Bugün Pazar...

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla...

Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü...

Bir kez daha...

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım...

Bunu yaparken de...

“Mustafa Kemal’le 1000 gün”...

Kitabının yıllar önce yitirdiğimiz yazarı...

Usta edebiyatçı Nezihe Araz’ı...

Saygıyla analım...

***

Ankara’nın sıcak bir Ağustos gecesi...

Köşk’e geç saatten dönen Gazi Mustafa Kemal...

Kendisini karşılayan...

Nöbetçilerle ve askerlerle konuşmaya başlamıştı...

Gençlerin sıcak ve içtenlik dolu sevgi halkası...

O’nun kederlerini dağıtmış, yüzünü güldürmüştü...

***

Sıcak bir sohbet başlamıştı...

Kim neşeli, kim ne yapıyor?

Bunları öğrenmek isteyen Mustafa Kemal’in keyfi yerine gelmişti...

O alıştığı, özlediği, bildiğince yaşadığı günleri hatırlamıştı...

İşte hayat buydu...

Kayıtsız, protokolsüz...

Ve içinden geldiği gibi...

***

Ne var ki...

Yukarda balkonda bir kadın, saatlerdir O’nu bekliyordu...

Ve Paşa o kadını görmemişti...

Sanki...

Varlığından haberi bile yoktu...

***

Bahçedekiler...

Gazi Mustafa Kemal’in anlattıklarına...

Coşku ve kahkahalarla karşılık verince...

Balkonda bekleyen kadının sabrı tükendi ve...

“Uşakizade öfkesi” bir anda patladı...

Bütün söz vermeler, frenler, iyi niyetle unutuldu ve...

Hırçın, öfkeli ve acımasız bir ses...

Adeta balkondan aşağıya döküldü:

“Kemal! Gel artık! Yetti mahalle arkadaşların yetmiyormuş gibi şimdi de köşkün nöbetçileriyle mi ahbaplık ediyorsun?”

***

Yukardan aşağıya bir buz kalıbı gibi inen ve...

O sıcak ağustos gecesini buzhaneye döndüren feryadın tam kelimeleri...

Bu muydu, bilemiyoruz ama...

Anlamı buydu!

***

Gazi Mustafa Kemal...

Hiçbir şey söylemeden ağır ağır köşkten içeri girdi...

Bu suskunlukla ifade edilen tavır...

O’nun öfkesinin simgesiydi!

Latife Hanım, daha cümlesini noktalarken pişman olmuş...

Artık geri dönülmez bir hata yaptığını anlamıştı!

***

Başkalarının yanında...

Hiç hoşlanmadığı o “Kemal” diye seslenişini...

Bir kez daha...

Duyamaya dayanamayacağını çok iyi anlayan Atatürk...

Latife Hanım’ın yanına uğramadan bir odaya girdi ve...

Kapısını kapattı!

Kravatını gevşetti, yakasını açtı...

Uzanmak ihtiyacını duyuyordu...

İyi değildi...

Gözlerini kapatmış, sakinleşmeye ve rahat nefes almaya çalışırken...

Yıllar önce...

Salih’e (Bozok) Sofya’dan yazdığı mektup geldi aklına:

“Yeni evlenen bir erkeğin gönlü hayat, aşk ve saadet hisleriyle meşbudur (doludur)... Bu en kıymetli zamandır... İnsanlar hayatında bu nurlu ve sürurlu (sevinçli) dakikaları ölünceye kadar hep mütehassis (duygulanmış) olarak pek mühim (önemli) ve hayatı için tarihi bir hadise (olay) yad (anma) ve tahattur (anımsama) eder... Sen bunu kendinden bilirsin... Ben bunu tecrübe etmedim...”

Gazi Paşa, derin bir nefes aldı ve sözlerini sürdürdü:

“Ne var ki, hayatı ve insanları tahlil ettiğim için bu neticeyi buldum... Hayatın çeşitli yönlerinden bir kaçını görenler evlendikten sonra keşfedilmemiş yönlerini de zaruri (zorunlu) olarak müşahede (gözlem) ederler... Bu müşahede pek tatlı olabildiği gibi pek acı da olabilir... Biz Fuat için (Ali Fuat Cebesoy) evlilik hayatının latif (hoş) ve saadetli (mutlu) manzaralarla taçlanmasına dua edelim...

***

Bitiriyoruz...

Atatürk...

Bir Fransız şairin hayatı nasıl gördüğünü ise şöyle seslendirdi:

Hayat kısadır... Biraz rüya... Biraz aşk... Ve sonra (bir selam) iyi günler... Hayat hoştur... Biraz kin, ceza... Biraz boşuna umut... Ve sonra (bir selam) iyi akşamlar...

Ardından...

Çocukluk arkadaşı Salih Bozok’a şöyle seslendi odasına giderken:

“Kılıç Ali’yi bul ve hemen gelin...”

***

İki arkadaş, Gazi Paşa’nın karşısına geldiklerinde...

Zaten durumu anlamışlardı...

Atatürk, bu konudaki son sözünü dile getirdi:

“Beyler, bu iş bitti... Latife Hanım, beni kendine hiç yakışmayan bir eda ile muhafız polislerin, sofracıların, posta erlerinin önünde, şahsiyetimle bağdaşmayacak laubali ve tacizkar bir hücumla son derece rahatsız etti... Bu iş burada bitmiştir... Kimseyi görmek istemiyorum... Siz İsmet Paşa ile görüşüp gereği neyse yapılmasını sağlayın...”

Nokta...

Hamiş 1: Çok özel isimler araya girdi; Atatürk kararından geri dönmedi... “1000 gün süren evlilik” 5 Ağustos 1925’te son buldu... Boşanma haberi, 12 Ağustos 1925 tarihinde hükûmet bildirisi ile duyuruldu... Latife Hanım, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı eşi olarak tarihe geçti...

Hamiş 2: Atatürk'ün evlenip boşandığı Latife Hanım, evlilik anılarını beş hatıra defterine doldurmuş... O defterlerdeki anıların yayınlanması ile ilgili bazı tartışmalar başladı ve sulh ceza mahkemesine kadar gitti... Mahkeme defterleri okuması için 1975’te Prof. Reşat Kaynar'a verdi... Kaynar'ın önerisiyle yazılanlar 50 yıl sonra yayınlanmak üzere Türk Tarih Kurumu’nun kasalarına kaldırıldı... Süre bu yıl (2025) dolacak... (Vikipedi)

Sonsöz: “Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir; çoluk – çocuk sahibi olmalıdır... Bana bakmayınız... Bu meselede örnek İsmet Paşa’dır... Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir... Buna rağmen tecrübesini yaptım... Sonradan anladım ki, bu iş benim başarabileceğim bir iş değilmiş... / Gazi Mustafa Kemal Atatürk – Nisan 1936...”