RÖPORTAJLAR
8 Aralık 2016 Perşembe

Hak edilmemiş tüketimin bedelini ödeme vakti!

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu sancılı sürecin geçmişi ve geleceğine dair soruları Prof. Dr. Yaşar Uysal, Egedesonsöz’e yanıtladı.

Hak edilmemiş tüketimin bedelini ödeme vakti!

Onur DENİZ/EGEDESONSÖZ - Türkiye ekonomisi, 2016 yılını yaşadığı terör olayları, darbe girişimi, dış politikadaki sancılı süreçler nedeniyle kayıpla bitirmeye hazırlanıyor.

Yaşananlardan dolayı başta Avrupa ülkeleri olmak üzere çok sayıda ülke ile ticari ilişkilerin gerilemesine neden olurken başta turizm ve ihracat olmak üzere ekonomide ağır yaralar açıldı.

Ülke girdilerinin azalması ve dünya ekonomisindeki dalgalanmalar, Türk Lirası’nın Amerikan Dolar’ı başta olmak üzere çok sayıda döviz karşısında değer kaybetmesine neden oldu.

Rekor seviye ile 3.60 TL’ye dayanan Dolar’ın normal seviyeye çekilmesi için başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım olmak üzere siyasilerden, iş dünyasından vatandaşa eldeki dövizin TL’ye çevrilmesi çağrısı yapıldı. Yapılan çağrıların ardından vatandaşın harekete geçmesiyle birlikte Dolar kuru 3.55 TL’den 3.40 TL seviyelerine gerilese de piyasalardaki risk ortamı devam ediyor.

Mevcut tabloda ekonominin içinde bulunduğu duruma ilişkin süreci, çözüm önerilerini ve merak edilen soruları Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Birimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Uysal Egedesonsöz’e yanıtladı.



2008’DEKİ KRİZİN ETKİLERİ SÜRÜYOR
Türkiye ve dünya ekonomisinde hareketli günler yaşıyoruz. Ülke ekonomisinde hızlı bir kriz ortamı oluşmaya başladı. Şu an gündemde en çok konuşulan konu Dolar’ın TL karşısındaki artışı oluyor. Ekonominin bu noktaya gelmesinde neler etkili oldu? Nasıl bir süreç yaşandı?

Dünya siyasetinde, siyasetin paradigmal önceliklerinde önemli değişiklikler var. Bunun önemli gerekçelerinden biri; Trump’ın ABD Başkanı seçilmesidir. Trump’ın seçilmesinin arka planına bakıldığında, 2008’de ortaya çıkan ve hala çözülemeyen, 2020’lere kadar da çözülmesi güç görünen bir küresel kriz ortamı var. Bu kriz ortamının temel gerekçesi, dünyadaki üretimle finans büyüklüğü arasında dengesizlik. Yani dünyada yaklaşık 75 trilyon Dolarlık üretim yapılıyor. Bu 75 trilyon Dolarlık üretimin üzerinde tutarını, kur ve fiyatlarındaki hareketlilik nedeniyle, tam olarak bilmenin güç olduğu büyük bir finansal varlık ve türevleri var. Bunun 800 – 900 trilyon Dolar olabileceği söyleniyor, ancak tam olarak bilmek mümkün değil. Reel ekonomi yani gerçek üretim bu düzeyde finansal varlığı ve kazançlarını taşıyamıyor. Peki ne olması gerekiyor? Ya bu reel ekonominin, üretimin hızlı büyümesi gerekiyor; ya da finans sisteminin küçülmesi gerekiyor. Dünyanın ihtiyacı olan, daha çok kişiye iş, gelir ve ekmek sağlayacak olan reel sektörün büyümesidir. Dünyada büyük bir yanılsanma yaratılıyor. Esas sorun hormonlu finans sistemi, reel ekonomi değil. Ama çözüm de bunun bedeli de reel ekonomiye havale ediliyor. Böyle çözemezler sorunu, görüldüğü gibi 8 yıldır da çözemediler. Dünyayı da büyük ölçüde bu finansal varlıklara sahip olanların etkileyebildiği hükümet kararları şekillendiriyor. Kuralları da önemli oranda büyük spekülatörler koydurduğu için kendi aleyhlerine düzenlemelere, örneğin finansal kazançların daha fazla vergilendirilmesine müsaade etmiyorlar. Dolayısıyla küçülmeye razı olmuyorlar. Ancak onların yani küresel ulus-üstü spekülatörlerin de büyük bedeller ödeyeceği zamanlar, er ya da geç, gelecektir.

İşsizlik, bozuk gelir dağılımı gibi nedenlerle talep, arz düzeyinde büyüyemediği için üretimin de hızlı büyüme ihtimali düşük. Dolayısıyla bu belirsizlik devam ettiği sürece biz 2008’de başlayan ve devam eden kriz ortamından kolay kolay çıkamayacağız gibi görünüyor.

Dünya siyasetindeki değişiklikte ise 1990’larda başlayan küreselleşmenin tersi bir takım akımlar oluşmaya başladı.  İşin ilginç tarafı, küreselleşmeden en fazla yarar sağlayan Amerika’dan, onun yeni başkanı Trump'tan, buna karşı bir tavır geliyor. Çünkü küreselleşme arttıkça Amerikan Doları dünyanın her yerinde daha fazla kullanılmaya başlandı.  Ama Trump,  geldi ve ‘Ben Çin’e karşı korumacılık yapacağım, Transatlantik Ticaret Anlaşması’na girmeyeceğim’ dedi ve dünyaya başka bir şey sundu. Başka bir şey dediği içinde farklı bir iklim oluştu. Bunun yanı sıra dünya ekonomisi hala 2008 krizini atlatamadı. Krizi atlatabilmek için piyasaya trilyonlarca para sürdüler,  şimdi o paraları geri çekmeleri gerekiyor. Balon şişti; parayı geri çekerken ilave sıkıntılar ortaya çıkacak.

DÜNYADAN TÜRKİYE’YE GELEN RÜZGARLAR İYİ DEĞİL
Dünyadan Türkiye’ye gelen rüzgarlar hem siyasi hem ekonomik olarak iyi değil. Siyasi kısmı açtığımızda Avrupa Birliği kendi içinde karışık durumda. Biz de bu karışıklıktan etkileniyoruz. Hatta İngiltere’deki Brexit’te en önemli argümanlardan bir tanesi Türkiye’nin üyeliği meselesiydi. AB ile kavgalı durumdayız. Rusya ile ilişkilerimiz dalgalanıyor. Amerika ile bu FETÖ sorunu nedeniyle çok iyi durumda değiliz. Irak, Suriye ve İran ile ilişkilerimiz iyi değil. En son Yunanistan ile ilişkilerimizin geleceği iyi görünmemeye başladı. Dünyada esen siyasi rüzgarlar iyi değil. Bunu bir kenara koyalım.

BİRİLERİ DÖVİZİ BOZDURURKEN DİĞER KESİM ALMAYA KALKARSA…
İçeriye baktığımızda siyaseten kamplaşmış bir toplum var.  Cumhurbaşkanı ekonomiye zarar vereceğini, bunun da siyasi yansımaları olacağını bildiği için "dövizinizi bozdurun" çağrısı yaptı. Medyadan öğrendiğimiz, etrafımızda gördüğümüz kadarıyla bu talep destek gördü. Ancak siyasetin projeler değil de değerler üzerinden yapılması nedeniyle toplumsa ayrışma oluştu. Bu durumdan dolayı birileri dövizini bozdururken birileri de ‘ben bu hükümeti beğenmiyorum, kurlar artarsa belki seçimlerde kaybederler, hükümet değişir’ diye düşünerek döviz alamaya kalkarsa ne olacak? Umarım varsayımsal olarak ifade ettiğimiz böyle bir şey olmaz. Çünkü bu ülkede kur artışlarının kazananı çok az, kaybedeni çok olur. Ne yazık ki toplumu ortak ideallerde yeterince birleştirecek bir siyasi ortam yok Türkiye’de. Siyasi iklim toplumu ortak ideallerde bir arada tutacak güçlü bir yapı üretmiyor şu anda. Böyle olduğu için de ortak idealler temelinde yaptığınız siyasi söylemler toplumun tamamında yeterli karşılık bulmuyor. İktidarıyla, muhalefetiyle tüm siyasi birimler oturup bu iklimin nasıl iyileştirebileceğine kafa yormalıdır.



ABD’DEN GELEN SICAK PARA AKIŞI GELDİ
İşin teknik kısmına geldiğimizde, Türkiye’nin 2001 krizinden bu güne kadar yaşadığı gelişmelerin arkasında Türkiye’ye gelen sıcak para vardı. Neden bu sıcak para geldi?  O dönemde yani özelliklen  2000'li yıllarda (2000-2008) ülkemizdeki faizler yüksekti. Küresel spekülatörler için cazip olan bu faizler nedeniyle Türkiye’ye milyarlarca dolar para getirdiler. Nitekim yabancıların sıcak para olarak tanımlayabileceğimiz portföy yatırımı (tahvil ve hisse senedi ve mevduat faizi için gelen para) tutarı 2002 yılında 9 milyar dolar iken bu tutar 2007 yılında 100 milyar doları, 2012 yılında ise 150 milyar doları aştı. Ayrıca başta özelleştirmeler aracılığıyla olmak üzere doğrudan yatırım için giriş oldu. Yine bankalarımız ve bankacılık dışı özel sektör daha ucuz diye dışarıdan çok büyük miktarlarda borçlandı. Bu farklı kanallardan dışarıdan büyük miktarda para gelince ülkede döviz bollaştı, Merkez BAnkasının rezervleri arttı. Döviz bollaşınca ucuzladı. 2002 yılında Dolar 1,513 TL iken, 2008’in sonunda bu 1,296 TL’ye düştü. Yani 10 bin dolarlık ithal bir mal, 2002’de 15 bin 130 TL iken 2008’in sonunda bu 12 bin 960 TL’ye düştü, yani ucuzladı. Döviz ucuzlayınca ithal mallar cazip hale geldi. İthalat büyük ölçüde arttı, cari açık arttı. Diğer taraftan ülkeye bu sıcak para gelince er yada geç Merkez Bankası’na gitti. Merkez Bankası, aldığı bu dövizler karşılığında piyasaya TL verdi. TL’ de bollaştı. Hem bu kanaldan hem de dışarıdan borçlanarak elde ettikleri kaynakları Bankalar krediye dönüştürmek için büyük çaba içerisine girdiler. Çünkü dünyadan ucuz faizle aldıkları paraları ya da içerideki bol likiditeyi piyasaya sunmak istediler. İşleri de bu zaten. Her köşe başına kredi kartı başvurusu stantları koymak suretiyle vatandaşa çok yoğun bir şekilde kredi kullanma imkanı verdiler. 2002 yılında Türkiye’deki tüketici kredilerindeki borç 6 milyar TL’ydi. Şu anda, yani Ekim ayı itibariyle 406 milyar TL. Bu kullanılan tüketici kredisi… Yani vatandaşın otomobil, konut, ihtiyaç ve kredi kartlarında birikmiş borç tutarı bu. Acayip tükettik. Yeterince üretmeden, hak ettiğimizin ötesinde tükettik. Bunu sağlayan temel mekanizma dünya geneline göre verdiğimiz yüksek faiz ve bunun yol açtığı düşük reel döviz kurlarıydı. Politika hükümetlerin, tüketim de halkın tercihiydi. Her tercih gibi bunun da alternatif maliyeti olacaktır, oldu da.

