Uyku, insanlık tarihinin en görkemli ritüeli... Yeme, içme ve nefes alma gibi biyolojik bir gereksinim olmanın çok ötesinde, insan ile evren arasındaki iletişimin en müstesna buluşma yeri.

Antik çağlarda uyku, tanrılarla temasın kapısıydı. Antik Mısır’da rüyalar, ilahi mesaj sayılır; rahipler, rüya görebilmek için özel tapınaklarda uyurdu. Antik Yunan’da Asklepion tapınakları, şifa bulmak isteyenlerin rüya terapisi” uyguladığı mekânlardı. Uyku hem bedensel dinlenme hem ruhsal arınmaydı.

Bugünün modern insanı ise uykuya hız ve verimlilik atfetse de dünyanın bazı köşelerinde, uyku hâlâ bir yaşam felsefesi, hatta zamanı kutsallaştırma biçimi olarak yaşanıyor.

İspanya: Güneşle uyuyup güneşle uyananların ülkesi ve “Siesta”

İspanyolca siesta kelimesi, Latince sexta hora yani “altıncı saatten” gelir. Roma döneminde altıncı saat, yani öğle vakti, dünyanın nefes aldığı andı. Güneşin zirvesinde olduğu, gölgelerin kısaldığı o vakitte, çiftçiler tarladan döner, dükkanlar kapanır, şehir sessizliğe bürünürdü.

Bu gelenek yüzyıllar içinde Akdeniz’in sıcak kalbinde olgunlaştı. Siesta, bugün sadece bir öğle uykusu değil; adeta hayatın ritmini yeniden kurma biçimi. İnsan, güneşin buyruğuna uyar; sıcağın hüküm sürdüğü anda geri çekilir hem bedenini hem ruhunu dinlendirir.

Siesta; insanın zamana teslim olduğu bir duraktır. Güneşin gökyüzünde en parlak olduğu o saatte, İspanya’nın taş sokakları sessizliğe bürünür. Pencereler kapanır, perdelerden sızan ışık altın bir toz gibi dans eder. Bir kedi gölgede uzanır, bir anda şehir yavaşlar, hayat derin bir sessizlikle nefes alır.

Siesta, modern dünyanın unuttuğu bir inceliği hatırlatır: “Biraz dur. Her şeyin bu kadar acele etmesi gerekmiyor.” Bu birkaç saatlik uyku, aslında doğaya teslimiyetin de ifadesidir. İnsan, güneşe saygı duyarak yaşamayı öğrenmelidir, değil mi?

Siesta, aslında bir uyku değil, bir direniştir; zamana, aceleye ve üretim çılgınlığına karşı bir başkaldırıdır. Bu başkaldırının içinde, insanın kendiyle barıştığı bir huzur gizlidir sanki; “Biraz uzaklaşmak istiyorum duygusuyla, gözlerini kapatırken, insanın hayaller kurmasına ya da rüyalar görmesine fırsat sağlayan dinginlik mesela…” Çok mu zor?

Ne var ki günümüzde Siesta geleneği İspanya’da eskisi gibi yaygın değil; şehirlerde ve genç nesiller arasında giderek azalmış durumda. Köylerde ya da küçük şehirlerde, özellikle Akdeniz ikliminin hâkim olduğu güney bölgelerinde (örneğin Andalusia), öğle sonrası sıcak saatlerde dükkanların kapanıp kısa bir ara verilmesi hâlâ gözleniyor. Geleneksel olarak mola saatleri yaklaşık 14.00 – 17.00 arasında veriliyor. Büyük şehirlerde (örneğin Madrid ve Barcelona) ve modern iş dünyasında ise Siesta yerine kısa öğle molaları ya da iki‐yarım gün çalışma düzenleri yaygın. Araştırmalara göre, İspanya’da yetişkinlerin büyük çoğunluğu günlük “uzun Siesta” yapmıyor.

Japonya: Uyanıkken uyuyanlar ülkesi ve “Inemuri”

Japonlar için uyku, kaçış değil, topluma sadakatin bir göstergesi gibi. Inemuri, kelime anlamıyla “orada uyumak ama bir yandan da var olmak” demek. Tokyo metrosunda başını eğip birkaç dakika kestiren memur, aslında görevinden kaçmıyordur; aksine, “çalıştım, yoruldum, elimden geleni yaptım” mesajını veriyordur... Bu anlayış, Japonların kolektif bilinç yapısını yansıtır: Uyku bile disipline edilmiştir!

Japonya’da uyku bireysel özgürlük değil, sorumluluktan kaynaklanan yorgunluğun molasıdır adeta. Belki de bu yüzden Japonya, dünyanın en çok çalışan ve en az uyuyan ülkelerinden biridir. Yine de inemuri, bir yandan da varlığını sürdürme direnci olarak okunabilir; her şeye rağmen gözlerini kapatıp birkaç dakikalığına bile olsa kendi iç âlemine dönmek, biraz kendine kaçıştır zira…

İzlanda: Uykunun denge sanatı olduğu yer

İzlanda’da uyku, yalnızca biyolojik bir eylem değil; ışıkla yapılan kadim bir uzlaşmadır. Yılın yarısında güneşin batmayı unuttuğu, diğer yarısında ise neredeyse hiç doğmadığı bu kuzey ülkesinde, insan, doğanın ritmine değil, doğayla birlikte akan bir iç dengeye uymayı öğrenmiştir.

Uyku, burada bir alışkanlıktan ziyade, varoluşsal bir denge sanatıdır. İzlandalılar için karanlık, bir düşman değil; iç dünyayı derinleştiren bir dosttur. Uzun kış geceleri, insanı sessizliğe, düşünceye, içe dönüşe davet eder. Bu sükûnette uyumak, doğayla yapılan sessiz bir diyalog gibidir. Yaz aylarında ise, güneşin 24 saat gökyüzünden inmeyişi, uyku kavramını yeniden tanımlar: Göz kapakları kapanır ama zihin hâlâ aydınlıktadır. Böylece uyku, ışığın içinde karanlık yaratma yeteneğine dönüşür…

Bu yüzden İzlanda’da uyku, bir teslimiyet değil, bir yaratım eylemidir. Uyku burada hem doğanın hem insanın ontolojik sınırlarını aşma çabasıdır. Rüya ile uyanıklık arasındaki çizgi erir; bilinç, geceyle gündüzün kavşağında durur. Belki de bu yüzden İzlanda, yalnız coğrafi olarak değil, ruhsal anlamda da dünyanın kutup noktalarından biridir.

Arap dünyası: Uykunun rüyalarla getirdiği ilahi mesajlar

Arap dünyasında rüyalar, yüzyıllar boyunca tanrısal rehberliğin dili olmuştur. Kur’an’da Yusuf Peygamber’in rüya yorumları, İslam dünyasında bir “rüya okuma geleneği” başlatmıştır. Tasavvuf geleneğinde rüyalar, kalp gözüyle görülen hakikatlerdir. Uyku, “dünyadan geçici olarak çekilmek”, rüya ise “ilahi sırların fısıltısıdır.

Örneğin, Fas’ta bazı köylerde hâlâ, uykuda rüyayla gelen mesajlara göre karar alınır. Evlenme, yola çıkma, hatta tarla ekme vakti bile bazen bir rüyanın yönlendirmesiyle belirlenir. Bu kültürlerde rüya, bir iletişim biçimidir, insanla görünmeyen âlem arasında sessiz bir mektup.

Anadolu’da meleklerin korumasındaki uyku

Anadolu’da “uyku da bir nimettir” derler. Bizde uyku hem bedenin hem ruhun sığınağıdır. Anadolu köylerinde çocuklar uykuya yatırılırken hep aynı dua fısıldanır: “Rüyanda melekler seni korusun.”

Bizde rüyalar, sadece bilinçaltı değil, kaderin işaretleridir. Rüya tabirleri kitapları hâlâ en çok satılanlardandır. Ama rüya görmek kadar rüyayı yorumlamak da bir sanattır. Babaannem “rüyada diş düşmesi ölüm haberi” derdi, ama belki de o, bir dönüşümün simgesini sezmişti:
“Bir şey ölüyor, bir şey doğuyor.”

Mevlevîlikte uyku, “benliğin yumuşaması” olarak görülür; kalp ne kadar safsa, rüya o kadar berraktır. Uyku, ibadetin bir biçimi gibidir, çünkü insan, uykuda bile kendi varoluşunun aynasına bakar.

Uyku: İnsanlığın ortak dili

Dünya üzerinde milyarlarca insan aynı anda uyur, ama her kültür o uykuya farklı bir anlam verir. Bir yerde uyku “başarıya verilen mola iken” bir yerde “ruhun seferidir”. Modern zamanlar bizden uykuyu çaldı. Oysa modern dünyanın gürültüsünden uzaklaşabilmek için en çok ihtiyacımız olan şey sağlıklı bir uyku…

Ayrıca derler ki; rüyalar, kolektif bilinçaltımızın haritalarıdır, bizi birbirimize görünmez yollarla bağlayan, ortak insanlık deneyiminin dili. “Dünya belki de hâlâ rüya görebildiğimiz için dönüyordur.” Bu yüzden, siz siz olun, her fiziksel ve ruhsal yorgunluğunuzda sağlam bir uyku çekin…