Gönül Soyoğul
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil…
19 Ocak 2015 Pazartesi

Yazı yazmanın dayanılmaz hazzını tatmış/yaşamış kalem arkadaşlarımın da son dönemlerde en çok yazmaktan şikayet etmeleri gibi tuhaf bir durum var.
Çalakalem, her fırsat ve koşulda, sessiz bir odaya kapanmaya gerek duymadan -konsantrasyon düşmanı her ses/her istek arasında- içinden geçenleri, düşündüklerini rahatlıkla dile getirip her gün yazabilenlerde dahi bir isteksizlik, bir iştahsızlık, bir bıkkınlık…
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” ikilemi arasında gidip gelen ruhi debelenmeler…
Suya/buza yazıyorum hissi.
Duruma, ‘Öğrenilmiş çaresizliğin’ yazı insanlarını da vurması hali de diyebilirsiniz…
 
Yıl 1969. Berkeley Üniversitesi’nden Prof. John Watson, üç aylık bebekleri özel bir beşiğe yatırıyor. Başlarının altına sensörlü yastıklar koyuyor; önlerine de kendilerini rahatsız eden bir aparat asıyor. Bebekler kafalarını hareket ettirerek yastığa komut veriyor ve bu aparatı hareket ettirmeyi öğreniyor.
Başka bir grup bebeği de aynı beşiklere ama sensörsüz yastıklara yatırıyor ki, çocuklar ne yaparlarsa yapsın, aparatı hareket ettiremiyor.
Böylece birinci grupta ‘kontrol bende’ duygusu, ikinci grupta ise ‘ne yaparsam yapayım, durum değişmeyecek’ duygusu yaratıyor.
Daha sonra ikinci grubu sensörlü yastıklara yatırıyor Prof. Watson. Bu defa bebeklere aparatı kontrol etme şansı vermesine rağmen, birçoğu aparatı hareket ettirmeyi denemiyor. Yani bu bebekler çaresizliği öğreniyor!
Ve bütün bunlar, bir beşikte 15 dakikalık bir deneyle oluyor.
 
Bir toplum benzer bir muameleye ömrü boyunca maruz kalırsa ne olur?
Google Amca’ya soruyoruz, sıralıyor…
Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar önce tutkularını kaybederler. İstediğini elde etmenin kendi ellerinde olmadığını gören insanlar, kendi isteklerine karşı ilgisizleşirler. İsteyerek yaptıkları davranışlar azalır, mecburi oldukları için yaptıkları davranışlar artar.
Öğrenilmiş çaresizlik yaşayanların akılları ve düşünme yetenekleri de zayıflar. Bunun nedeni olaylar karşısında akıllarını kullanmanın sonucu değiştirmeyeceğine inanmalarından dolayı, sorunlarını çözmek için beyinlerini fazla kullanmamalarıdır.
Öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinde uzun süre yaşayan bir kişinin davranışları ile sonuçlar arasındaki bağlantıyı görme yeteneği zayıflar. Bu yüzden davranışlarının sonuçlarına karşı özensizleşirler. Bu kişiler kendi iradi seçimlerine değer vermezler. Müebbetten hapis yatanların kendilerine kader kurbanı demelerinin de, gazetelerde okuduğumuz incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerle işlenen cinayetlerin de nedeni ‘seçimlerinin sonuçlarını’ görememektir.
Öğrenilmiş çaresizlik durumunda yaşayanların duyguları da zayıflar. Uzun süre acı çeken, ondan kurtulmak için çaba­ladığı halde başaramayan insan, o acıyı kabullenir, onun­la yaşamayı öğrenir. Yaşama sevincini kaybeder.
Durumun özeti bu…
Susurluk’ta ‘karanlığa karşı 1 dakika’ deyip ülkeyi tava tencere sesleriyle çınlatanlar,
Hrant için ‘hepimiz Ermeniyiz’ diye sokakları/caddeleri dolduranlar,
Gezi’de ‘ehh, yetti! Bıktık dayatmalarınızdan’ deyip meydanlara koşanlar…
Zaman zaman durup birbirlerine ‘ne değişti/neyi değiştirebildik’ diye sorabiliyorlar. Yazı insanları da dahil buna.
8 yıl önce bugün öldürülen Hrant Dink’in ardından binlerce insanın bir yazı insanının hunharca katline karşı gösterdiği tepki ile hem acıyı, hem umudu yaşamış biri olarak…
Yargı utançları, pervasız manipülasyonla geçmiş 8 yıldan sonra, ortaya yargının gerektiği gibi çalışacağına dair kırıntıları okurken buluyorsam kendimi… Türkiye’nin bir hukuk devleti olabileceğine ilişkin inancım da tükenme noktasına doğru iniş yapıyor, yazı yazma isteğim, iştahım da elbet…
‘Boşa kürek çekmek’ deyiminin yerli yerine oturduğu zamanlarda insanın kendini her gün zindeliğe kurması, her gün mücadele azmiyle yenilemesi, her gün sular seller gibi çağıldayıp, bendi çiğneyip geçecek ruhta hissetmesi… Hakikaten çok zor.
Yenildikleri her maçtan sonra ‘iyi oynadık ama olmadı, önümüzdeki maçlara bakacağız artık’ diyen futbolculara benziyoruz bazen. Üstelik bizi motive edecek, umut vadeden doğru dürüst bir (antrenörümüz) muhalefetimiz de yok! Çaresizliğimizin boyutunu en çok artıran da sanki bu. Deniz Baykal’a bile İzmir’de ‘kurtarıcı’ gibi coşkulu davranılmasını başka nasıl izah ederiz ki?

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
ibrahim Yüncü 20 Ocak 2015 Salı 05:44

Boşa kürek çektiğinizi sanmayın! Tamam... Çektiğiniz kürek, karşı kıyıya ulaşmaya yetmeyebilir ancak bir kesim insanın " A bak ben de yalnız değilmişim" demesi çekilen küreğin boşa olmadığı anlamına gelir.

Yorumu oyla      13      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Bir portre Recai Acar...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Anneler Günü Münasebetiyle: Sütveren Meryem Ayazması
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Yatak odasında tartışma!
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bir başkadır Göztepe sevgisi
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Şampiyon Göztepe!
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Siyaset insanı bozuyor
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Sahipsiz kalan eski İzmir…
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Nepotizm hastalığı ve belediyecilik...
Ümit YALDIZ
Ümit YALDIZ
Erdoğan yalnız değil; Özgür Özel de istiyor!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
AVM krizinde kim kazandı?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva