HABERLER>İŞ DÜNYASI
17 Mart 2023 Cuma - 15:18

ESİAD’ın Konsey Başkanı Şükürer'den ‘rövanşist politika’ uyarısı: Denizler durulmalı!

ESİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Sıtkı Şükürer, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde konuşmacı olarak kürsüye çıktı. Şükürer, 2000’li yıllarda siyasal iktidara gelen muhafazakarların rövanşist bir anlayışta olduğunu söyleyerek, “Şimdilerde denizler yeterince dalgalanmış, umarız durulma zamanı gelmiştir” dedi.

ESİAD’ın Konsey Başkanı Şükürer den ‘rövanşist politika’ uyarısı: Denizler durulmalı!

EGEDESONSÖZ - İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İzmir İktisat Kongresi’nin 100. yılına özel olarak düzenlediği İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi üçüncü gününde devam etti. Yürüyüşe Davet başlıklı üçüncü günde ESİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Sıtkı Şükürer, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde düzenlenen etkinlikte kürsüye çıktı.

‘CUMHURİYETİN İLK DÖNEMLERİNİN DEMOKRATİK OLMASI BEKLENEMEZDİ’
İkinci Yüzyıl demokrasi başlıklı sunumunu gerçekleştiren Şükürer, cumhuriyetin ilk yıllarına dair değerlendirmelerde bulunarak “Aylar süren çalışmalarla, takip eden on yıllar boyunca takip edicilere çok değerli bir birikim olur. Soyer ve ekibine teşekkür ediyorum. Demokrasinin ılık güneşi başlığını taşıyor. Cumhuriyet bir devrimdi. Her devrim gibi topluma dair tasavvurları vardı. Demokratik olması beklenemezdi. Şartların gereği değinilerek tek tipleştirilmeye çalıştırıldı toplum. Atatürk üzerinden bir mitos oluşturulmuştur. Oysa toplum hayatı kendini saklayabilen kesintisiz bir süreçtir. Ermeni ve Süryani toplum belki yoktur ama kültürleriyle yaşanmaktadır. Dilleri ve kültürleri baskılanıyor olsa daa hayatın içinde kalmaya devam ediyorlar. Devirler devran etmektedir. Bazı şeyler sorgulanır olmaktadır. Bu ülkeyi asırlar boyu yönetenler kararlarını her boyutuyla değerlendirerek veriyorlardı” ifadelerini kullandı.

‘TERCİHLER TARİHSEL KOŞULLARA GÖRE ŞEKİLLENİYOR’
Erken cumhuriyet döneminin öncülü olan Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde milliyetçilik akımının etkisine dair değerlendirmelerde bulunan Şükürer, “Ne Vahdettin ne Abdülhamit için resmi ideolojinin yüklediği aşırı olumsuzluklar geçerliydi. Son padişahlar tüm dünyayı saran mikro milliyetçilik akımlarına karşı dağılan imparatorluk topraklarını koruma gayretiyle İslam dinini bir yapıştırıcı olarak kullanmayı denediler, tutmadı. İttihat ve Terakki ile birlikte mevcudu koruma çabası Türklük kavramını ön plana çıkarmayı tek seçenek haline getirmişti. Cumhuriyet bu mecburiyetin uygulayıcısı olmuştur. Tercihler büyük ölçüde tarihsel koşullara göre şekilleniyor. Din meselesi ise başka bir zorunlu müdahale alanıydı. Nakli yerine akli yorumu önceleyen diyanet denetimli bir yapı oluşturulmuştu. Bugün cumhuriyet değerlerine göre yetiştirilmiş on milyonlar olsa da toplumun kültürel kodları kolay kolay silinmiyor. Bununla birlikte eski ve yeninin harman oluşu kuşkusuz bir sentez oluşturmuştur. Dolayısıyla eskinin kadim kültürleriyle artık cumhuriyet kültürü de birbirine eklemlenmiştir. Hayat ilave gelen her yaşanmışlık ile kendi gerçeğini yeniden tanımlar. Bu çerçevede toplumumuzu bu defa cumhuriyet kazanımlarıyla zenginleştirdik. 21. Yüzyıl yakın ve uzak geçmişiyle kendisinin de eklendikleriyle çoğalacak ve yorulacaktır” dedi.

