerini ayrıntılarıyla ortaya koymuş, keza Umur Bey'in komşu Anadolu Beylikleri Bizans ve Latinlerle olan temaslarını şiirsel bir üslupla dile getirmişti.
Düsturname, İzmir'in Türk kenti haline gelmesinin bir mesnevi tarzında anlatıldığı elimizdeki en orijinal yazılı eserdir. Ayrıca, Aydınoğulları Beyliği dönemi Ege Denizi'ndeki Bizans ve Latin egemenlikleri gibi konularda da birinci dereceden önemli bir kaynaktır. İzmir'in Osmanlı öncesi Türk egemenliği dönemi içinse 'tek' ve 'biricik' kaynaktır. Bu kaynak eserin orjinali iki nüsha halinde günümüze ulaşabilmiştir. Bu nüshalardan birincisi İzmir Milli Kütüphane'de, ikincisi ise Paris'te bulunan Bibliotheque Nationale'dedir. Tarihçi Mükrümin Halil Yınanç, 1928 ve 1929 yıllarında yaptığı yayınlarla bu önemli kaynağın Paris nüshasını bilim çevrelerine tanıtmıştı. Ancak bu yayınlar, eski harflerle basıldığından geniş kitlelerin bu eserden faydalanması mümkün olamamıştı. 1954 yılında Fransız Türkologlarından İrene Melikoff bu kez, Düsturname'nin Latin harfli edisyonunu ve Fran-sızca çevirisini 'Le Destan d'Umur Pacha' adıyla Paris'te yayınlamıştı. Bu eser de daha çok Fransız okuyucularına yönelikti ve kısıtlı sayıda basılmıştı.
İzmir tarihi için en önemli kaynaklardan birisi olan Düsturname-i Enveri'nin İzmir Milli Kütüphane'de bulunan nüshası yazıldığı 1465 tarihinden yaklaşık 25 yıl sonra kopya edilebilmiştir. Bugün İzmir Milli Kütüphane'de özenle saklanan bu eser, yaşadığımız kent İzmir'in tarihsel belleği için vazgeçilmez önemde bir kaynaktır. Zira Osmanlı öncesi Türk İzmir'ine ilişkin elimizde bulunan tek yazılı belgedir. Türkiye'de tarihçilerin, İzmir Kent tarihi üzerine çalışma yapan araştırmacıların ve sosyal bilimcilerin bu önemli kaynak eserden yararlanabilmeleri bir takım teknik güçlükler içermektedir. Çünkü orijinali 15. yüzyıl Türkçesi ve Osmanlı alfabesiyle yazılmıştır. Eseri anlayabilmek için geniş bir Osmanlıca bilgisine ve 15. yüzyıl Türkçesine vakıf olmak gibi bir zorunluluk bulunmaktadır. Bu nedenle eserin bilim çevrelerince ve İzmir kent tarihi üzerine araştırma yapanlarca yoğunlukla kullanılması çok mümkün görünmemektedir. Bu eser üzerinde yaklaşık 3 yıldan bu yana yapmış olduğumuz çalışmalar nihayet meyvesini verdi. İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzesi'nin bu önemli projesini ülkemizin yetiştirdiği önemli Ortaçağ tarihçilerinden Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Mustafa Daş üstlendi. Yaklaşık üç yıldan beri sürdürülen orijinal metin üzerindeki edisyon-kritik çalışmaları tamamlanarak eser, günümüzde herkesin anlayabileceği bir dille yayınlanmaya hazır hale getirildi. Böylelikle İzmir'in Türkleşmesine etki eden ve üzerinde çok az bilgimiz bulunan bir dönem en orijinal kaynaktan aydınlanmış oldu. Eser, 2013 Şubat ayında okuyucularıyla buluşacaktır.