GELİRKEN BALONU ŞİŞİRİYORSA, GİDERKEN DE İNDİRECEKTİR
2008'e kadar dünyadaki döviz bolluğunun gerisinde yüksek petrol fiyatları, Türkiye'deki bolluğun gerisinde ise göreli yüksek faizler vardı. 2008 krizi sonrasında ise Amerika’nın bastığı paralar etkili oldu. Amerika  4 trilyon dolar civarında bir para bastı krizden çıkabilmek amacıyla. O paraları Amerika’daki bankalar vatandaşa kredi olarak yeterince veremediler. Çünkü Amerika’da yaşayan insanlar geleceği iyi göremedikleri için taleplerini canlandırmadı. O zaman bu paralar bizim gibi tüketim beklentisi yüksek, geliri düşük ülkelere, örneğin Türkiye, Güney Afrika Cumhuriyeti, Endonezya, Arjantin,  Brezilya gibi ülkelere gitti. İklim böyleydi adeta para yağıyordu bu ülkelere. Türkiye’ye gelen paralar şimdi iklim  değişince geri çekilmeye başladı. Bir şey gelirken balonu şişiriyorsa, giderken de indirecektir. Bir tür fizik yasasıdır bu.

FED PARALARI ÇEKMEYE BAŞLAYINCA SORUN BAŞLAYACAK
Peki yabancılar neden Türkiye’den gidiyorlar?

Türkiye’de 25 Nisan 2001 tarihinde çıkarılan yasayla Merkez Bankası bağımsız hale getirildi. Merkez Bankası amaç açısından bağımlıdır, ama araçlar açısından bağımsızdır. Elinde iki tane aracı vardır. Bir tanesi paranın miktarı, diğeri de fiyatıdır. Hükümet tarafından Merkez Bankası’na ‘faizleri düşür’ baskıları gündeme gelince Merkez Bankası’nın bağımsızlığına ilişkin algı zayıfladı. Faizlerde gerileme de oldu. Bu bazen enflasyon izin verdiği bazen de siyaseten istendiği için oldu. En azından siyasi baskının varlığı izlenimi doğdu. Amerikan Merkez Bankası FED, 2013’ün Mayıs ayından itibaren ‘artık ben piyasaya ilave para vermeyeceğim, faizleri de arttırmaya başlayacağım’ dedi. Daha biz şunu görmedik; FED bir kere faizleri arttırdı. Aralık ayı toplantısında bir kez daha arttıracak büyük ihtimalle. Faizleri arttırmasından sonra piyasaya verdikleri paraları geri çekmeye başlayacak. Esas sorun, o zaman başlayacak. Ancak o konuda bir takvim henüz yok.

BİR ŞEYİN ARZI AZALIRKEN TALEBİ ARTIYORSA FİYATI ARTAR
Bu gelişmeler sonucunda Türkiye’de dövizin artmasında ne etkili oldu?

Türkiye’de son aylarda başlayan süreçte yabancı spekülatörler paralarının bir kısmını dışarıya çıkarmaya başladı. Döviz borcu olan ve bu borç kadar dövizi bulunmayan yani açık pozisyonda olanlar da bu döviz kurları artacak mı diye endişelendi. Dışarıya çok borcu olan özel sektör firmaları ve bankalar sanırım ‘bu döviz daha da artacak galiba  diyerek döviz talep etmeye başladı. Bir taraftan yabancıların TL bazlı varlıklarını(tahvil, hisse senedi, mevduat) dövize çevirmek amacıyla diğer taraftan döviz pozisyonu açık olan yerli girişimcilerin borçlarını ödemek için döviz talebini artırması sözkonusu oldu. Kuşkusuz piyasa ekonomisinin önemli bir dinamiği olan spekülatörler, yani kur artışlarından para kazanmak isteyenler de bu süreçte devreye girmiştir. Döviz talebi bu şekilde artarken döviz arzının azalması söz konusu oldu. Çünkü, yabancı kaynak girişi azaldı, turizm gelirleri 7-8 milyar dolar düzeylerinde geriledi, ihracatımız azaldı. Sonuç olarak döviz talebi arttı, döviz arzı azaldı.  Bir şeyin arzı azalırken talebi artıyorsa ister domates olsun, ister ekmek olsun, ister Dolar olsun bunun fiyatı artar.

DÖVİZİN ARTIŞI EKONOMİK ÇÖZÜMÜ SİYASİDİR
Türkiye’de dövizdeki kur dengesinin tekrar rayına oturması için nasıl bir yol haritası belirlenmeli?

Ben şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim. Türkiye’de döviz kurlarındaki artışın gerekçesi daha çok ekonomik yani tekniktir ancak çözümü daha çok siyasidir.  Türkiye, öncelikle dış ilişkilerini yeniden düzenlemelidir. AB’yle, Rusya’yla, İran’la, Amerika’yla siyaseten ilişkilerini yeniden düzenlemek zorundadır. Bu konuda çabaların olduğunu da görüyoruz. Ancak iç ve dış siyaset tarzlarının farklı olması gerektiğine dikkat etmeliyiz. Ayrıca, çok kişinin de ifade ettiği gibi,  bürokratik süreçlerde nitelik iyileşmesi, hukuk sisteminin işleyişindeki sorunların giderilmesi, güçler ayrılığı ilkesinin güçlendirilmesi önem taşıyor.

SICAK PARAYLA GELEN REFAH, SICAK PARAYLA GİDER
Peki hangi yöne doğru düzenlemek zorunda?
Burada referans nitelikli demokrasi, işlevsel hukuk devleti yani muasır medeniyet ve aşmak ise rota Batıdır, Avrupa’dır. Yok bundan farklı referanslar varsa tercih Şangay 5’lisi de, bir başkası da olabilir. Dolayısıyla Türkiye rotayı Doğu’ya dönerse, bize parayı en çok getiren Batının bize yüklediği anlam değişebilir, senden elini çeker. Batı, kendisinin parçası olup olmadığını görmek istiyor. Kuşkusuz bu artısı, eksisi olan tartışılabilir bir konudur. Türkiye’de bir kafa karışıklığı var.

Bunlar yetmiyormuş gibi yeni bir gündem var. Başkanlık sistemi ile birlikte Türkiye’de yeni bir siyasi gerginlik yaşanması ihtimali var. Ne yazık ki bu yaşanacak gibi görünüyor. Çünkü bir grup başkanlık sisteminden yana tavır alırken bir grup bunun karşısında olacak, ilave bir gerginlik yaşanacak. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz. iç ekonomik ve siyasi iklim iyi değil, küresel siyasi iklim ve ekonomi de iyi değil. Ve uzun zamandır, Türkiye ve dünyaya baktığınızda , bu kadar olumsuz faktörün eşanlı olarak bir araya geldiğini hatırlamıyorum. 4 faktörden, yani küresel siyaset, küresel ekonomi, iç siyaset ve ekonomiden soğuk rüzgarların estiği bir dönem. Arabanın 4 tekeri gibi düşünün. Hepsinde sorun var: biri patlak, biri çok şişmiş, biri kabak hale gelmiş, birinin havası az.  Bu arabanın istenen hızda mesafe alması, yani ekonominin hızlı büyümesi mümkün değil. Şunu unutmamak gerekir sıcak parayla gelen refah, sıcak parayla gider…

TÜRKİYE KARŞILIĞINI ÜRETİM İLE DESTEKLEMEDİĞİ REFAHIN BEDELİNİ ÖDEMEK DURUMUNDA KALACAKTIR
Türkiye’nin buradaki en büyük hatası neydi?

Türkiye'nin en büyük hatası bu küresel likiditenin bol, faizlerin yüksek olduğu dönemde elde ettiği kaynakları fabrika yapmaya, üretim yapmaya değil daha çok rezidanslara, AVM’lere, inşaatlara harcamasıdır. Türkiye dün karşılığını üretim ile desteklemediği refahın bugün veya er ya da geç bedelini ödeyecektir. Alın teriyle üreterek bir tüketim yapmıyor iseniz gelecekte tüketimden taviz vererek bunu dengelemek zorundasınız. Türkiye'de kartlar yeniden dağıtılacak. Biz bir süre ne yazık ki yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, yüksek faiz ile halkın satın alma gücünün gerilediği refah döneminin geride kaldığı bir zaman dilimine doğru gidiyoruz. Burada eğer bir hukuk devletinin işlemesi anlamında, demokratik standartları yükseltilmesi anlamında, dış ilişkileri uluslararası diplomasinin kuralları çerçevesine çekmediğimiz sürece Türkiye'den bu sıcak para çıkışı devam edecek. Yabancılar henüz daha hisse senetlerinden büyük miktarda çıkmadılar. Borsada büyük bir gerileme yaşanmadı Daha çok Merkez Bankası'nın haftalık yayınladığı yabancıların menkul kıymet hareketlerinden bunları görüyoruz. Eğer borsaya ilişkide bir olumsuzluk algılarlar ise tahviller yanında hisse senetlerinden de çıkmaya başlayabilirler. Merkez Bankası faizlerde doğru bir adım attı mecburen… Normal şartlarda düşük faiz ve yüksek kurdan yana bir kişiyim. Çünkü reel ekonomiden yani üretim, istihdam ve ihracat artışının, birilerinin finansal varlıklardan daha çok para kazanmasından daha önemli olduğunu düşünüyorum.

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN GERÇEK GÜCÜNÜ BU DÖNEMDE GÖRECEĞİZ
Kasım ayında TÜFE enflasyonu yüzde 2, ÜFE yüzde 0.52 çıktı. Bu şu anlama geliyor; maliyet enflasyonunun ön plana çıktığı işsizliğin arttığı, daha da artacağı bir ortama doğru gidiyoruz. Bunların yanı sıra Türkiye'nin şu an en büyük holdingi TMSF… Birçok Firmaya kayyum atandı. Bu firmaların akıbetinin ne olacağını zamanla göreceğiz. Belirsizlik nedeniyle diğer firmaların bu firmalarla iş yapması, girdi-ürün vermesi veya alması güçleşiyor. Çünkü kimse bu zorlu konjonktürde risk almak istemiyor. Oradaki üretim zora giriyor. Umarım buralardan gelecek ekstra bir işsizlik ile karşılaşmayız. Sonuç olarak Türkiye'de zorlu bir dönem olacak. Ekonomi yönetiminin çok iyi olması gerekiyor. Ekonomi yönetiminin yetkinliğini, Türkiye ekonomisinin gerçek gücünü ve dayanıklılığını bu dönemde test etmiş olacağız. Umarım bu süreçten güçlenerek çıkarız.