‘DENİZ YETERİNCE DALGALANDI, UMARIZ DURULMA ZAMANI GELMİŞTİR’
Mustafa Kemal Atatürk ve sonraki dönemi Jakoben uygulamaları ile vesayet rejimi olduğundan bahseden Şükürer, 2000’li yıllarda siyasal iktidara gelen muhafazakarların rövanşist olduğunu ifade ederek dalgalanma sürecinin durulma zamanı geldiğini belirtti. Şükürer, konu hakkında “Başa dönersek. Mustafa Kemal, Jakoben uygulamalarını tavizsiz bir şekilde hayata geçirirken hedefinin aslında toplumu muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak olduğunu ifade ediyor. Bunun anlamı batı toplumlarının refah ve demokratik düzeni olsa gerekti. Atatürk sonrası tek parti döneminin bürokratik yapısı çok sesliliğe mesafeli kalmaya devam ederek bilindiği gibi vesayetinden vazgeçmedi. Cumhuriyeti anlamlandıracak olan çoğulculuk geciktiriliyordu. 1946 yılında çok partili hayata geçildi. Batı dünyasına entegrasyon talebimizin kabul koşulu olarak bu taviz verilmek durumunda kalındı. 1980’lerde Özal’la birlikte ekonomide dışa açılım başlayınca hayatın her alanında mecburen liberalleşme başladı. 2000’li yıllarda mağdur kitlelerin belirli bir güce ulaşabilmesinin zemini olgunlaşmıştı. Bağlı olarak muhafazakarlar iktidar oldu. Rövanşist bir süreç yaşadığımız söylenebilir. Şimdilerde denizler yeterince dalgalanmış, umarız durulma zamanı gelmiştir” dedi.

‘İKİNCİ YÜZYILDA DEMOKRASİNİN YÜRÜYÜŞE GEÇİŞ ZAMANI ARTIK ÇAĞIRMAKTADIR’
Cumhuriyetin yüzüncü yılında artık daha demokrat ve özgür birey yapısında olması gerektiğini belirten Şükürer, “Cumhuriyetin ikinci yüzyılın demokrasinin gerçek manada yürüyüşe geçiş zamanlarını artık çağırmaktadır. Demokrasi evel emirde özgür birey vicdanından yeşeren bir kalitedir. Özgür birey onu kendisi yapan tüm kadim değerlerini rezervsiz, kana kana, doyasıya yaşayabilen ve bu sayede iş dünyasında huzurunu temin etmiş dingin aklını vicdanı ile yönlendiren kişiye denir. Bu anlamıyla tek tipleştirme ideolojisi insani boyutu itibariyle artık ömrünü tamamlamıştır” dedi.

‘İKİNCİ YÜZYILIN BİRİNCİ ÖNCELİĞİ ORTAK DEĞERLERİMİZİ 85 MİLYONA HİSSETTİRMEKTİR’
Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için ‘olması gereken’ şeklinde yorumlar yapan Şükürer, “Her özgüvenli toplum gibi bu tercihlerin yaralarına ve hasarlarına dair gereken özeleştiri ve yüzleşmelerden kaçınamayız, kaçınmamalıyız. İşte o cesur tutum sonrasında oluşacak barış iklimi engel olarak büyütülmüş çoğu şeyi makul ve kolay hale getirecektir. İkinci yüzyılın birinci önceliği ortak değerlerimizin çelişkilerimize çok daha ağır bastığını 85 milyona hissettirmektir. Özetle gelinen noktada ortak hedefimiz yaşadığımız topraklarda demokratik bir bilinç içerisinde, çağdaş ve ılımlı insan kimliğimizi öne çıkartarak, birlikte bir arada yaşama kıvancını hissederek, herkesin hayat tarzına, ifade özgürlüğüne ve beslendiği kültüre sınır koymaksızın yurtsever bir faydada barış ve huzur içerisinde yaşayacağımız ortamı tesis etmektir” ifadelerini kullandı.

