Memleket siyaseti üzerine yazmayı “buza yazmak” diye değerlendiğim için bugün yine Avrupa’ya bakalım.Şu anda Avrupa’da siyaset sahnesi hayli hareketli. Avrupa Birliği’nin ekonomik politikaları, enerji krizi, Ukrayna-Rusya geriliminin yansımaları ve tabii ki popülizm dalgası gibi konular öne çıkıyor. Mesela, Almanya’da Scholz’un koalisyonu ekonomik durgunluk ve enerji fiyatlarıyla boğuşurken, Fransa’da Macron’un reform çabaları sokak protestolarıyla sınanıyor. İtalya’da Meloni’nin sağcı hükümeti ise hem AB ile uyum hem de iç politikada denge arıyor.

18 Mayıs 2025’te yani önceki gün Romanya, Polonya ve Portekiz’de gerçekleşen seçimler de , yalnızca bu ülkelerin değil, tüm kıtanın nabzını tutan birer ayna oldu. Ukrayna savaşı, ekonomik belirsizlikler, enerji krizi ve Avrupa Birliği’nin (AB) geleceği, seçmenlerin kararlarını şekillendiren ana temalar olarak öne çıktı. Ancak bu seçimlerin ortak bir mesajı vardı: Avrupa, derin bir kutuplaşma ve değişim dalgasının içinde.

Aşırı sağın yükselişi sürüyor, merkezci güçlerin direnişi artıyor ve ekonomik kaygıların gölgesinde, kıta yeni bir rotaya doğru ilerliyor.

Romanya: AB’ye Bağlılık Zaferi

Romanya’da cumhurbaşkanlığı seçimi, AB yanlısı bağımsız aday NicușorDan’in zaferiyle sonuçlandı., Dan oyların yüzde 54,7’sini alarak aşırı sağcı rakibi George Simion’u geride bıraktı. Simion, sonuçlara itiraz ederek siyasi gerilimi tırmandırmaya çalışsa da, Dan’in başarısı Romanya’nın Batı’yla entegrasyon kararlılığını pekiştirdi. Seçim kampanyası, Ukrayna savaşının bölgesel etkileri ve Romanya’nın AB içindeki rolü etrafında döndü.

Dan, AB değerlerini ve reform vaatlerini merkeze alarak geniş bir seçmen kitlesini ikna etti. Ancak Simion’un aldığı yüzde 45,3’lük oy, aşırı sağın ülkede hâlâ güçlü bir tabana sahip olduğunu gösterdi. Romanya, bu sonuçlarla hem AB’ye bağlılığını teyit etti hem de iç siyasi kutuplaşmanın gölgesinde bir geleceğe adım attı.

Polonya: Kutuplaşmanın Yeni Zirvesi

Polonya’daki cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu, ülkenin siyasi manzarasındaki derin çatlağı bir kez daha ortaya koydu. Merkezci aday RafalTrzaskowski, yüzde 30,8 oy oranıyla önde tamamlarken, aşırı sağcı Nawrockiyüzde 29,1’le onu yakından takip etti. İkinci turun tarihi henüz netleşmese de, bu sonuçlar Polonya’nın AB yanlıları ile milliyetçi kamp arasında adeta ikiye bölündüğünü doğruladı.

Ukrayna’ya komşu olan Polonya’da, savaşın ekonomik ve güvenlik boyutları seçmenlerin ana gündemiydi. Trzaskowski, AB ile iş birliğini ve demokratik reformları savunurken, Nawrocki milliyetçi söylemlerle ve AB’ye mesafeli bir duruşla dikkat çekti. Seçim, sadece bir cumhurbaşkanı seçimi değil, aynı zamanda Polonya’nın Avrupa’daki yerini belirleyecek bir referandum gibiydi. Aşırı sağın bu denli güçlü bir performans göstermesi, Polonya’nın geleceğinde belirsizlik yaratıyor.Sağ popülizm, özellikle ekonomik belirsizlikler, göç meseleleri ve AB’ye yönelik şüphecilik gibi konuları merkeze alarak güç topluyor. 2008 küresel finans krizinden bu yana, işsizlik ve gelir eşitsizliği gibi sorunlar, halkın geleneksel elitlere ve küreselleşmeci politikalara güvenini sarstı…

Portekiz: Ekonomik Kaygıların Gölgesinde

Portekiz’deki erken seçimde merkez sağ partilerden oluşan Demokratik İttifak (AD), resmi olmayan sonuçlara göre yüzde 32,1 oyla birinci parti oldu.AD, 230 sandalyeli Meclis’te tek başına iktidar olmak için gereken 116 sandalye sayısına ulaşamadı ve 86 milletvekili çıkardı. Başbakan Luis Montenegro, yeniden azınlık hükümeti kurmayı planladığını açıkladı.

Sosyalist Parti (PS) ise önemli bir oy kaybı yaşayarak yüzde 23,3 oranında kaldı ve 58 milletvekili çıkardı. 2022 seçimlerinde 120 sandalye kazanan PS'nin lideri Pedro Nuno Santos, seçim yenilgisinin ardından istifa etti. Seçimlerin en dikkat çeken sonucu ise aşırı sağcı Chega’nın oy oranını yüzde 22,5’e çıkarması oldu. Chega, PS ile aynı sayıda milletvekili çıkararak Portekiz tarihinde ilk kez iktidara aday aşırı bir sağ parti konumuna geldi. Parti lideri Andre Ventura, "50 yıllık iki partili sistemi yıktık," diyerek tarihi bir başarı kazandıklarını ilân etti.

Aşırı sağın yükselişi engellenebilir mi?

18 Mayıs seçimleri, Avrupa’nın siyasi manzarasındaki birkaç temel eğilimi net bir şekilde ortaya koydu. İlk olarak, kutuplaşma kıtanın her köşesinde hissediliyor. Romanya’da AB yanlıları ile aşırı sağ, Polonya’da demokratik blok ile milliyetçiler, Portekiz’de ise ekonomik reform yanlıları ile statükocular karşı karşıya geldi. Bu kutuplaşma, sadece ideolojik değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik fay hatlarını da derinleştiriyor.

Romanya’da Simion’unyüzde 45,3’lük oy oranı, Polonya’da Nawrocki’ninyüzde 29,1’lik performansı ve Avrupa genelinde benzer eğilimler, aşırı sağın seçmen tabanını genişlettiğini gösteriyor. Bu partiler, göç, ulusal kimlik ve AB’ye şüpheci yaklaşımlar gibi konularda seçmenlerin kaygılarını ustalıkla kullanıyor. Ancak, Nicușor Dan gibi AB yanlısı liderlerin zaferleri, merkezci güçlerin hâlâ dirençli olduğunu kanıtlıyor.

Üçüncü olarak, ekonomik ve jeopolitik krizler, seçmen davranışlarını derinden etkiliyor. Ukrayna savaşı, enerji fiyatlarındaki artış ve enflasyon, Avrupa’daki her seçimin arka planını oluşturuyor. Polonya ve Romanya gibi doğu ülkelerinde güvenlik kaygıları ön planda iken, Portekiz gibi batı ülkelerinde ekonomik istikrar talepleri öne çıkıyor. Bu krizler, seçmenlerin hem ulusal hükümetlerden hem de AB’den daha etkili çözümler beklediğini gösteriyor.

AB’nin geleceği birlik mi, parçalanma mı?

Bu seçimler, AB’nin geleceği hakkında da önemli ipuçları veriyor. Romanya’daki AB yanlısı zafer, birliğin doğu kanadında dayanışmayı güçlendiriyor. Ancak Polonya’daki kutuplaşma, AB’nin bazı üye ülkelerde hâlâ bir “ortak değerler” projesi olmaktan uzak olduğunu hatırlatıyor. Aşırı sağın yükselişi, AB’nin liberal demokratik ilkelerine meydan okurken, ekonomik sorunlar birliğin dayanışma kapasitesini test ediyor.

Öte yandan, Portekiz’deki seçimler, AB’nin ekonomik politikalarının üye ülkelerdeki etkisini sorgulatıyor. Enerji krizi ve enflasyon, AB’nin ortak bir ekonomik strateji geliştirme ihtiyacını ortaya koyuyor. Eğer AB, bu krizlere etkili yanıtlar üretemezse, aşırı sağ partilerin “ulusal çözümler” söylemi daha fazla zemin bulabilir.

Romanya’da NicușorDan’in zaferi, AB’nin birleştirici gücüne olan inancı tazeledi. Ancak Polonya’daki kutuplaşma ve aşırı sağın yükselişi, kıtanın demokratik değerler üzerinde uzlaşmasının ne kadar zor olduğunu ortaya koydu. Portekiz’deki ekonomik odaklı değişim ise, Avrupa’nın sadece ideolojik değil, aynı zamanda pratik sorunlarla da mücadele ettiğini hatırlattı.

Avrupa, bu seçimlerle yeni bir rotaya yelken açıyor. Aşırı sağın yükselişi, ekonomik krizler ve jeopolitik belirsizlikler, kıtayı zorlu bir sınavla karşı karşıya bırakıyor. Ancak Romanya gibi örnekler, AB’nin hâlâ bir umut projesi olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki yıllar, Avrupa’nın bu kutuplaşmayı nasıl yöneteceğini ve değişim dalgasını nasıl yönlendireceğini belirleyecek. 18 Mayıs, sadece bir seçim günü değil, aynı zamanda Avrupa’nın geleceğine dair bir dönüm noktasıydı.

Avrupa’nın nabzını Trump marka bir tansiyon-ölçer ile bir sonraki yazıda tutmaya çalışacağım…