ARABAYI ATIN ÖNÜNE KOYARSAK CİDDİ BEDEL ÖDERİZ
Dünya ekonomisini bir okyanusa benzetelim. Türkiye ekonomisi okyanusta bir gemi… Şu anda okyanus dalgalı, fırtına ihtimali var. Bizim gemi çok güçlü ve çok sağlam bir gövdeye sahip değil. Çünkü dünyaya yüzde 3.5 oranında teknoloji yoğunluğuna sahip ürün satıyorsun, yüzde 14 oranında teknoloji yoğunluklu ürün alıyorsun. Zaten bizim cari açığımız, kabaca ikisi arasındaki fark… Dolayısıyla Türkiye'nin  gemisi çok sağlam değil. Motor da tekliyor… Çünkü, motorun yakıtı daha çok sıcak paraydı. O para gelmiyor artık. Burada iş daha çok kaptana düşüyor. Kaptanın çok iyi olması lazım. Kaptanın siyasi önceliklerden çok ekonomik önceliklerle hareket etmesi gerekiyor. Şu anda Türkiye'nin ekonomik sorunlarının çözümü çok yoğun olarak ekonomik perspektiften bakmayı gerektiriyor. Biz bunun önüne siyaseti koyarsak; yani atı arabanın önüne değil, arabayı atın önüne koyarsak, Türkiye çok ciddi bir bedel ödeyebilir. Bunun da herkes farkında. O yüzden vatandaşın döviz bozdurması isteniyor.

HAK EDİLMEMİŞ TÜKETİMİN BEDELİNİ ÖDEME VAKTİ
Şu an ülke gündeminde Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, iş dünyasından siyasilere kadar birçok ismin yaptığı ‘TL’ çağrısı konuşuluyor. Vatandaşın elindeki dövizi bozdurması çözümde yeterli olacak mı?

Döviz bozdurma ne demek? Döviz arzını arttırın demek. Çünkü birileri  döviz talep ediyor. Özellikle yabancılar… Vatandaş dövizlerini bozdurursa buna rağmen döviz kurlarındaki artışın önüne geçilemezse işler daha da zorlaşabilir. Enteresan bir deneyim olacak. Sonuçlarını ilgiye takip edeceğiz Tablo tam olarak şu; ekonomide iklim küresel boyutta bahardı. Para boldu. Geminin yol alabilmesi için deniz durgun, gemi sağlam, hava güzeldi. Şimdi iklim Sonbahar. Deniz dalgalı, hava kapalı, gemi kısmen su alıyor. Yani halk deyimi ile söyleyecek olursak, sanki hak edilmemiş tüketimin bedelini ödeme vakti. Bu er ya da geç olacaktı. Bu iktisat fiziğidir. Bugün hak etmeyerek tükettiysen, yarın hak ettiğini tüketmeyerek bedelini ödersin.

KONUT FİYATLARI DÜŞEBİLİR
Önümüzdeki süreçte tablonun bu şekilde olması piyasalara nasıl yansıyacak?  Türkiye’de son dönemde yapımı artan konut satışları, otomobil satışları, yatırımlar nasıl etkilenecek?

Geride bıraktığımız dönemde vatandaşın ev alım imkanları artmıştı. Dolayısıyla artan talep ev fiyatlarını da arttırdı. Bu alım gücü nasıl arttı, kredilerle arttı. Krediler nasıl arttı, dışarıdan gelen para ile arttı. Şimdi bu gelmiyor. Türkiye'de yeni konut arzı fazlası var. Hala da yenileri yapılıyor. Faizler yüksek olduğu zaman, enflasyon olduğu zaman, döviz kurları arttığı zaman, demirin fiyatı da artacak. Çimentonun fiyatı artacak, akaryakıt fiyatlarından dolayı taşıma ücreti artacak, girdi maliyetleri artacak, Ocak ayında işçi maliyetleri artacak. Bunlar arttığı zaman ev inşaatının maliyetleri de artmaya başlayacak. Müteahhitler önce kar marjından taviz vermeye başlayacak. Yani eskisi kadar kazanamayacak. Dolayısıyla belki fiyatları dengede tutmak isteyecekler ama zaman içerisinde yetersiz talep nedeniyle elerindeki yeni konutları satamaz hale gelebilirler. Burada kritik bir nokta var. Eğer döviz kurları bu seviyede kalır veya daha da artarsa, yabancılar için Türkiye yeniden cazip hale gelecek. Diyelim ki evin fiyatı 450 bin  TL. Bu 450 bin TL’nin karşılığı Dolar 3 TL iken yabancılar için 150 bin Dolara geliyordu. Şimdi Dolar 3.5 TL olduğu zaman evin fiyatı yaklaşık 130 bin dolara düşecek. Dolayısıyla yabancılar için bu ucuzlamış olacak. Yabancılar için bu bir alım imkanı anlamına geliyor.