’21. YÜZYIL KÜLLENMİŞ KİMLİKLERİN ASLINA İADE SÜRECİNİ HIZLANDIRACAKTIR’
Yaşanan topraklarda birçok kültürün küllendiğini ifade eden Şükürer, 21. yüzyıl ile bu küllenmiş kimliklerin iade sürecinin hızlanacağı belirterek, “Bizler bu topraklarda yaşayan büyük çoğunluğu Türkçe konuşan ya da anlayan bu toprakların yüzyıllar boyu oluşturduğu geleneklerle derinlerimizde birbirimize değen görünenin çok ötesinde ortak değerlere ve yaşam biçimlerine sahip insanlarız. Her birimizin insan kimlikleri dokunulmazımız ve onurumuzdur. Bu topraklarda farklılıklarımız zenginliğimizdir. 21.yüzyıl küllenmiş kimliklerin aslına iade sürecini hızlandıracaktır. Kültürel çeşitliliğimiz berraklaştıkça muasır medeniyetin bizati toplumumuzun genetik kodlarından güç alacağını hep birlikte göreceğiz. Bu yönüyle baktığımızda her birimiz Ahmed Arif şiiriyle vurulur, Acem aşkıyla savrulur, sarı gelin hüznüyle kavrulur, Laz muzipliğiyle güler, Aleko’nun gustosuyla keyiflenir, Arnavut inadımızla huysuzlanır, Yahudi ürkekliğimizle tedbirlenir, Roman neşemizle kendimizden geçeriz ve geçmeye devam ediyoruz. Bizler Anadolu’nun tarihi topraklarında tek tek her birimizin kişiliğinde tüm kültürel değerlerimizi barındıran sevecen ve yurtsever insanlarız” ifadelerini kullandı.

‘İKİNCİ MEŞRUİYET CUMHURİYETİN İLK YILLARINA KIYASLA DAHA DEMOKRATTI’
1908’deki İkinci Meşruiyet döneminin cumhuriyetin ilk yıllarına kıyasla daha demokratik olduğunu vurgulayan Şükürer, “Eksiğimiz tüm kurum ve kurallarıyla gelmesini beklediğimiz gecikmiş demokrasimizdir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılın bu beklentimizin başlangıç vuruşudur. Hiç şüphesiz demokrasi yürüyüşü sürekli bir çabayı gerektirir. Bir taraftan harsımızda saklı imparatorluk özgüveni, diğer tarafta neredeyse sıfırdan yaratılmış tedbirli olmayı kalıcı bir tutuma dönüştürmüş bir cumhuriyet kültürü. Bu ikilem sentezlenerek bu ülkeyi cumhuriyetin ikinci yüzyılına kadar taşımış, getirmiştir. 1908’de başlayan İkinci Meşruiyet dönemi hem Meclis-i Mebusan’ın etnik, dinsel ve parti çeşitliliği hem de o dönemki basının çok sesliliği yönünden erken cumhuriyetten çok daha demokratikti. Meclis-i Mebusan Türk, Kürt, Arap, Arnavut, Rum, Ermeni, Bulgar, Yahudi… İttihat Terakki Cemiyeti, Ahrar, Taşnak ve sosyalist bileşenlerden oluşuyordu. Ancak o devrin gerçeği mikro milliyetçilik akımları imparatorluğu parçaladı ve çok sayıda ulusal yapılar oluştu. İmparatorluk bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti de tek partili ulus devlet ideolojisine uygun olarak kuruldu. Cumhuriyetin kuruluş mayasında Batı dünyasına karşı bağımsızlık mücadelesi vardır. Bu yönü itibariyle ana karakteri anti emperyalisttir. Beri yandan laik tabanlı pozitivizm benimsendiği için aynı zamanda 1830’lardan itibaren istikametini Batı medeniyetine çevirmiştir” dedi.

‘ANGAJE BİR ZİHNİN KONFORUNA TENEZZÜL ETMEYENLERE DEMOKRASİ YÜRÜYÜMÜŞÜMÜZDE İHİTİYAÇ VARDIR’
Cumhuriyetin kuruluş denklemlerinin karmaşık bir yapıda olduğunu belirten Şükürer, önümüzdeki süreçte bu karmaşık yapı ile demokrasi çiçeğini filizlendirmeye çalışacaklarını ifade ederek, “Şimdi böylesi bir karmaşık denklemden hep birlikte bir demokrasi çiçeği filizlendirmeye çalışacağız. Esasında devletin ve siyasi partilerimizin tamamına yakınının ‘beka’ kaygısından uzak olmadığını, İttihatçi bir anlayıştan omurgalanan bu tutumun; dış dünyaya güvenmeyen, uyumlu olmaya çalışmayan, refahtan vazgeçebilen, yarı kapalı bir politik anlayışı ifade ettiğini de bir handikapımız olarak tespit etmemiz gerekiyor. Tabi ki bu duruş özlenen demokrasiyi güçlendiren bir gerçekliğimizdir. Oysa hayat sürekli değişmektedir. Sosyolojik, teknolojik, ekonomik, ekolojik, tarihsel, kültürel… Hemen her disiplin sürekli yenilenmektedir. Verileriyle ve bazen de dayatmalarıyla. Bu yüzden her ideoloji kanaat ve tespitinde esnek olmak zorundadır. Bu sebeple özellikle ülke demokratlarına çok önemli görevler düşüyor. Angaje bir zihin konforuna tenezzül etmeyen, çağı okuyan, demokrat kişiliklere, kanaat önderlerine, bağımsız ve gönüllülük esasında çalışan sivil toplum kuruluşlarına demokrasi yürüyüşümüzde kesin bir ihtiyaç var” dedi.

