Kabul etmek gerekir ki, 7 Haziran seçimlerinin flaş partisi HDP’ydi. Eş genel başkanı Demirtaş’ın ‘Cumhurbaşkanı adaylığından itibaren’ sürüklediği parti uzun süre söylem üstünlüğünü elinde bulundurdu. Ve pek azımızın tahmin ettiği bir oranla barajı aştı.
Tabi ki HDP’ye bu süreçte en büyük yardımı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Partililer yapmıştı.
Demirtaş’a laf yetiştirmeye çalışırken sürekli olarak ‘cevap hakkı’ doğurmuşlar, Demirtaş da o hakkını iyi kullanmıştı.
CHP ise seçim beyannamesiyle dikkat çekmiş, kısa süreli bir üstünlük kurmuş olsa da ilerleyen süreçte HDP’nin yani Selahattin Demirtaş’ın gölgesinde kalmaktan kurtulamamıştı.
Hatta tabanından HDP’ye ciddi bir oy kaçırdığı iddia edildi.
Aslında mesele sadece bu süreçle ilgili değildi.
Yani son 13 yılın ana muhalefeti olan CHP, uzun süre iç çekişmeleriyle meşgul olduğundan, ülkedeki muhalefet boşluğunu HDP’ye kaptırmıştı. Yani TBMM çatısı altında 130 CHP’linin çıkaramadığı gürültüyü dört yıl boyunca 30-35 HDP’li çıkarmıştı.
Bu da onları resmen değilse bile ‘fiilen’ ana muhalefet yapmaya yetiyordu. Son süreçte de Demirtaş’ın öne çıkışıyla HDP’nin ‘muhalefet’ algısı güçlenmiş oldu. HDP ile ‘seviyeli bir ilişki’ geliştiren CHP ise ‘TBMM’de 4 Parti’ olmasının avantajını görmüş olsa gerek ki, bu yükselişi izlemeyi hatta sessizce HDP’ye yol vermeyi tercih etti. Ve böylece 13 yıldır tek başına başaramadığı ‘tek parti dönemine son verme’ işinde HDP’den yardım almış oldu.
En azından görüntü böyleydi.
*
MHP’ye dair söylenecek çok fazla bir şey yok.
Çözüm sürecindeki duruşu üzerinden yakaladığı yukarı yönlü ivme Erdoğan’ın çözüm masasını devirip MHP ağzıyla sahaya inmesiyle azalmıştı. MHP 7 Haziran’ın savunmadaki partisiydi. Tabanını AK Parti’den koruma refleksiyle savunmaya geçen Bahçeli büyük bir ihtimalle aynı gerekçelerle 7 Haziran sonrasında da ‘hayırcı’ bir duruş sergileyecekti. Ki hala aynı noktada…
Bahçeli ‘Hayırcı duruşun partisi için hayırlı olduğunu’ düşünse de seçmeni ve teşkilatı aynı görüşte değil. O yüzdendir ki 1 Kasım’ın oy kaybeden partilerinden birinin MHP olması yüksek ihtimal görünüyor.
1 Kasım’ın oy kaybeden partilerinden birinin de HDP olması bekleniyordu. 7 Haziran’da elde ettiği ‘Türkiye Partisi olma’ şansını seçimin ardından hortlatayan/hortlatılan terör sürecindeki ‘eksik duruşuyla’ kaybeden HDP’nin Ankara’daki kanlı barış mitingi sonrası tabanında sahiplenme duygusunu güçlendirdiği varsayılıyor. Ve 1 Kasım’ı çok az kayıpla ama TBMM çatısı altında noktalaması bekleniyor.
AK Parti zaten savunmada…
7 Haziran’dan ders çıkardığı belli olan AK Parti, ‘fabrika ayarlarına dönme’ tartışmalarının ekseninde ‘2001 ruhunu’ arıyor.
Cumhurbaşkanının aktif siyaset sahnesinden biraz olsun uzak durması, seçim beyannamesindeki yenilikler ve milletvekili listelerindeki değişim 7 Haziran’dan alınan dersler olarak kayıtlara geçiyor.
Tabi ki dış politikadaki handikaplar, ekonomi hedeflerinin tutmaması, iç isyan ve kargaşa belirtileri, artan terör olayları 1 Kasım’a giderken hala ‘çözülmesi gereken sorunlar’ listesinin tepesinde…
Tüm bunlara rağmen AK Parti’nin şansı, siyaset bilimcilerin ve de araştırmacıların da sıklıkla vurgu yaptığı ‘granitleşmiş’ tabanı…
Bugün itibariyle yüzde 38’lik bir kesimin AK Parti’nin arkasında dimdik durduğunu, her türlü dış mesaja kapalı olduğunu savunanlar var. Ve bu oran ‘tek başına iktidar olma ihtimali olan parti’ sorusunda AK Parti’yi yüzde 85’le ilk sırada çıkarıyor.
CHP’ye dönersek…
7 Haziran öncesinde seçim beyannamesindeki ‘dar gelirlilere dönük’ vaatlerle dikkat çeken ama ‘oy alamayan’ CHP, seçimden sonraki ‘vakur’ duruşuyla da takdir topladı.
Çözümden yana tavrını 33 gün süren koalisyon görüşmelerinde de sürdüren Kılıçdaroğlu bu süreçte MHP liderine ‘başbakanlık’ teklifi götürüp HDP lideri Demirtaş’a ‘ortaklık önerisi’ götürecek kadar ileri gitti. Dahası bu duruşuyla mecliste grubu bulunan tüm partilerin tabanında sempati uyandırdı.
Bugün kabul etmek gerekir ki; Son sürecin en hatasız partisi CHP…
Gündem belirlemekle kalmıyor hem eylem hem de söylem üstünlüğünü uzun süredir elinde tutuyor Kılıçdaroğlu… Seçim beyannamesi vs… Ama uzağa gitmeden en basitini söyleyeyim.
Ankara’daki malum saldırının ardından alana eşiyle birlikte gidip karanfil bıraktı. Bir gün sonra Davutoğlu ve ardından Cumhurbaşkanı aynı fotoğrafı verdi.
Önceki yıllarda tam tersi olurdu. AK Parti gündemi belirler, CHP ve diğerleri çoğunlukla belirlenen gündemin peşine takılır, etrafında dönerdi.
Diğer yandan barışa, uzlaşıya ve de diyaloga en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, TBMM çatısı altındaki diğer üç partiyle konuşabilen tek parti CHP…
Başbakan’ın randevu vermediği HDP Eş Başkanı Demirtaş’tan randevu talebinde bulunan CHP…
Son süreçte ortaya çıkan yönetim boşluğunu doldurma konusunda en iddialı parti CHP…
İzmir’de milletvekillerinin valiyi ziyaretini bile bu kapsamda ele almak gerekiyor bence.
Uzun lafın kısası CHP iyi gidiyor.
Yakın geçmişte birbirini seven, birbiriyle dayanışan üç CHP’li bulmak için yoğun bir çaba sarf ederdiniz. CHP her kafadan bir sesin çıktığı, enerjisini içeride tüketen, bu nedenle rakiplerinin eleştirmeye bile gerek duymadığı bir parti görünümündeydi.
Şimdilerde ise o kakofoniden eser kalmadı.
Ve Kılıçdaroğlu’na en muhalif isimler bile hakkını teslim etmeye başladı.
Hatta rakipleri AK Partili, MHP’li ve HDP’li siyasetçiler bile ‘biraz şaşırsalar da’ CHP’deki pozitif değişimin altını çizerek Kılıçdaroğlu’nun hakkını teslim ediyorlar.
Son dönemde kendisi ve de partisi hakkındaki yargıları değiştirmeyi başaran, geniş bir kesimde sempati uyandıran Kılıçdaroğlu, partisinin halk nazarındaki güven endeksini yükseltmeye devam ediyor. Artık daha çok kişi ‘CHP ülkeyi yönetebilir’ diyor. Ve diğer liderlerin ciddi erozyon yaşadığı süreçte Kılıçdaroğlu, liderlik koltuğunu daha güçlü bir şekilde dolduruyor.
- Efendim, AK Parti o kadar yoruldu, yıprandı ki CHP bundan yararlanıyor vs…
Katılmıyorum bu düşünceye…
Tabi ki iktidarın yorgunluğu, yıpranmışlığı muhalefete yarar. Ama Kılıçdaroğlu son süreçte CHP’yi de değiştirmeyi başardı. Artık kısır gündemlerin etrafında zaman tüketmiyorlar. Değerler siyasetini bırakıp somut önerilerle sokak üstünlüğünü ele geçirdiler.
CHP bir nevi AK Parti’nin terk etme eğilimi gösterdiği ‘merkez parti’ imajını sahiplendi. Yani AK Parti’nin kaybettiği 2001 ruhunu sanıyorum Kılıçdaroğlu yakaladı.
Tüm bu olumlu gelişmelerin ne kadar oya dönüşeceği meselesine gelirsek;
Partilerin ‘granit gibi sert’ tabanlara sahip olduğu, sokağın kutuplaşmanın zirvesine çıktığı, seçmenin büyük ölçüde konsolide edildiği böylesine bir süreçte tüm bu çabalar ne kadar oya dönüşür bilemem. Ama 1 Kasım’ın en iyi çıkış yakalayan partisi olacağını söyleyebilirim.