Bu süreç nereye kadar devam edecek?
Bir, Trump ayın 20’sinde oturacak söylediklerine hayata geçirip geçiremeyeceğini, yani Amerika'da yerleşik düzen mi baskın gelecek yoksa Trump gibi düzene farklı bakan birisi mi galip gelecek onun netleşmesi lazım.  İki, Türkiye'de döviz kurları(yüksek), faiz oranları(yüksek) ve borsada (düşük) hangi düzeyde denge sağlanacak, bu düzey yabancı yabancılar için Türkiye'nin tekrar cazip bir hale gelmesine imkan verecek mi, yoksa tersimi  olacak bunun netleşmesi lazım. Üç, Türkiye'de olağanüstü halin ne kadar devam edeceği, hukuk sistemindeki sorunların ne kadar zamanda çözüleceği gibi soruların yanıtlarının alınması gerekmektedir.

Mevcut sistemde Türkiye açısından bu söylediğiniz ortamın oluşması için gerekli enstrümanlar var mı? Şu an mevcut aktörler bu enstrümanların kullanılmasında başarılı olacak mı?
Burada referandum meselesi çok belirleyici. Türkiye bu referandumda Cumhur Başkanlığı sistemine geçebilmesi ve geçememesi durumuna göre farklı bir iklime yönelecek. Eğer parlamenter demokrasi ile devam edecek olursak parlamentonun ve hükümetin daha güçlü bir konuma gelmesi gerekiyor. Eğer bir başkanlık sistemi ile yola devam edeceksek o zaman başka bir şeyler olması gerekiyor. Ben bunu şu anda ön göremiyorum. Ama şunu tahmin ediyorum; bu referandumun yapılacağı ortam oluşur ve Mart, Nisan ayı gibi referandum yapılacak olursa ekonomideki belirsizlikler ve dalgalanmalar devam edebilir.

2017’DE YÜKSEK İŞSİZLİK AZ BÜYÜME
Başkanlık sistemi tartışmalarının gündemden kaldırılması veya  referandumun başka bir zamanda yapılması ne kadar etkili olacak?

İşin bir teknik kısmı, bir de siyasi kısmı var. Bu işin siyasi kısmı. Diyelim ki bunları en iyi şekilde yaptık, tartışmaların hepsi bitti. İş teknik kısmına dönecek. Yani arabanın kaportası boyası ile ilgili sorunu yoksa motora bakacağız. Motorda ekonominin kendisi. Ekonomide çok borçlu bir özel sektör, çok borçlu bir vatandaş  ve artacak işsizlik var. Artacak enflasyon var. Bu koşullarda biz önümüzdeki yılda talebin canlı olması, üretimin hızlı artması oldukça zor. Çünkü iç talebinin yeterice artması mümkün değil. Şu anda vatandaş gırtlağına kadar borçlu. Özel sektör dövizden dolayı kur zararı yaşıyor. Ülkede talep canlı değilse firmalar ihracata yönelir. Ama Avrupa'da  işler pek iyi değil, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ile ilişkilerimiz pek parlak değil. Kime daha çok ihracat yapacağız? İhracat rakamları giderek düşüyor .Eskiden kriz bizde olduğu zaman iç talep düşüyordu ama kur arttığı için ihracatı arttırıp iç talebi dengeliyorduk. Şimdi böyle bir ortam yok gibi. O zaman şu çıkacak karşımıza; ne kadar iyi gidersek gidelim 2017’nin ilk yarısında daha yüksek işsizlik, çok daha yavaş büyüme ile karşı karşıya kalacak gibiyiz. Yılın ikinci yarısını şu andan öngörebilmek çok güç. Vatandaşların kredi borcunu ödemekte zorlandığı günleri, karşılıksız çıkan çeklerin arttığını, işsizliliğin yükseldiğini görebiliriz.


LAFLA PEYNİR GEMİSİNİN YÜRÜYEMEYECEĞİ BİR DÖNEME GİRİYORUZ
Bu tabloyu tersine çevirmek için hükümet nasıl bir yol izlemeli?
Türkiye rekabetçi üretim yapmak zorunda. Teknolojik üretim yapmak zorunda. Bugünden yarına değil. Kısa vadede bu dalgalı ortamın geçiştirmek için yapılacaklar var. Orada mecburen faizler artırıldı. Daha sonra ülke ekonomisinin güçlü bir hale getirmemiz lazım. Burada da döneriz döneriz yine geliriz eğitim sistemine… Bu test ve ezberci eğitim sistemiyle hiç bir yere gidemeyiz. Temel bilimlerde fizikte, matematikte, kimyada, biyolojide, dünya çapında insanlar yetiştiremeden,  uzun vadeli bu gemi gitmez. Yani laf ile peynir gemisinin yürüyemeyeceği bir döneme giriyoruz.

Bu eğitim sistemi ve mevcut çalışmalarla rekabetçi üretim için bir fırsat olan Sanayi 4.0’ı yakalayabilecek miyiz?
Sanayi 4.0 çok önemli bir şey. Ama Sanayi 4.0’a bu halimizle, bu eğitim sistemi ile gidecek olursak Sanayi 4.0 ithal eden ülke oluruz.  Sistem yazılımcılarına, sistem programcılarına büyük paralar öderiz. Senin üretebilmen lazım. Bu yüzden de üniversitelerin niteliklerinin yükselmesi lazım. Sayın Cumhurbaşkanımız  söyledi,  ‘Bu ülkenin eğitim sistemini değiştirmemiz lazım’ dedi. Bu sistemi ne yönde nasıl değiştirilecek bilmiyorum ama olay sonuçta oraya çıkıyor. Türkiye'de artık hak etmeden tüketim olmamalı. At şişeyi dön köşeyi mantığı ile iş yapılmamalı. Bilim, öncelikli olmalı. Bilimin somut hali teknoloji, önde olacak. bunları yapamazsak cari açığı kapatamayız. Beton ekonomisi bitti. İnşaat yatırımları ile kalıcı yüksek büyüme daha fazla sağlanamaz. Türkiye'nin yeni baştan sanayileşmeye gerçekleştirilmesi lazım.

VATANDAŞ İHTİYAÇ İLE İSTEĞİ AYIRMAK ZORUNDA
Peki bu ortamda yaşananlara karşı vatandaşlar nasıl bir tutum içinde olmalı? Vatandaşa düşen nedir, nasıl önlemler almalı?

Vatandaş ihtiyaç ile isteği ayırmak zorunda. Türkiye'nin en büyük problemlerinden bir tanesi bu. Bir şeyi alırken bu ihtiyaç mı istek mi karar vermemiz lazım. Biz isteklere esir olduk, ihtiyaçlara değil.  Yeni bir telefon çıktığında hemen alıyorlar.  Sanki bütün özelliklerinin tamamını kullanıyorlar… Bizim gerçekten ihtiyaçlarımızı almamız lazım. Bizim en büyük problemlerinden bir tanesi tasarruf. Çin’de her 100 liranın yaklaşık 40 lirası tasarruf için ayrılıyor. Biz de bu oran yüzde 13’lerde.  Bu tasarruf oranları ile üretimdeki dönüşümü yapamayız. Cari açık demek tasarruf açığı demek. Yani ürettiğinden fazla tüketiyorsun demek. Bizim vatandaş olarak yapmamız gereken önce bir şeyi alırken ihtiyaç mı değil mi buna karar vermek.  Tasarruf etmek zorundayız. Bu tasarrufu yaparken gömüleme dediğimiz yöntemle yapmayacağız. Milyarlarca Dolarlık altınlar insanların kollarında bilezik olarak duruyor. Bir yandan senin 3 buçuk milyon işsizin var; bir yandan milyarlarca Doların yatıyor… Tasarruflar ekonomiye yeniden dönsün. Parayı evde tutuyorsan bu senin için tasarruf, ama ülke için değil.

EKONOMİYİ SİYASİ MANTIK İLE YÖNETMEYE KALKARSAN…
Fakat burada vatandaşın parasını evinde tutmasında bir etken var. Şu an vatandaş, ‘ben bir bankaya, işe yatırım yaptığım zaman kayyum atanmayacağının garantisi yok’ diyor. Vatandaş risk almak istemiyor.  Bu algı nasıl yok olacak?

Türkiye'de beklenen problemlerden birisi de bu. Biz kapitalist düzende yaşıyoruz. Kapitalizmin en temel ilkelerinden biri özel mülkiyettir. Bu özel mülkiyet hakkına müdahale edilirse, orta ve uzun vadede ilave sorunlarla karşılaşırsınız.

Türkiye'de bizim en çok ihtiyacımız olan şey reel yatırım ve üretim. Üretim yapmak için gelen yabancılara, fabrika kurmaya gelenlere ihtiyacımız var.  Böyle bir ortamda yabancılar yeterince gelmez. Bu FETÖ bağlantılı operasyonlarının bir an önce tamamlanıp bu şirketlerin sahip olduğu fabrikaların ekonomiye yeniden ve etkin olarak kazandırılması lazım.

Böyle bir durumda iş dünyasının tutumu nasıl olacak?
İş dünyası için yeni teşvikler, kredi faiz oranlarının düşmesi, bunlar doğru yöntemler. Ama tohum dünyanın en iyi tohumu olsun, elindeki toprak en verimli toprak olsun. Tohumu toprağa at, gereken iklim yoksa tohumun çimlenmez. Türkiye'nin iktisadi ve siyasi ikliminin değişmesi lazım. İklimin değişmesi için de anlayışın değişmesi lazım. Vatandaşa ‘döviz bozdur’ deme noktasına gelmeyecek güçlü bir döviz kazancının olması lazım. Sıcak para çıkışlarının sarsamayacağı bir ekonomik yapıya sahip olmak lazım. İşverenin böylesi zorlu küresel  ve ulusal konjonktürde yatırıma çok fazla yöneleceğine ihtimal vermiyorum. Gelecek belirsiz. Ucuz, kapanmak üzere olan firmalar belki el değiştirebilir. Ama bugünden geleceğe yönelik ister ucuz kredi verin, ister bedava arazi verin. Çok fazla yatırım sıçraması olacağını düşünmüyorum. Çoğu ekonomik birim "bekle gör" moduna girecek. 2017 senesinde yılın ilk altı ayıyla ikinci altı ayını ayrı ayrı değerlendirmek lazım. Bir çok değişken var. Şu anda verilen düşük faizli krediler önemli ama bunlar çarkları döndürmek için kullanılır. Yeni bir yatırım için kullanılması çok zor.



İEKK’YA BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR
İzmir’e gelecek olursak, ekonomide parlak olmayan bu süreçte İzmir’in aktörleri nasıl bir yol izlemeli? 

