Eskilerin dediği gibi...

“Babadan kral sanayici”...

İleri yaşların tadını...

O da ben de “sabah / akşam” çalışarak “çıkarıyoruz” desek de...

Asıl lezzet...

Ayakta durabilmenin(!)

Dayanılmaz hazzını yaşamak daha da güzel bu Cennet İzmir’de...

Kimileri için...

Bu kadim şehirde...

Baba gölgesi altında “serinlemek” ne kadar keyifli ise...

Üretmek... Kazanmak... Takdir edilmek...

Özellikle gençler arasında “görünmeyen” bir yarış değil mi?

*

Ender Yorgancılar ile...

Aynı sınıftan olmasak da aynı lisedeniz...

Kolejde basketbol potalarının yıldızı...

Bugün...

Bu güzel memlekette...

“Sanayiyi ve politikayı”...

İçten, samimi ve çekinmeden konuştuğu içindir ki...

Akil kimliği ile...

Ankara ve İstanbul da O’nu dinliyor...

Tanıdığınız...

Konuştuğunuz...

“Bir bilen” kimliği ile...

Dört dönemdir (16 yıl)...

Bugün için “72 yaşındaki” Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın...

Yönetim Kurulu Başkanı...

Aynı kentte yaşıyoruz ama...

Sohbet için buluşmak bugünlere kısmetmiş...

Başlıyoruz...

*

M. KARABEL: Sayın Başkan; ekmeğinizi kazanmaya başladığınız sırada kaç yaşındaydınız?

E. YORGANCILAR: Ben, İZELTAŞ’tan önce cam sektöründe çok çalıştım... 1974 yılının Eylül ayında Türkiye Şişecam Fabrikaları’nın bayiliğini almıştık... İş hayatına böyle atıldım... Pencerelerde kullanılan camın toptan satışını yapıyordum... Rahmetli babam İZELTAŞ’ın başındaydı...

M. KARABEL: Rahmetli babanız yanında olmanızı istemedi mi?

E. YORGANCILAR: İstemedi demeyelim... Kardeşlerimle birlikte kendi başımıza ayakta durabilmemizi daha uygun gördü ki, daha doğruydu...

M. KARABEL: Buna sonradan mı karar verdiniz? Çünkü her baba evladını dizinin dibinde görmek ister...

E. YORGANCILAR: (Gülümseyerek...) Benim babam farklı düşünen bir işadamıydı...

M.KARABEL: İlk paranızı nasıl kazandınız?

E. YORGANCILAR: Türk Koleji’nde basketbol oynuyordum. Hali vakti daha yerinde olan arkadaşlarım “Converse” ayakkabı giyerdi. O dönemde Amerikan malı olduğu için bulmak da çok zordu... Ya yurtdışından gelecekti ya da Amerikan pazarından bulabiliyordunuz... Onun için de dolar vermek lazım ama dolar vermek yasak... Babam züccaciye işi de yaptığı için ben de her gün iki koli çay bardağı alır, Kemeraltı girişinde satardım... Kolinin ana parasını babama verir, üstünü de ben alırdım... Hayatımda kazandığım ilk para o’dur...

M.KARABEL: Rahmetli babanız (Ne gerek var?) demez miydi?

E.YORGANCILAR: Hayır; hatta zorlardı... Satıp, satamayacağımı görmek isterdi ama mal satmak ve mal almak benim genimde var... Bir mal alıp, satmak; insanın geninde olan bir şey... Herkesin farklı özelliği var... Ticaret benim içime işlemiş bi’kere...

M.KARABEL: Tabii; bu parayı sevmekle de eşdeğer bir olay…

E. YORGANCILAR: Parayı hiç sevmedim... Para bir araç... Benim için hiçbir zaman amaç olmadı... Parayı lazım olduğu kadar kullanırsın. Geri kalanı sana fayda getirmez...

M.KARABEL: Sanıyorum, okuldaki arkadaşlarınız sizin yaptığınız gibi cam bardak satmıyordu…

E.YORGANCILAR: Bunu bilemem... Yaptı ya da yapmadı demem doğru değil... Ben küçük yaşta iş hayatına atıldım. Bir yaz döneminde, Türk Koleji’nde okuduğum sıralarda İzmir’de Akdeniz Oyunları yapılmıştı... O dönemde kapalı tribünün bir bölümünün tuvaletindeki inşaat pisliğini temizledim. Elimizde keski, çekiç ile inşaatlardan kalan harçlar ve beton artıklarını temizleyip, el arabalarıyla atıyorduk. Sonrasında lisan bildiğim için de açılışta teşrifatçılık yaptım. O dönemde Euro yok. Oraya gelen ziyaretçilerden bazıları Mark, Liret, Drahmi ve Şilin gibi farklı para birimleri verdiler. Bir sürü bozuk param olmuştu. Hepsini Merkez Bankası’na götürüp, Türk Lirası’na çevirmiştim...

M.KARABEL: Rahmetli babanız buna karşı çıkmadı değil mi?

E.YORGANCILAR: Babam her zaman çalışmakla ilgili destek olup, yön gösterdi...

M.KARABEL: Benim çok sevdiğim küçük bir hikaye var. Sizin babanız ile birlikte çalıştığınız süreçte satış yapmak için Ege turuna çıktığınızda otel parası vermemek için arabada uyuduğunuz söyleniyor... Doğru mudur?

E.YORGANCILAR: Otel parası vermediğim zamanda oldu ama o dönemde kalabilecek temiz otelde yoktu... Sene 1974, ben İzmir’den çıkıp, ilçe ilçe geziyordum... Bir hafta buradan çıkıp, Edremit’e kadar sonrasında ise Çanakkale’ye kadar gidiyordum... Ertesi hafta Kuşadası üzerinden İncirliova, Germencik, Köşk, Nazilli, Atça ve Buharkent’e kadar giderdim... Ondan sonra Söke, Milas, Bodrum’dan çıkıp; Yatağan, Marmaris, Ortaca, Dalaman, Köyceğiz ve Fethiye’ye kadar hatta Banaz’a kadar giderdim... O bölgelerde ilçe ilçe müşterilerimizi ziyaret ederdim...

M.KARABEL: Babanız ilk önce kanatlarının altına alıp, sonrasında sizi tek başınıza bırakmayı mı düşünüyordu?

E.YORGANCILAR: Babam, bizi en baştan bıraktı. Denizde boğulmamamız için uzaktan kumanda eder ve izlerdi. İşin güzel tarafı da buydu. Biz eğer başarılı olduysak belki de altındaki sebep budur...

M.KARABEL: Gençliğinizde mutlu ve mesut muydunuz?

E.YORGANCILAR: Çoook... Hayatımda en mutlu olduğum şey çalışmak...

M.KARABEL: Harçlık daa az galiba…

E.YORGANCILAR: Parayla benim işim olmadı... Cebinde ne varsa onu kullanırsın... Borçlanarak yaşayan bir insan olmadım. Yaşamımı planlarken, standartlarımı kimseyle karşılaştırmadım. Ben imkanım kadar harcamayı sevdim. Hiç kimsenin ne yaptığı beni ilgilendirmedi...

M.KARABEL: O zaman hayatınızda zenginlik gibi özlem duyulacak bir mevhum yok…

E.YORGANCILAR: Özlem duyulacak değil çalışarak ulaşacak hedeflerim var. İkisi farklıdır... Çalışıp, kazanarak istediğine ulaşmak en güzelidir...

M.KARABEL: Yakınlarınıza da tavsiyeniz bu mu?

E.YORGANCILAR: Yakınlarıma da tavsiyem hep bu olmuştur. Oğluma da bunu söyledim. Yoksa, piyangodan bir kere para çıkar ve sahip olmadığın her şeye sahip olursun. Ama sahip olduklarının hepsini bir sene içerisinde kaybedersin...

M.KARABEL: Sayın Başkanım, Ege Bölgesi Sanayi Odası son derece güçlü bir kuruluş. Başlangıcından itibaren sendelememiş. Üstelik, başladığı gibi yürüyor ama Türkiye’nin ışıldayan yıllarında EBSO üzerine düşen her şeyi yapabilmiş mi?

E.YORGANCILAR: EBSO 1950’li yıllarda kuruldu ve ilk kurulduğunda bölge odası olarak faaliyet gösteriyordu. Zaman içerisinde diğer il ve ilçelerimizdeki odaların kurulmasıyla, Aydın, Manisa, Denizli ve Muğla illeri bizden ayrıldı. Bir ilde bin sanayici olduğu zaman oda kurulabiliyor... Tabii bugün oda kurmak belirli sorumluluklar istiyor. O ilin sanayi ile ilgili vizyonunu, geleceğini, stratejisini planlamak gerekiyor. Ege Bölgesi Sanayi Odası kurulduğu günden beridir, benden önceki bütün başkanlarım döneminde de üzerine koyarak, bir standartta, sanayi odasının kimliğini, misyonunu, vizyonunu, bulunma sebeplerini, gerçekleri ortaya koyan bir çalışma anlayışı içerinde görev yaptılar. Odamız, geçmişten günümüze kadar bakıldığında hep bir yükseliş trendi içerisindedir. Ama 5174 sayılı kanunda, sizin neler yapıp, yapamayacağınız çok açık şekilde belirtilmiştir. Odaya bağlı olan üyelerinizin konularını, doğru şekilde, doğru kişilere anlatmak, esas sorumluluğumuzdur. Biz kanun ve yönetmelik çıkaramayız ama 6 bin üyemizin konularını, doğru bir şekilde ilgili bakanlara ya da üst kurulumuz Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne iletip, bunların çözümü ile ilgili destek oluyoruz... Bunun dışında; projeler yapıp, hizmet kalitesini artırmaya çabalıyoruz. Sadece EBSO için değil tüm Türkiye’deki sanayi, ticaret odaları ve borsalar ne yapıyor diye soruluyor. Yaptıklarını anladıkları zaman o kadar büyük hizmet ve fayda sağlandığını görüyorlar... EBSO olarak bugüne kadar 20’den fazla organize sanayi bölgesi kurduk. Organize sanayi bölgelerinin avantajı ise kayıt dışı istihdam ve kayıt dışı ekonominin en kolay kontrol altına alınacağı bölgelerdir... Sektörel bazlı OSB’ler kurduk. Örnek vermek gerekirse; Menemen’de plastik organize sanayi bölgesi kurduk... Aliağa’da 10 milyon metrekareden Kimya OSB ve Demir Çelik OSB ile ilgili önemli büyük yatırım var. Dikili’de tarıma dayalı organize sanayi bölgesi kurduk. Kınık’ta yine tarımla, Bayındır da ise çiçekçilik ile ilgili OSB kurduk. Benim başkan olduğum dönemde üç önemli OSB’mizin sıkıntıları vardı. Tire ve Aliağa OSB’mizin mali açıdan, Kemalpaşa OSB’mizin mahkeme sürecinden kaynaklı bir açılıp, bir kapanma gibi sorunları vardı... Biz bunların hepsini Yönetim Kurulundaki arkadaşlarım ve Meclisimizin desteğiyle birlikte, üç OSB’mizde parmakla gösterilecek, İzmir’in başarılı OSB’leri haline geldi.

İkincisi hizmet kalitesinin çıtasını yukarıya doğru çıkardık. Biz KALDER tarafından aynı yıl iki defa hem yerelde hem de ulusalda Türkiye’nin en kaliteli odası seçildi. Asya-Pasifik Ticaret ve Sanayi Odaları Konfederasyonu tarafından Asya-Pasifik Bölgesinin en iyi odası seçildik. Çevre ödülleri aldık. Hem şahsıma hem de odamıza birçok ödül verildi. Bunların hiç biri durduk yere olmuyor... Zaten biz ödül beklentisiyle bunları yapmıyoruz. Tek beklediğimiz bir teşekkür. Odalarda çalışan başkanlar, yönetim kurulu üyeleri ve meclis üyeleri tek bir kuruş para almıyor, tek beklentileri teşekkür... Tabii ki, eleştiriler ve farklı düşüncelerin olması son derece doğal ama sonunda teşekkür edildiğinde bütün yorgunluk geçiyor...

M.KARABEL: Bu kadar iştah ile anlattığınız EBSO’yu neden bırakmak istediniz?

E.YORGANCILAR: Ben dört dönemdir Başkanlık yapıyorum. Bir dönem de Meclis Başkanlığı yaptım. İlk Yönetim Kurulu seçimimde, benimle beraber üç aday arkadaşımız vardı. Meclis üyelerimiz beni uygun gördüler ve Başkan oldum. Ondan sonraki üç seçimde rakip çıkmadı. Türkiye’nin 365 oda ve borsası var ve hiçbir odada olmayan üç dönem üst üste aynı başkan rakibi olmadan seçime giriyor... Bu da görülmemiş bir şey. Ben üç dönemdir de TOBB’da Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başkan Yardımcılığı yapıyorum. Ama her şeyin bir başlangıcının olduğu gibi sonunun da olması gerektiğini düşünüyorum... Geçen dönem çok sevdiğim kardeşim Mahmut, çok sevdiğim kardeşim Işınsu ve Rifat Bey çok ısrar etti. Onların hatırı için bir dönem daha seçime girdim.

M.KARABEL: Ya, bundan sonrası…

E.YORGANCILAR: Daha seçimlere bir yıl var. Bugünden birtakım şeyleri söylemek mevcut yönetim açısından da doğru değil...

M.KARABEL: Ama efsaneleşmek de çok güzel…

E.YORGANCILAR: Bunca sene bir şeyleri efsane olmak için değil, arkasında iyi eserler bırakmış denilip, teşekkür edilmesi benim için en büyük efsanedir. Teşekkür duymak, diğer kelimelerin hepsinin önüne geçiyor...

M.KARABEL: Bir sanayici gözüyle AK Parti Hükümeti neyi eksik yapıyor da bu kadar eleştiri alıyor?

E.YORGANCILAR: Buna AK Parti veya başka bir parti diye bakmak doğru değil...

M.KARABEL: Ben direkt sanayi bazında söylemedim... Örneğin emekli maaşı için de insanlar kızıyor...

E.YORGANCILAR: Bugün Yunanistan’da gidin onlar da memnun değil... Ben dünyada memnun olan bir halk görmedim. Dünyada kişi başına düşen GSYİH 50 bin dolar olan ülkeler var... Onların da kendi halkı içerisinde memnun olmayan kesimler var. Bu gayet doğaldır. Bizim ülkemizdeki insanların memnuniyetsizliği, gelir düzeyinin düşük kalmasından kaynaklanıyor... Bunun da en büyük sebebi enflasyon. Enflasyon olduğu müddetçe gelir düzeyi aşağıya doğru indiği için insanlar rahatsız...

M.KARABEL: Ama adı ne olursa olsun hükümetlerin de frene veyahut gaza basma süreçleri vardır. Öyle değil mi?

E.YORGANCILAR: Gaza da bastığımız yıllar oldu. Bizim mesela 2000 ile 2015'e yılları arasında Türkiye son derece hızlı bir şekilde büyüyen bir ülkeydi.

M.KARABEL: O zaman neden bu hale düştük?

E.YORGANCILAR: Burada ülke konularını iç ve dış olmak üzere ikiye ayırmamız lazım. Örneğin; Amerika Birleşik Devletleri’nin, İsrail'e destek vererek İran'a savaş açmasını bekliyor muyduk? Beklemiyorduk. ABD’nin desteğiyle İsrail’in İran’a savaş açması ABD’yi etkiliyor mu? Hayır. Peki etkilediği bölge neresi? Bizim güneyimizde iki ülke savaşıyor. Bu iş büyüdüğü takdirde Orta Doğu’nun yıllardan beri savaş ortamında bulunması, Türkiye her zaman diken üstünde olmasına neden oluyor. Geçmişte İran, Irak vardı. Sonra Irak içinde birçok bölünmeler oldu. Suriye kendi içerisinde bölünmeler yaşadı şimdi yeniden ortaya çıkmaya çalışan bir ülke konumunda. İsrail’in genişleme çabasıyla orada yarattığı süreçler ve Ukrayna-Rusya savaşı… Bu ülkelerin hepsi komşularımız... Ülkemizde savaş yaşanmıyor ama ekonomimize olumsuz yansıyor... Peki bunun sebebi Türkiye mi? Hayır! Bunun sebebi dış etmenler...

M.KARABEL: Tam bu noktada bizim ne yapmamız gerekiyor? Çünkü dört bir yanımız da ateş…

E.YORGANCILAR: Biz Rusya-Ukrayna Savaşı’nı Sayın Cumhurbaşkanımızın dirayetli ve kararlı politikasıyla çok iyi yönettik... Bu büyük bir başarıdır... Güneydeki savaşa gelirsek; biz yıllardan beridir terörden kaynaklı 40 binden fazla vatan evladımızı şehit verdik. Tam terör bitti ve Suriye yeni baştan bir yapılanmaya girdi dedik bu sefer de İran ile İsrail arasında savaş çıktı. Bunları biz mi çıkarttık?

M.KARABEL: Yeni çıkan maden yasası ve zeytinliklerin durumu hakkında neler düşünüyorsunuz?

E.YORGANCILAR: Kanunlar çıkarken istişare müessesesi var. Zeytinleri kimsenin bertaraf edilmesini istemez ama öyle hatalar var ki, zeytinliğinin tanımının yeniden yapılması gerekiyor. Bir arsada sadece üç tane zeytin ağacı var. Zamanında yapılan düzenlemede zeytinlik olarak görünüyor. Bu arsa zeytinlik değil... Artık mahsul vermiyor. Bunların o vasıftan çıkarılması gerekiyor. STK’lar, TOBB, çiftçiler ve diğer örgütlerle istişare yapılarak bu kanunların çıkması gerekiyor. Farklı fikirler olabilir. Hatalı kanun da çıkabilir. Bunların düzeltilmesi gerekiyor...

M.KARABEL: Biz bugünün gençliğini biraz geri plana mı attık?

E.YORGANCILAR: Gençliği geri plana attık demeyelim. Gençliğin beklentileri değişti. İkisi farklı şey. Şimdi bizim zamanımızda bilgiye kolay erişilemiyordu. Bilgiye ulaşmak için mutlaka gezip, sorup, araştırma yapmamız gerekiyordu. Ama şimdi istediğimiz bilgi önümüze anında geliyor. Bilgiye ulaşmak için emek sarf edilmiyor. En büyük değişim burada oldu. Bir de eğitim sistemimiz teori ve sınıf geçme odaklı... Bizim dönemimizde de akıl teri vardı ama bir de alın teri vardı. Alın teri odaklı çalışmayı yapmadığın zaman başarıya ulaşma imkanın yoktu. Şimdiki gençler, zorunlu stajları yoksa hiçbir pratik olmadan üniversitelerden mezun oluyorlar. Bunun yerine eğitim sistemimizde yıl dört bölüme bölünmeli. Bunun üç dönemi teorik, bir dönemi de pratik olmalıdır. Bir üniversiteden mezun olan çocuk, dört yılın sonunda bir sene çalışıp, iş hayatına atılmış olmalı. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde uyguluyoruz. Meslek lisesine girenler işsiz kalıyor diye bir durum da söz konusu değil. Hangi meslek lisesinden mezun olunursa olunsun oradaki çocuklarımız iş buluyor...

M.KARABEL: Genel bir mutsuzluk var ülkede… Bu genel mutsuzluk sosyal ve yazılı medyada da görülüyor… Belli bir yaşın üstünde olanların haber bültenlerinde acıklı ifadeleri var… Emekli maaşının yetmediğini ifade ediyorlar… Örneğin yanlış değilse; manavda bir adet kiraz 10 TL olur mu?

E.YORGANCILAR: Türkiye’de bilgi dezenformasyonu var. Piyasada bir tane kirazın 10 TL olmadığını herkes görecek ama bunun altında yatan ana sebep enflasyon. İnsanların Ocak ayında 100 TL’ye aldığı malın miktarıyla bugün 100 TL’ye aldığı malın miktarı aynı değil... Parası eridiği için mutsuz. Dünyanın her yerinde enflasyon var ama bizdeki gibi değil. Hükümetimiz de enflasyonu düşürmek için sıkı para politikaları uygulamaya başladı. Geçtiğimiz hafta Malmö’de Avrupa’dan 25’e yakın oda başkanlarının olduğu toplantıda (Avrupa’daki ülkelerde yaşanılan en büyük sıkıntılar nelerdir?) diye bir konu başlığı vardı. Nitelikli iş gücü bulunamaması, enerji fiyatlarının yüksekliği, rekabetçiliğin ön plana çıkması, Uzakdoğu ile rekabetin zorlaşması, alım gücünün düşüklüğü gibi sonuçlar çıkmış. Bu konular bizim ülkemiz içinde geçerli. Demek ki; Türkiye’de yaşanan bütün sıkıntıları AB’deki ülkeler de yaşıyor... Onların gündeminde olmayan iki konu ise enflasyon ve yüksek faiz... Dünyaya bakıldığında aşağı yukarı bütün ülkeler aynı şeyleri yaşıyor.

M.KARABEL: Türkiye’nin bugünkü fotoğrafına bakıldığında anne ve babalar ne yapmalı?

E.YORGANCILAR: Toplumların gelişebilmesi, rekabetçi konuma gelmesi ve huzurlu olabilmesi için iki önemli etmen vardır. Bu etkenlerden bir tanesi sağlıktır. İkincisi eğitimdir. Sağlıklı ve eğitimli bir toplumun yanlış karar verme oranı çok düşüktür. Aileler, öncelikle çocuklarının iyi bir eğitim almasını sağlaması gerekiyor. İkincisi ise bugünkü ortamda tek başına iş yapmaktan ziyade bilgiye kolay erişilebilmesi sonucunda girişimcilik ve ortak akılla projeler ortaya koyabileceği bir altyapı imkânı var. Sağlık konusuna gelecek olursak; Türkiye’de son dönemde sağlık sistemi çok gelişti. Örneğin; Türkiye’deki e-nabız sistemi dünyanın hiçbir ülkesinde yok. E-nabıza girildiğinde bütün sağlık bilgilerin görülebiliyor. Her geçen gün yukarı doğru çıkan sağlık sektörünün içerisindeyiz.

Gençlerimize, sağlıklı bir ortamda büyütmek ve iyi eğitim almasını sağlamayız. O eğitimin sonunda onlara iş ortamını sağlayacak sistem yurtiçinde de yurtdışında da var... Sana bir olay anlatmak istiyorum… 1970’li yıllarda Saat Kulesi’nin depremde hasar gördüğü yıl… O gün depomuzdaki camları tutan ahşap platformlar kırıldı ve camlar tuzla buz oldu. Deponun önüne oturdum ve kırılan camları (Ben şimdi ne yapacağım?) diye seyretmeye başladım. O sırada babam geldi ve bana “Ne yapıyorsun burada?” diye sordu. Ben de, “Camlar kırıldı, moralim çok bozuk ve ne yapacağımı bilmiyorum” diye karşılık verdim... O da bana, adta hayat dersi verdi ve “Senin yerinde olsam burada oturacağıma kamyonları çağırır, ellerine kürekleri verir, kırılmış olan camların hepsini temizleyip, depoyu pırıl pırıl yaparım. O sopaları da ahşaptan değil, demirden yaptırırım. Deprem olursa oynamamaları için üstlerine de kanca koydururum. Yeni baştan siparişi verir, iş hayatıma devam ederim” dedi. Sonrasında arabasına binip, gitti. Ne kadar cam kırıldığını ve zararı hiç sormadı. Ben de kamyonları çağırdım, depoyu temizletip, siparişlerimi verip, yeni baştan çalışmaya başladım ve hayatımda değişiklik olmadı. Demek ki; insan hayatta kaybetmeyi de öğrenmelidir...

Ve, şunu hiç unutmayalım:

“Keşke herkes sadece işini yapsa...”

Nokta...

Sonsöz: “Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak gerekir… / Necip Fazıl Kısakürek – Şair, romancı, oyun yazarı ve İslamcı ideolog…”