Öylesi zeki...

Öylesine görkemli bir sanatçıydı ki...

Yıllar boyu...

Hem tiyatro sahnelerinde...

Hem de filmlerde...

7’den 70’e her izleyicinin kalbinde yuva kurmuştu...

Minikler bile...

O’nu izlerken kahkahalar atıyordu...

Kalbinde hep “tiyatro aştı” öne geçiyordu...

Şöhreti böyle yakalamıştı...

Çok hazır cevaptı...

Güldürürken...

(Bunu sık sık söyleriz ama...)

Gerçekten...

O’nu izlerken...

Kahkahaların sonu gelmezdi...

Eğlenceliydi...

Nüktedandı...

Ve...

Tanrı vergisi hazır cevaptı...

Rakipsizdi!

O’nu...

17 yıl önce...

Tam da bugünlerde kaybettik... (22 Temmuz)...

Ama hiç unutmadık...

Hala...

TV’deki eski filmlerin unutulmaz lezzetinde...

O’nun katkısı çok büyük...

***

Biliyorum; haklısınız...

Filmin esas kız”ı kadar güzel değildi ama…

Öylesine şeker”

Öylesine şeytan çekici” görüntüsü vardı ki…

Neredeyse…

Filmin esas kızı'nı unutturacak kadar muhteşemdi...

Aramızdan ayrılalı…

17 yıl geride kalmak üzere...

Beyaz perdedeki görüntüsüyle…

70 küsur yıldır “gülderen efsane” olarak tanınıyor...

Televizyonlarda…

Yeşilçam kuşağı filmlerindeki olağanüstü performansı ile…

Hala…

Hepimizin gülme krizi” geçirmesine neden oluyor…

Hele şu tatsız-tuzsuz dünyada…

Her gece bir tatlı kaşığı “güldüren” şurup adeta!

Adeta ilaç, ilaç…

***

Neden bu kadar başarılıydı?

Çünkü…

Filmin esas kızının ahretlik” sırdaşı rolüyle…

Bugün bile…

TV dizililerindeki taş bebekleri” şaşı baktırıyor!

O'nda…

Tiyatro sahnelerinden kaptığı…

“Gerçek hayat işte budur!” dedirten bir ruh vardı…

Rol yapmıyor adeta yaşıyordu…

Bunu yaparken de…

Resmen hepimizin evine ışık” saçıyordu…

***

Üstüne hokka gibi oturan dört özelliği vardı…

* Sahne ışıklarından gelmişti müthiş bir tiyatro sanatçısıydı…

* Sinema, O'nu her evin kızı yaptı…

* Televizyon O'nu milyonlarla tanıştırdı…

* Ve, seslendirmede üstüne yoktu…

***

Rol gereği…

Bu memleketin görüp-görebileceği en tatlı dilli çöpçatandı(!)

Esas kız ile esas oğlan'ın arasını yapma(!) konusunda…

Profesör olmuştu adeta…

***

Tiyatro'da ve Yeşilçam'da ışık saçıyordu…

Şen kahkahalar atıyordu ama…

Aslında…

Üstlendiği rollerin aksine…

Hep ayağına dolandı “kadersizlik”

***

Dünyaya gözlerini İstanbul'da açtı…

Çok şeker bir bebişti…

O'na Adile Suna” adını yakıştırdılar…

Babası attan düştü; 27 yaşında yatağa mahkum oldu…

Komşu kızıyla evlenmişti…

Ne var ki…

Yavrusu Suna (bu öykünün kahramanı) yedi aylıkken…

Babacığı hayatını kaybetti…

Annesi halkevindeki bir dekor sanatçısıyla hayatını birleştirdi…

Tiyatro…

Dünya tatlısı Suna'nın evin dışındaki tek adresi olmuştu…

İstanbul Belediye Konservatuvarı'nın…

Şan ve Bale bölümüne yazdırdılar…

Sonra…

Bulutların üstüne çıktı o küçük kız…

İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda yıldız tozu” yuttu!

Çıkmadığı tiyatro sahnesi…

Rol kapmadığı oyun kalmadı…

Belli ki, o gidişle…

Artık, tiyatronun…

Sönmeyen bir yıldızı” olması işten bile değildi…

***

San'at Dünyası'nın, O'na taktığı lakapla…

Aynen birlikte yaşadı:

“Huysuz ve Tatlı Kadın”

Alın size, o yakıştırmayı hatırlatan bir örnek…

Tepebaşı Tiyatrosu'nda…

Devler buluşmuş sohbet ediyorlar…

Kim, onlar?

Cahide Sonku… Bedia Muvahhit… Şükriye Atay… Şaziye Moral…

Bi'ara…

Yanlarına yaklaşıyor ve muhteşem bir espri patlatıyor:

“Yahu ne zaman öleceksiniz de bir rol kapabileceğiz?”

Karşısındaki dev'ler…

Hafiften “O ne biçim laf!” diye çıkışsalar da…

Sonra gülmeye başlıyorlar…

***

Meslektaşı Ergun Köknar'a gönlünü kaptırdı; evlenmeye karar verdiler…

Evliliği geciktirdiği için…

39 yaşında hamile kaldı…

Üstelik…

Bir film çekiminde düşmüş; omurgasını zedelemişti…

Dokuz ay boyunca…

Bebeğinin vereceği ağırlığı taşıması müthiş riskliydi…

Kimseyi dinlemedi…

Tek evladı Ali Sait'i doğurdu…

Gelgelelim, doğum sırasında omurgası iyice zedelenmişti…

Sayısız ameliyat geçirdi…

Ne var ki, ondan sonra “kambur” kaldı; düzelemedi!

***

Muazzam rekorlara imza attı…

“Lüks Hayat” müzikalinde…

14 yıl boyunca her gece sahneye çıktı…

Ramp ışıklarını büyük usta Zihni Göktay'la paylaştı…

Bu O'nun kendine özel rekoruydu…

Ve şöyle demişti, sahne arkadaşı için:

“Orada esas rekor Zihni'nin; 20 yıl oynadı…”

***

Takvimler…

17 Temmuz 2008'u gösteriyordu…

Şu talihsizliğe bakar mısınız?

Evde düştü, bu sefer kalça kemiğini kırdı…

Ameliyatın ardından yoğun bakıma aldılar...

Solunum cihazına bağladılar…

O sırada 75 yaşındaydı…

Yorgun bedeni…

Sadece beş gün dayanabildi…

Ve…

15 yıl önce neredeyse bugünlerde…

(22 Temmuz, Saat: 10.30…)

Hepimizi güldüren kalbi durdu…

***

Kadere meydan okuyan güldüren yıldızın acıklı hikayesi…

Burada son buluyor…

Bu öykünün kahramanını…

Eminim…

Taaa yazının başında şıppadanak tanıdınız…

Tiyatro'da 250 oyun…

Yeşilçam'da en az 120 filmde rol alan…

Suna Pekuysal'dır; bu san'at abidesi…

Nasıl da arıyoruz…

O'nun aldırmaz gönlü”nü…

Nasıl da arıyoruz…

Rolü gereği en sıkıntılı anda attığı kahkahaları…

Ve…

Nasıl da arıyoruz…

O'nun…

Perdede büyüdükça büyüyen oyun gücünü…

Özellikle TV dizilerine dikkatle takip edin…

Yeni kuşakta…

Parmakla gösterebileceğiniz…

'2023 model bir Suna Pekuysal' var mı?

Bulamazsınız…

Çünkü…

Bugünün fidanları…

Bugünün TV dizilerinde…

Hep…

Hayallerini süsleyen…

“İyi kalpli masum (esas) kız” rollerinin peşinde…

Aslında, haklılar…

Şöhrete giden en kısa yol” başrolden geçiyor…

Ekranlara dizi yetiştiremeyen…

Yetiştirse de…

En fazla 8-10 bölüm sonra…

“Sezon Finali” deyip…

Başka bir gerçek hayattan alınmıştır” başlığını üstünde taşıyan…

Yeni bir dizi ile merhaba” diyorsak birbirimize…

Belli ki…

Daha yıllarca…

Bulutların üstünden bizi izleyen Suna Pekuysal'a…

El sallamaya devam ederiz…

***

Bitiriyoruz...

Kalenderdi...

Kızmazdı; sinirlenmezdi...

Kimseyle tartışmazdı...

Gülen gözleriyle her an size sarılacak gibiydi...

Tanrı vergisi “güldüren” bir sanatçıydı...

Ve...

Müthiş espri yıldızıydı...

İşte...

Unutulmaz yaşanmış bir olay...

Suna Pekuysal’ın sırtının kamburlaşmasıyla ilgili çok hoş bir anekdotu vardır...

Bir gün markette alışveriş ederken güler yüzlü bir hanımefendi yanına yaklaşmış ve “Suna Hanım, sizi Lüküs Hayat'ta seyrettim ve bayıldım... Zaten eskiden beri size hayranım" deyivermiş... Ardından da münasebetsiz biçimde, “Niye hep böyle eğik duruyorsunuz?" diye abuk – sabuk bir soru patlamaz mı?

Suna Pekuysal hiç düşünmeden karşılık vermiş: “Size olan sonsuz saygımdan efendim" diye yapıştırmış yanıtını...

***

Derler ki; sanat dünyasında...

En çok merhum Zeki Müren’in ölümsüz şarkısı...

Suna Pekuysal’a hep çok yakışmıştır...

Hatırlayalım:

Şarkılar seni söyler... / Dillerde nağme adın... / Aşk gibi, sevda gibi... / Huysuz ve tatlı kadın...

Nokta…

Hamiş: Hayatı boyunca, Sanatçının emeklisi olmaz...” dedi… Ölene kadar tiyatro yapmak istiyor ve ısrarla vurguluyordu: Sahnede ölmek istiyorum!” Dünyanın ödülünü kucakladı; yaşam boyu Onur Ödülü'nün sahibesi oldu ama bi'türlü Devlet Sanatçısı unvanına uzanamadı… Neden acaba?

Sonsöz: “Yürek yorulunca, ter gözden akar… / Hz. Mevlana…”