İzmir'in önemli bir şansı var. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu var. Belli aralıklarla bütün aktörler bir araya geliyor. Çok önemli. Türkiye'de pek olmayan bir şey. Bu aktörler bir araya geldiğinde mevcut durumu tanımlaması, daha sonra olası sorunların en az hasarlı atlatılması için kime ne görev düşüyorsa yapılması  lazım. Bu kurul içinde Ege Bölgesi sanayi Odası, İzmir Ticaret Odası, Esnaf Odaları Birliği, ziraat odası gibi birçok kurum var. Dünyada böyle zorlu bir ortam varken Ege'nin İzmir'in bundan etkilenmemesi mümkün değil. Düne kadar Türkiye’nin en büyük ihracat limanı İzmir'di.  İzmir dışarıya daha açık. Dolayısıyla dünyada yaşanacak olumsuz gelişmelerden İzmir'de etkilenecek.  Bu zararın en az şekilde anlatılması için bu kurulun ortak akıl ile fikir üretmesi faydalı olacaktır. Ayrıca İzmir ekonomisinin ne olup bittiğini; istihdam sayısında neler oluyor, turist sayısı nasıl gelişiyor, tarımsal üretimde durum nedir, ihracat rakamları nereye gidiyor bunları gözlemleyecek tüm tarafların katılımıyla önlemler alacak mekanizmalar üretilebilir. Belki Türkiye'ye de bu sistem bir örnek olabilir.

COĞRAFİ TEMELDEN ÇOK PROJE TEMELLİ SİSTEME GEÇMEMİZ LAZIM
İzmir'in en büyük şansı yabancı sermaye çekmek açısından daha avantajlı konumda olması. Dezavantajı ise teşvik sistemi. Artık bizim coğrafi temelden çok proje, ürün temelli sisteme geçmemiz lazım. Bir firma Türkiye'nin ithal ettiği bir ürünü içerde üretmek istiyorsa Bizim onu mutlaka teşvik etmemiz lazım. Nerede yapılırsa yapılsın. Bu yatırımın nerede yapıldığından önce yatırımın ne olduğunu belirlememiz lazım.

DÖVİZİN DURUMUNU YABANCILAR BELİRLEYECEK
Son olarak herkesin kafasında tek bir soru var. Dolar ne kadar olacak?

Doların geri gelmesi için dışarıdan kaynak girişinin olması lazım. Bunun olabilmesi için gereken iklim şu an yok gibi. Sanki kurların geri gelme ihtimali düşük, ileri gitme ihtimali daha yüksek gibi görüntü var. Şu anda spekülatif bir tahmin yapmak istemem ama dövizin ne olacağını daha çok yabancıların ne yapacağı belirleyecek. Biz büyük ihtimalle Nisan ayına kadar dalgalı bir süreç yaşayacağız. Umarım ekonomi yönetimi bu dalgalı dönemin ekonomik ve sosyal maliyetlerinin sınırlı ölçülerde kalmasını sağlayabilir.

 
Ege yenilenebilir enerji üssü olacak!
 
Para adres sormaz!
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
9 Aralık 2016 Cuma 09:14

Kısaca ayvayı yedik. Profesörün söylediği şu söz can damardan vurmuş. Biz ucuz döviz varken üretimle ilgili yatırım yapmadık. Har vurup harman savurmuşuz. Türkiye üretim yapamayan bir ülke. Kısaca fırsatlar uçmuş gitmiş.

Yorumu oyla      11      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Ege yenilenebilir enerji üssü olacak!
ENSİA’nın kurucu başkanı Hüseyin Vatansever, derneğin yol haritasını ve ...
Altın Kedi başlıyor...
Hanzade Ünuz, ‘Fark Yaratanlar’da 17.’si düzenlenecek Altın Kedi İzmir ...
İzmirli oluyor!
Hanzade Ünuz, ‘Fark Yaratanlar’da Türkerler Holding Yönetim Kurulu Başkanı ...
 
Bu kenti istemezükçüler mi bu hale getirdi?
Söz, Kültürparka Dokunma Grubu’nda… Gönül Soyoğul sordu, Reşat Kutucular yanıtladı...
Siyaset nöbet işidir!
Başkan Soyer yeni dönemin sinyallerini verdi. Soyer, Büyükşehir adaylığıyla ...
Aziz Bey ve CHP olmasaydı 'cart' diye yaptırılırdı!
Gönül Soyoğul sordu... Prof.Dr. İlhan Tekeli 'Yeni Kültürpark'ı anlattı...
 
Büyükşehir davası tam bir kumpastı!
Kocaoğlu’nun avukatı Demir, İzmir’i aylarca kilitleyen ÇETE’yi anlattı.
Hayat şimdi burada yaşanır
Hanzade Ünuz insanı sordu, psikolog – yazar Doğan Cüceloğlu gönül muradı ...
Tenis sokağa çıktı!
Hanzade Ünuz, Egeli Veteran Tenis Derneği Tenis Kulübü Başkanı Vefa Doğu ...
 
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Memleketin birinde insan manzaraları(!)
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Tükeniş!
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Kara kaplı defter!
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Nereden nereye?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Çanakkale artık barışın merkezidir!
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Daha önceleri nerelerdeydiniz?
Kemal ARI
Kemal ARI
'Cehennem savaşı'nda ne yediler ne içtiler?
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Bölgecilik, mezhepçilik ve inşaatçılık...
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Unutulmazlar...
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Boşanan aileler ve çocuklar
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva