Annemin bir sözü vardır, yıllar boyunca nedendir bilinmez her zaman hatırlarım. 1960 yılı İhtilali'ni yaşayan annem, 27 Mayıs 1960'da sabahleyin saat 05.25'de kalktıklarında radyoda Kurmay Albay Alparslan Türkeş'in 'Darbe Bildirisi'ni okuduğunda sesin şiddeti nedeniyle 'tüylerinin diken diken' olduğunu anlatırdı. Bunun nasıl bir duygu olduğunu bugün ben de Sayın Başbakanımız Davutoğlu'nun radyoda: 'Dünya unutsa biz Kudüs'ü unutmayacağız; Kudüs bizim davamızdır, Biz tüm gücümüzle o mazlum Suriyelinin de Kudüs'ün de yanında olmaya devam edeceğiz' sözlerini duyduğumda 54 yıl sonra, sanki tarih tekerrür edercesine annem gibi garip bir korkuya kapıldım.
Yazımın başlığında yazdığım 'Bir dakika, biz nereye gidiyoruz' sözünü de bugün boş yere söylemedim. Çünkü bir türlü anlayamadığım bir şeyler dönüyordu çevremde ve ben ne yapacağımı bilemez bir durumda önümden geçen olaylara tanıklık ediyordum. Ne kötü ki, elimde bunu değiştirecek bir güç yok gibiydi, tarihin akışı bizi nereye sürükleyecek diye suskun ve çaresiz baka kalmıştım. Gazetelerde 'Mescid-i Aksa'ya' hakaret edildiği söyleniyordu, bunun nasıl bir eylem olduğunu ya da neden hakaret olarak algılandığını anlayamıyordum. Kötü tarafı eğitimli birisi olarak ben anlamadıysam, anlayanlar kimlerdi bunu da merak ediyordum?
Cumhuriyet kurulalı 90 yılı aşkın bir zaman oldu; Osmanlı İmparatorluğu'ndan bugünlere gelinen noktada bir kadın olarak bir Cumhuriyet kadını olarak neler 'yaşadığımızdan' çok neler 'kazandığımızı' anlamak zorunda olduğumuzun bilincindeyim. Bunun için de 'Atatürk'ü anlamak' sözü her zaman bana çok anlamlı geldi.
Türkiye'nin bugünlerde yoldan çıkmış bir tren gibi yokuş aşağı hızla gitmesinin nedenlerini iyi anlamak ve çözüm bulmak zorundayız ki, Atatürk'ü ve o dönemlerde bize öğretilmeye çalışılan 'felsefeyi' çözebilelim ve Cumhuriyet'i ve 'Demokrasi'yi içselleştirebilelim. Birinci konu, Kurtuluş Savaşı sonrasında, halkın eğitilmesi ve ekonomik olarak güçlendirilmesine neden gereksinim duyulmuştur? İkincisi; yeni bir sınıf oluşturulmaya çalışılmıştı ve bu yeni sınıf 'iş dünyasını oluşturmaktan' sorumlu olan bir yapılanmaydı. Bu sınıfın gelecekte rolü ne olacaktı?
Sanat ile bilim ilişkisi kurulmaya çalışılmıştı. Bu nedenler pek çok konservatuvarlar açılmış; dünyaya farklı bakış açıları ile bakmanın ince detayları verilmeye çalışılmıştı. Yıllardır Osmanlı'nın sanata ve sanatçıya vermediği değeri, Atatürk yeni Türkiye insanına sunmaya çalışmıştı. Bunun nedeni neydi, Atatürk yeni Türk halkına neleri örnek olarak göstermek istiyordu, bunun çıkarımı neydi?
Neden demokrasiden, eşitlikten, haklardan bahsediyordu? İnsan hakları, kadın hakları neden önemliydi? Bu hakların bana ve topluma verilmesi ne bakımdan önemli olacaktı? Okuma yazma oranının yükseltilmesi için yapılan basıkların nedeni neydi? Neden Arapçadan, Latin harflerine geçilmişti? Kıyafet devrimi beni neden Avrupalılaştırmıştı? Burada görmem gereken, anlamam gereken konu 'medeniyet' ya da 'medeni olma' mıydı?
Şu anda kendime bir bakıyorum ve duruşumun neden bu kadar güçlü olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bir yabancı ülkeye gittiğimde ben 'Türk'üm' dediğimde önce kendim kendimle gurur duyuyorum. Bir Avrupalı gibi, bir Amerikalı gibi kendi öz saygınlığımı önce benliğimde sonra da bedenimde hissediyorum. Bunun nedeninin bana bütün bu imkanları sağlayan kişinin Atatürk olduğuna inanıyorum. Attığım her adımda, yürüdüğüm ve izlediğim her yolda Atatürk'ün yolunda olduğumu hissetmek bana kuvvet veriyor. Aynı enerji ile Atatürk'ü anlamaları için, Türk gençliğine seslenebiliyorum ve onları bu yolun neferleri olarak görüyorum.
'Atatürk'ü anlamak kolay bir bakış açısı değildir şüphesiz. Karl Max'ın bir sözü var. Diyor ki: 'insanları ikna etmenin yada uyutmanın en güzel yolu- dini- bir araç olarak kullanacaksın'… Bu söz aslında Türkiye'nin de yaşanan günlerine meşale tutacak çok anlamlı bir açıklamadır. Eğer siz bir toplumu hiç karşı çıkmadan kendi arkanızdan götürecek gücü 'inanç sistemlerine ' dayandırarak başarabiliyorsan, onları 'ekonomik bir köle' olarak kurumlara ve şahıslara bağlıyorsan, zaten bu insanların 'özgürlüklerini' de ellerinden almış olursun. Bu öyle acımasız ve can acıtan bir durumdur ki; Atatürk'ün yıllar boyunca bir ülke olarak 'dik, özgür bir millet olacaksınız' sözlerini tersine döndürecek cinstendir. Ve kötü tarafı bunu bir yabancı ülke vatandaşı değil de, kendi ülkenin öz be öz vatandaşı yapmaktadır.
Nereye gidiyoruz bilmiyorum ama panikteyim. Atatürk'ün oluşturduğu 'temel değerlerin' değiştirilmesi konusunda birileri sanki önce sakin sakin, şimdi ise hızla yaşamlarımızı 'tehdit etmeye' başladılar. Tehlikeli oyunlar oynanıyor ülkemiz ve insanlık için. Farkında olmak gerekiyor, eğer bir savaş var ise önümüzde bunun yolu 'Kudüs' değil, ülkenin 'demokratik, laik ve cumhuriyet' ilkelerine yönelik 'aydınlık yoludur'.
10 Kasım gününde Ata'mızı saygıyla anıyor ve ölünceye kadar devrimleri ve inançlarını yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceğimin sözünü veriyorum. Ne mutlu Türk'üm diyene…