SEMAVİ DİNLERİN AĞIRLIKLI OLDUĞU TOPLUMLARDA DEMOKRASİ MÜMKÜN MÜDÜR?
‘Semavi dinlerde demokrasi mümkün müdür?’ tartışmasına bir şekilde açıklık getirmeye çalışan Şükürer, “Meselenin bir diğer boyutuna da temas etmek gerekiyor. Semavi dinlerin ağırlıklı olduğu toplumlarda demokrasi mümkün müdür? Din olgusunu otantik kültür seviyesine indirgeyen, İsevi ve Musevi toplumlar aklın rehberliğinde bireysel farkındalıklarını yetkinleştirirken vicdan denilen bir kalite üretmişlerdir. Vicdan dinamiğiyle beslenen süreç, tüm toplumu kapsayan adil düzen arayışını tetiklemiş ve insanlık bu sayede adına evrensel hukuk dediğimiz ilkelere ulaşmıştır. Evrensel hukuk ilkeleri her türlü ayrıcalığı reddeden, bir arada barış içerisinde yaşamayı ön gören çok kültürlü bir toplum övgüsünün taşıyıcı kolonlarıdır. Bu sürecin en somut örneği Avrupa Birliği projesidir. Bu bağlamda Kopenhag Zirvesi Sonuç Bildirgesi bir manifestodur. Batı dünyasının uygarlık birikimi zorluklar yaşanıyor olsa da hedefini bu esasa göre belirlemektedir. Özetle evrensel hukuk çağın gereklerine göre; entelektüel birey vicdanından neşet ederek. Başta temel hak ve özgürlükler olmak üzere insan odaklı bir anlayışla tüm bir ekosistemi sarmalayan bir değerler silsilesinde tek tek bireylerin toplumsal mutabakatın ifade eden bir uygarlık seviyesidir” yorumlarında bulundu.

Şükürer, dinler ve demokrasi üzerine olan bağlamı şu sözlerle sürdürdü:

Vicdan ifade etmeye çalıştığım üzere meşaketle ulaşılmaya çalışılan bir mertebedir. O seviyede zaten itiraz kültürünün kara sularına girmişsiniz demektir. Sivil itiaatsizliğe giden yolun başlangıcıdır vicdanlı olmak. Vicdan aşaması öncesi duyarlılık daha ziyade sızlanma olarak ifade edilir. Sızlanma sonuçsuz, süreksiz ve ürkektir ama yine de iyi bir şeydir. Vicdan kolay ulaşılabilen bir mertebe değil. Muhammedi toplumlarda ise vicdan, merhamet kavramı ile ikame edilmiştir. Toplumsal sorumluluğa dönüşecek bireysel insiyatif bu defa Allah adına, onun rızası için yapılan bağışlayacağı bir sevgi tutumu üzerinden kavranılmaktadır. Müslümanlığın kutsal metinleri insana dair kaza ve kader çerçevesinde kısmi irade yeteneğinin bahşedildiğini ifade ederler. Kur’an’a göre iyi ve kötü insan aklının tercihidir. Görüldüğü üzere uhrevi kaynak bireyselliğe adeta ip atmaktadır. Hal böyle olunca çok kültürlü, barış içerisinde yaşayan insanlık idealine bahse konu bir diğer özgün medeniyet değerleri itibariyle de prensipte hiçbir engel yoktur.

‘DOGMATİK YORUMCULARA KENDİ MAHALLELERİNDE BİR DİRENÇ OLUŞACAKTIR’
Nitekim Avrupa Birliği ilkeleri ile İslam Tarihi’nde önemli bir yer tutan Medine Sözleşmesi, şaşılacak derecede birbirine benzer. Bahse konu tarihi sözleşmede farklı dinden insanların dışarıya birlik prensibinde birbirlerine saygı göstererek beraber yaşamaları karara bağlanmıştır. Ne yazık ki sonraları İmam Gazali ile akli yorum askıya alınmış, dünyevi değerler önemsizleştirilmiş ve ülkenin materyal refah liginde o sıralamada geri kalması ve bağlı olarak çok büyük bir potansiyel heba edilmiştir. Bu toplum demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla hayata geçirecek bir yetkinliğe ulaşırsa hiç şüphesiz uhrevi değerlerin, dogmatik yorumculara da kendi mahallerinde bir direnç oluşacaktır.

‘VİCDAN VE MERHAMET PRİZMAIN FARKLI YÜZLERİ OLARAK BİRBİRLERİNİ ZENGİNLEŞTİRİR’
İlber Ortaylı cumhuriyetin medreseleri kapatmasının Muhammedi dinin dünya değerlerine uyumunu adeta dumura uğrattığını söyler. Ancak 21.yüzyıldayız. Bilgiye bu denli kolay ulaşılabildiği bir ortamda her sosyolojik olgu gücünü korumak istiyorsa insan aklına, huzuruna, sevgisine hitap etmek durumundadır. Bu manada vicdan ve merhamet günün sonunda bir prizmanın farklı yüzleri olarak insan odaklı bir perspektifte birbirlerini zenginleştirir. Özetle insan olmanın onur ve bilincini özgürce duyumsatan bir demokrasi seviyesi her türden toplumsal değerleri evrensel ilkelerle uyumlaştırır. Bilgi toplumu, teknoloji, yapay zeka kendi ahlakını dayatarak bir başka tür tek tipleştirme yaratır mı derseniz, bu kritik soru bambaşka ve uzun bir tartışmadır. Ona hiç girmiyoruz.

‘MOTORLARIN MAVİLİKLERİ SÜRÜLMESİ BİR BAŞKA BAHARA KALDI’
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında asgari müştereklere katılmadığını ifade eden Şükürer, Altılı Masa’nın oluşturduğu mutabakat metninde İstanbul Sözleşmesi’nin eklenmediğini ve bu yüzden ‘motorların maviliklere sürülmesinin’ bir başka bahara kaldığını söyleyerek, “Farklılıklar her daim zenginliğimizdir. Şimdi artık genç devletimizin ikinci yüzyılındayız. İkinci yüzyılda cumhuriyet gerçek anlamda demokrasi ile sarmalanacaktır ve bunun zamanı gelmiştir. Bu noktada öncelikli olarak asgari müştereklerin tespit edilmesi söylemine katılmadığımızı ifade etmek istiyorum. Bu kavram evrensel demokrasiye dair geciktirici bir faktördür. Asgari müşterekler her bir paydaşın veto ettikleri dışında kalanlardır. Mesela bir mutabakat metnindeki İstanbul Sözleşmesi örneğinde olduğu gibi insan haklarına yönelik dışlayıcı bir tutum oluşmuşsa motorları maviliklere sürülmesi hadisesi başka baharlara kalmış demektir. Evrensel demokratik ilkeler uygarlık birikiminin takipçisi olan toplumların ancak erişebildiği bir mertebedir. Siyasi partilerimizin bu beklentilerin farkında olması ve bu özlemi aşağıya çekmemesi icap eder. Medeni toplumu Daron Acemoğlu hocamız şöyle ifade ediyor; Özgürlüğün anlamlı ve işler kılan devletin kurumsal yapısıdır ancak toplumu sindiren despotik devlet bireylerin insiyatifini yok eder, korku baskı ve zulüm oluşturur. Olması gereken toplumsal aktörlerin ve devletin tek belirleyici olmadığı bir dar koridoru diğer deyişle bu sınırlar arasında kalan ortamı yakalamaktır. Dar koridor istikrar, güven, büyüme ve zenginliğin en elverişli ortamıdır. Toplumun özgürlüğü devletin demokratik değerleri ve koruyucu ve düzenleyici kurallarla ancak zemin kazanabilir. Ülkenin dar koridora geçmesi yetmez, orada kalması da önemlidir. Devlet ve demokrasi aşırı güçlenen bireylere asla geçit vermemelidir. Daron Hoca böyle diyor” yorumlarında bulundu.

Şükürer konuşmasını şu ifadelerle tamamladı:

Dikkat edilirse Daron Hoca’nın tespitleri eksiksiz bir liberal anlayışa çok mesafelidir. Enteresandır dün Çağlar Keyder Hocamız da aynı şeyi söyledi. Daha sonra Selçuk Şirin hocamız da benzer bir vurgu yaptı. Bu konuda an itibariyle zamanın ruhu devletin tekrar ön plana çıktığına dair bir vurgu yapıyor herkese. Hatta ekonomi yönetiminde devleti tekrar denkleme dahil eden bu karma anlayış esasında bir tür sosyal demokrat anlayışa işaret ediyor. Tabi ki esas vurgu, herkesin sınırlarını bildiği özgürlük anlayışını devletin makul ve rasyonel regülasyonlarına göre revize ederek koruduğu bir düzen işaret ediliyor. Esasında 1993 Kopenhag Zirvesi’nde de AB’ye yeni kabul edilecek ülkelere yönelik kriterler belirlenirken aynı ilkeler vurgulanıyordu. İstikrarlı ve kurumsal bir demokrasi, hukuk devleti, insan haklarına saygı, azınlıkların korunması, ayrımcılığın olmaması, insan hakları sözleşmesine çekincesiz iştirak ve bu kuralları kesintisiz uygulamak. Tüm bunlar içinde güçlü ve adil bir devlet gerekiyordu. Esasında tüm bu hususlar gösteriyor ki uygarlık birikimi medeniyetin kurallarını adet hap haline getirmiştir. Tüm mesele bu bilinenleri hap haline gelmiş değerleri uygulamak.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasinin bu ülke insanının artık hakkı olduğunu ifade etmek istiyorum. Beklentimiz odur ki demokrasinin ılık güneşi bizlerin olduğu bizi yönetecek olanlarımızın idrakine de sızmış olsun. Gelecek güzel günlerin ışığı, toprağı tohuma çocuklarımıza bereket getirsin. Bu mazlum coğrafyaya artık apaydınlık kılsın.

 
Depremde hasar görmüştü... Ev yıkıldı: 1 ölü
 
Başkan Yelkenbiçer’den detaylı rapor ve öneriler: Girişimciliğin rotası İstanbul’dan İzmir’e dönüyor!
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Bu zat 17 Mart 2023 Cuma 17:28

rüzgara göre yön değiştirmenin üstadı olarak yıllarca siyasi islamın bilincinde havasını atmış bu zat bugün özgürlük ve demokrasiden bahsedebiliyor.Demek gerçekten saltanatın sonuna yaklaşmışız ki, dönüşler pervasızca başlamış

Yorumu oyla      3      3  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Kemalpaşalı sanayicilerden tarım ve hayvancılık uyarısı
Kemalpaşa Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nin (KESİAD) geleneksel olarak ...
İZİKAD’dan Ankara çıkarması
İzmir İş Kadınları Derneği (İZİKAD), Yönetim Kurulu Üyeleri Ankara çıkarması ...
Bakanlık askıya çıkardı... Askeri alan gitti, depo geldi!
Menderes sınırları içerisindeki Kısık Sanayi Sitesi’nin yanı başında yer ...
 
Darphane, inşaat demiri takip sistemi kuracak
Darphane tarafından inşaat demirinin üretiminden kullanımına kadar geçen ...
4 yıllık hasreti bitti... Türk gıdacılardan Japonya'da önemli anlaşma!
Pandemi nedeniyle, 4 yıldır bir araya gelemeyen Türk gıda ihracatçılarıyla, ...
Yarın kapılarını açıyor... İzmir iş dünyasında 'kongre' heyecanı
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 100'ncü yılı münasebetiyle yeniden ...
 
IMATECH kapılarını açıyor... Sektörün kalbi İzmir'de atacak!
Makine ve üretim sektörlerini bir araya getiren IMATECH - Endüstriyel ...
Türk doğal taş sektörü hedefini büyüttü!
150 farklı çeşit, 650 renk ve desen seçeneği sunan Türk doğal taş sektörü, ...
EGİKAD’lı kadınlar İtalyan Ticaret Odası’nda fark yaratıyor
Ege İş Kadınları Derneği (EGİKAD) Yönetim Kurulu Başkanı Şahika Aşkıner ...
 
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Buralara bir daha dönme Göztepe!
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Mutlu s’on!
Dr. Hakan Tartan
Dr. Hakan Tartan
Keser döner sap döner!
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Siperdeki foto nasıl canlandı?
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
'Cehaletin tek korkusu kadındır…'
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Bodrum’un Gayıkları
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Sorun, sadece seçmenin öfkesi mi?
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Papi Mehmet
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türk kimliğine husumet beslemek
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
İmamoğlu’nun el uzattığı Somalı köylüler
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva