Tayfun MARO
Görgüsüz ve doyumsuz kuşakların kötü mirası
25 Haziran 2015 Perşembe

Görgüsüzlük ve doyumsuzluk, gündelik hayatın akışını büyük ölçüde belirleyen ve bugün, kırklı, ellili, altmışlı yaşlarını sürmekte olan kuşakların ortak özelliğidir.
Seksenli yıllarda esmeye başlayan liberalizm rüzgârıyla havaya giren ve küreselleşen ekonominin kitlesel tüketim kültürünü benimseyen toplum; “hayat böyle güzel, tüket tüketebildiğin kadar” kafasını çok sevdi. Ülke ekonomisi üretimden uzaklaşırken, lüks tüketim neredeyse olağan ihtiyaca dönüştü. Kendisine havuzlu villaları, en pahalı markaları, en pahalı arabaları az gören, tüketim manyağı VİP’ler bu yıllarda ortaya çıktı. Bütün değerler markalaştı. Şehirler marka değeriyle anılır oldu. İnsan satıhlaştı. Önemli olmak, değerli olmanın önüne geçti.
 
 Önemlilerin yükselişi sonucu meydana gelen hasar, Aydınlanmanın iki yüzyıllık birikimini neredeyse yok etme noktasına geldi.
Yolunda gitmeyeni düzeltmek yerine her şeyi yerle bir eden islamcı kafaların iş başına gelmesi,  görgüsüzlüğün ve cehaletin yaygınlaşmasıyla mümkün oldu.
Sadece siyasette değil, hayatın her alanında bu haddini bilmez kifayetsizlerin borusu öttü. Toplum her türlü ucuzluğa teşne oldu. Adeta toplum elitinden intikam alındı. Gelenek oluşturmuş nitelikli okullardan yetişmiş olmak bir kusura dönüştü. Buna karşın, Avrupa veya ABD’de parayla diploma veren okullardan diploma alanlar itibar gördü.
Bilgisizliğinden aldığı güç ile adeta özgüven patlaması yaşayan vasatlar bütün köşeleri tuttu.
  
Elitine düşman, entelektüeliyle alay eden toplumda demokrasi olmaz. Ancak bunun ayırtına varamayan toplumda herkes kendince demokrat... Yolsuzluğu, hırsızlığı, hukuksuzluğu olağan karşılamak, kadını öldürmek, aşağılamak, kısa yoldan köşe dönmek, “ben yapıyorsam doğrudur kafasıyla” kuralsızlığı kural haline getirmek, bunların hepsi demokrasinin rutini oldu.
 
Köksüz ve eğitimsiz toplumlara özgü görgüsüzlüğün ve “en”lerde yaşama halinin toplumun bütün kesimlerinde yaygınlaştığı bir gerçek.
Her neye sahip olacaksa, en pahalı, en ünlü marka, en güzel, en iyi, en büyük, en lüks ve benzeri “en”lerde seçimlerini yapan, gösteri ve tüketimin parçası olmaktan öte hiçbir kaygı taşımayan yeni toplumun önemli insanı, dört işlem biliyorsa ve biraz da yırtıksa, yürüdü gitti…
 
Türkiye çok kolay diz çöktü. Bu kadar kolay savrulabilen bir toplumda, Osmanlı böbürlenmeleri veya Cumhuriyet’in fazilet olduğunu söylemek anlamsızdır.
 
Yüzde doksanı müslüman Türkiye tüketim cehennemine dönmüş bulunuyorsa; “israf haramdır” demek, ikiyüzlülüktür.
Türkiye, “komşusu açken” bırakın tok yatmaktan imtina etmeyi, en pahalı yiyecekleri masaya koymakla övünen insanların ülkesidir. Kimse kendini kandırmasın.
Cuma’ya gidebilirler, oruç tutabilirler, insani değerlerden dem vurabilirler ama vicdanları suskundur.
Kimse bu durumu, “onlar AKP’lidir” diyerek geçiştirmeye kalkışmasın, orta sınıf genel olarak bu durumdadır. Yani İslamcısıyla, laikiyle herkes bu cehennemin yollarına taş döşüyor.
 
Şark kurnazlığı ülkenin başındaki büyük sorun olmakla birlikte, görülüyor ki, kimse bu kurnazlığı üstüne alınmıyor. Erdoğan gibi tipik bir şark kurnazı dahi karşıtlarını şark kurnazlığıyla suçlayabiliyor.
Moderniteyi, Pozitivizmi ve Aydınlanmayı tek tanrılı dinlerden ayrı düşünmek mümkünmüş gibi, İslamcıların bu kavramların ortaya çıkardığı değerleri din karşıtı ilan etmesi, ancak şark kurnazlığıyla izah edilebilir.
İnancın siyasallaşmasına karşı olmak, hiçbir zaman inanca karşı olmakla aynı anlama gelmedi. Ne var ki islamcılar bu gerçeği zorlamaktan hiç vazgeçmediler.
Batı değerlerine karşı çıkarak iktidara geldiler. Ancak, çevreden merkeze gelip de iktidar nimetlerinden beslenme imkânı bulabilen mütedeyyinlerin moderniteyle hiç de sorunlu olmadıkları görüldü. Günlük yaşamlarında moda dergisinden çıkmış gibiler. Gösteriye çabuk ayak uydurdular.
 
Görgüsüzlüğün, doyumsuzluğun sağcılığı veya solculuğu, dindarlığı veya ilericiliği olmuyor. Hepsi de,
en yeni telefonları, en hızlı bilgisayarları, en büyük ekranlı televizyonları, son model arabaları, büyük ve lüks konutları, AVM’leri, gökdelenleri, duble yolları falan ilerleme ve gelişme olarak kabul ediyor; insani durumunda hiçbir ilerleme ve gelişme olmadığı halde…

Nihayetinde, herkesin aynı yöne koştuğu nafile bir koşudur bu; Nedense, her grup diğerini başka yöne gitmekle suçluyor…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Pâyidar… Son Balo…
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Kardiçalı'yı kurtarmak çok mu zor?
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Hayvancılıkta neden geriledik?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
İnsanlık durumu; vasat altı
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Hilafet Çalıştayı ve İslamcılık parantezi
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Toptan ve perakende anılar…
Rifat ÖZER
Rifat ÖZER
Bir portre Recai Acar...
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bir başkadır Göztepe sevgisi
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Şampiyon Göztepe!
Ümit YALDIZ
Ümit YALDIZ
Erdoğan yalnız değil; Özgür Özel de istiyor!
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva