CHP, genel merkezi ve tüm örgütleriyle 39. Olağan Kurultayı’na hazırlanırken 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir videosu yayınlandı ve siyasal gündemde bomba etkisi yarattı. Kılıçdaroğlu bu videoda asabi bir görüntüyle, İstanbul C. Savcısının yayınladığı İddianamede adı geçen partililerin ve elbette İBB Ekrem İmamoğlu’nun arınması gerektiğini söylüyordu. Oysa adından da anlaşılacağı gibi söz konusu belge “İddianame” idi. Kimin suçlu olup olmadığı yargılama ve hüküm kesinleştiğinde ortaya çıkacaktı. “Masumiyet” ve “Lekelenmeme hakkı” evrensel ilkeleri bunun için konulmuşlardı. Eski Genel Başkan ayrıca CHP’nin terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’la görüşmek için İmralı Adası’na gidecek TBMM heyetine CHP’nin katılmamasını eleştiriyor, partinin sürece öncülük yapmasını, gerektiğinde risk almasını istiyor, bunu “Tarihin doğru yerinde durmak” olarak tanımlıyordu.
Tarihin doğru yerinde durmak! Bu çok önemli bir kavramdır ve tarihe geçecek olayların dönüm noktalarında ortaya çıkar. Bazen bunalım dönemlerinde, bazen siyasal davalarda, bazen parlamentodaki oylamalarda, bazen de toplumun yazgısının belirlendiği ortamlarda görülür. Politikacı, yargıç, avukat, gazeteci, akademisyen bazen de sıradan yurttaşlar bu sınava girerler. Eylemleriyle, oylarıyla, kullandıkları yetkileriyle tarihin doğru veya tam aksine yanlış yerinde dururlar. İlerdeki zaman diliminde bu duruşu tarih yargılar ve kararını verir. Bu kararın istinafı da temyizi de yoktur!
Yanlışları ve doğrularıyla uzun siyasal yaşamımda tam iki kez bu durumla karşılaştım. Türkiye Barış Derneği davasında yargılanan aydınlar 12 Eylül faşizmine direnmişler, bedel ödemişler ama teslim olmamışlardı. İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki dava sona ermek üzereydi. Duruşma yargıcı Atilla Ülkü sanıklara son sözlerini soruyordu. Sıra bana gelincemahkeme tutanağına geçen tek cümlemi söylemiştim: “Vereceğiniz kararın tarihin kararıyla çelişmemesini diliyorum!” Yıllar sonra 2004 yılında TBMM’de AKP Hükümeti’nin getirdiği “1 Mart Tezkeresi” görüşülüyordu. CHP Gurubu olarak karşı çıkıyorduk. Kürsüdeki konuşmamın son cümlesi de tüm üyelere yönelikti: “Vereceğiniz kararın tarihin kararıyla çelişmemesini diliyorum!” Çok şükür, iki olayda da tarihin doğru yerinde olduğumu gördüm.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun uzun süren CHP Genel Başkanlığı dönemine tüm kamuoyu tanık oldu. Kendisi görevi gereği tarihin doğru veya yanlış tarafında olmak tercihleriyle sık sık karşılaştı. Birkaç çarpıcı örnek vermek istiyorum. 2004 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ülkemizin yazgısını belirleyecekti. Toplumun gözü CHP’nin göstereceği adaydaydı. Anketlerde ve CHP örgütlerinde öne çıkan tek kişi, bozkırın ortasında bir üniversite ve örnek bir kent yaratan Prof. Yılmaz Büyükerşen Hocamızdaydı. Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla tüm CHP’li Belediye Başkanları Eskişehir’de toplandı. Genel Başkanın Büyükerşen Hocaya adaylık sözü verdiği anlaşılıyordu. Toplantıda bu yolda bir açıklama yapılması gerekirken CHP Genel Başkanı başka konulara değinmeyi yeğlemişti. Ertesi gün MHP ile çatı adayımızın Ekmeleddin İhsanoğlu olduğu açıklandı ve tam bir hayal kırıklığı yarattı. Yenilgi kaçınılmazdı! Büyükerşen Hoca aday olsa kazanma şansı vardı. AKP ve Erdoğan yenilecek, ulusun yazgısı değişecekti. Bugün Kılıçdaroğlu ne derse desin o gün tarihin yanlış yerinde durmuştu!
16 Nisan 2017 günü ülkemizde halkoylaması yapılıyordu. Sözcüğün tam anlamıyla ulusun geleceği belirlenecek, sonuçlara göre rejim değişecekti! Bir yıl önce AKP’nin önerisiyle Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçme Kütükleri Hakkındaki Kanuna bir madde eklenmişti. 98. Maddeye göre seçmenlerin kullanacağı mühürsüz oy pusulalarıyla zarflar geçersizdi. Sandıkların kapanmasına iki saat kala ve oy verme işlemi devam ederken Yüksek Seçim Kurulunun bir kararı açıklandı. Buna göre kullanılan mühürsüz oylarla zarflar geçerliydi. Yani Yüksek Seçim Kurulu TBMM’nin yasa çıkarma hakkını gasp ederek ve kendisini kanun koyucunun yerine koyarak 98. Maddeyi yok saymıştı. Ülkedeki tarafsız hukukçular bu kararın “Tam kanunsuzluk” olduğunu söylüyorlardı. CHP Genel Başkanı ve Merkezi yapılan referandumu yasa dışı ilan ederek tanımayacağını açıklar ve halkı bu kararı kınamaya çağırabilirdi. Oysa sıradan bir demeçle olay geçiştirildi. Daha da ötesi genel merkezden örgütlere gönderilen SMS mesajıyla karara itiraz edilmemesi istendi. Recep Tayyip Erdoğan’ı tek adamlığa götüren yol böylece açılmış oldu. Erdoğan’ın deyimiyle “Atı alan Üsküdar’ı geçmişti!” Yine tarihin yanlış yerinde bir duruş sergilenmişti.
14 ve 28 Mayıs 2003 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise baştan aşağı yanlışlar silsilesiydi. Altılı masa macerası… Anketlere göre İmamoğlu veya Mansur Yavaş’tan birinin adaylığı CHP’ni kesin başarıya götürüyordu. Ama adaylıkta dayatan Kılıçdaroğlu buna izin ermiyordu. 14 Mayıs yenilgisi bile 28 Mayıs’a uzanan hatalar zincirini önleyememişti! Hele hiçbir yetkili organın haberi olmadan Zafer partisi Genel Başkanıyla imzalanan protokol tam bir skandaldı. Bu yazılı belgeye göre, CHP’nin Anayasanın ilk dört maddesine dokunmayacağına dair güvence vermesi partinin temel ilkelerine inançsızlığın ve onları hiçe saymanın örneğiydi. Adaylık rüşveti olarak sonradan nankörlük edecek partilere CHP örgütünün hakkı olan milletvekilliğini çikolata dağıtır gibi dağıtmak tarihin yanlış yerinde durmanın somut örneğiydi. Bu duruş nedeniyle ülkenin bir beş yılı daha heba olup gitmişti!
Örnekleri çoğaltmak olası. “Anayasaya aykırı olsa da ben tüm milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması için oy kullanacağım” demenin tarihteki yeresi neresidir? Bu karar sonucu bugün ağıtlar düzdüğünüz Demirtaş tam on yıldır demir parmaklıklar arkasında!
CNN kanalına çıktığı için koskoca İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal yasağı deldiği gerekçesiyle partiden çıkarılmıştı! Davet edildiği Kurultay’a gitmek yerine AKP medyasının amiral gemisi Sabah Gazetesine tam sayfa demeç vermenin tarihteki yeri ne olacak acaba?
Son sözüm de 14 ve 28 Mayıs 2003 kahramanlarına… Televizyon ekranında boy gösterenler… Akademisyen, gazeteci kimliğiyle ortada dolaşanlar ve CHP içindeki en güçlü hizip ŞZD (Şimdi Zamanı Değil) mensupları… “Bu işte bir yanlışlık var”, “Bu adayla seçim kazanılmaz” diyenleri, iyi niyetle yol gösterenleri saraya hizmet etmekle suçlayanlar… Yılmaz Özdil’i işten attıran, Muharrem İnce’yi adaylıktan çekilmeye mecbur edenler… Kemal Kılıçdaroğlu’nu her eleştirene hain damgası vuranlar… Şimdi hangi hakla ve utanma duygusuyla onu linç ediyorsunuz? Onu parti içinde tek adam konumuna sizler getirmediniz mi? Gariban bir emekli memur tipinden, Gandi’den biz demeyi unutan hep ben diyen kibirli bir tipe siz dönüştürmediniz mi?
Tarih sayfalarına ne diyeyim bilmiyorum ama en azından dalkavuk, eyyamcı, oportünist olarak geçeceğiniz kesindir!