Yaş ilerledikçe insan hayata daha mı faklı bakmaya başlıyor bilmiyorum, ama benim yıllar geçtikçe bitip tükenmek bilmeyen 'merak' duygum yine kendini göstermeye başladı şu günlerde… Özellikle 'Mevlevilik' konusunda biraz araştırma yapmayı arzu ediyordum. Bu konu hakkında tek bildiğim; Bektaşilik gibi Türk kökenli bir tarikat olan Mevlevilik, Mevlana Celaleddin Rumi tarafından kurulmuş. Mevleviliğin temel 13 kuralı arasında; maddi ve manevi bakımdan temiz olmak, insanlığa hizmet etmek, başkalarına her zaman iyi ve güzel davranışın örneği olmak, mesnevi okumak ve mutasavvıf olmak, aklı iyi kullanmak, hikmet sahibi olmak gibi güzel öğretiler bulunmaktadır. Mevlana tasavvufu, sırf mistik ve idealist bir tasavvuf olmayıp mahdut varlıktan, ferdiyetten ve ferdi ihtiraslardan tamamiyle sıyrılmak ve halka, topluluğa yayılmak suretiyle tecelli eden ve sosyal hayatta hudutsuz bir sevgi, insani bir görüş ve mutlak bir birlik halinde, moral sahadaysa herkesin kendisini, bir kamile uymak suretiyle ıslahı ve umumi olarak hayra, güzele ve iyiye doğru bir gidiş, insani bir terbiye halinde tezahür eden ve böylece de realitede ameli karaktere sahip olan bir tasavvuftur.

Bu şekilde bir inanç sisteminin yaşamıma ne kadar geçirebileceğim konusunda tereddütlerim olması nedeniyle, bu konuda daha çok bilgilenmek düşüncesiyle çok sevdiğim bazı değerli dostlarıma: 'aslında haftada bir kez de olsa, dini sohbetlerin yapıldığı, bilinç düzeyimi artıracağım kişiler ile olmak istiyorum 'demiştim. Geçen hafta ilk defa çok az kişinin katıldığı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyeleri'nden Doç.Dr. Cüneyt Eren'in konuşmacı olarak katıldığı bir ortamdaydım. Bir saat süren toplantı sonrasında :' ne kadar çok bilgi ile donandım ve yararlı bir zaman dilimi yaşadım' dedim.

Cüneyt Hoca: 'Kur'an-ı Kerim bir meydan okumadır' diye başladı konuşmasına… Her bir ayetin (sure'nin), her bir kelimenin, her bir harfin bir misyonu ve bir mesajı varmış meğerse... İslam dini, savaşlara ve şiddete her zaman karşı olmuş. Geçmişte yapılan bütün savaşlarda Müslüman'lar asla saldırgan taraf olmamışlar. Hayatta kalma haklarını kullanmışlar. Bir şekilde size saldıranlar ile savaşın derken, savaş meydanlarında yaşlılara, çocuklara ve kadınlara kimse dokunmamış.

Hz. Muhammed'in yaşamında ne savaşta, ne de yaşam mücadelesinde 'şiddete' yer olmamış. Kız çocukların gömüldüğü, öldürüldüğü bir dönemde, kızını omuzlarına alarak gezdiren bir rol modeli olmayı tercih etmiş.

Cüneyt Hoca konuşması sorasında : 'kültürel hafıza'nın yaşamımızda ne kadar önemli olduğundan bahsettiğinde daha derinden düşünmeye başladım. Aslında dinimizi ne kadar az bildiğimizi ve bize anlatılan din'in ise ne kadar 'yalan' ya da 'kulaktan dolma' olduğunun farkına vardım. Neden şimdiye kadar dinimizi daha iyi öğrenmek için uğraşmadığım konusunda kendime kızdım. Kur'an-ı Kerim'in 'cinsiyet' üzerine konuşmadığının bile farkına varmamıştım. Ortaokul yıllarında unutamadığım din hocam gözlerimin önüne geldi. Nur yüzlü hacı babaannemi düşündüm. Bana 'din olgusu'nu anlatan kişilerin sözlerini anlamlandırmaya çalıştım. Çok şanslıydım ki, bana öğretilen Müslümanlık içinde 'korku' yoktu. Bana hep 'hoşgörü' ve 'sevgi'den bahsettiler. Herkese eşit olmak gerektiğini, aklını kullanmanın önemli bir meziyet olduğunu söylemişlerdi. Ezbere değil, düşünerek, sorgulayarak okumam gerektiğini anlatmışlardı.

Bir gün ben de 'vaiz' olabilir miyim diye müracaat edecek olduğumda, pek çok arkadaşım bana gülmüştü ama şimdi bakıyorum ki, insanların kendi dinlerini bile doğru dürüst bilmediği bir ülkede yaşarken, acaba bu insanlara tekrardan gerçekleri kim anlatacak ve Müslüman olmayı onlara acaba nasıl anlatabileceğiz diye düşünmeye başladım.

Cüneyt Hoca'ya içimden çok kızdım. İlahiyat Fakültesi'nde okuyan bütün öğretim üyelerine ve bu okullardan mezun olan binlerce öğrenciye çok kızdım. Onlar ki, bizlere gerçek dini anlatacaklardı. Onlar ki, bize dinimizin erdemini, bakış açısını anlatacaklardı. Doğru bilgiyi almanın geç kalmışlığında onların da çok suçu olduğuna inanıyorum. Camilerde, Cuma hutbelerinde okunan, ailelerin anlatılarında şekil bulan ve ezbere ve uydurma inançların 'hafızalarımızdan' nasıl silineceğini düşündüm.

İşin içinden çıkamadım ama bir başka 'gönül kapım' açıldı birden, dinimizi gençlere daha doğru öğretebileceğimi düşündüm. Hiç olmazsa dilim döndüğünce, inancım el verdiğince.

İşim zor bunu biliyorum, çünkü ben önce okumak zorundayım, ben önce anlamak zorundayım, doğru kişilerin ağzından ve onların bilgi dağarcıklarından, işte o zaman dürüst insanlar, sevgi dolu insanlar olmamız mümkün olabilecek.

Her yanlış bilgi, insanlığı yanlışa, riaya götürüyor. Şiddetten, yolsuzluklardan, yalanlar dünyasından kurtulmanın belki de tek yolu bu…

Dinimizi iyi öğrenmek zorundayız ve bunu doğru uygulamak zorundayız. Hani diyoruz ya, çok çalışmalıyız, çok çalışmalıyız. Bir de bu aşamadan sonra Kur'an-ı Kerim'i doğru okumak ve anlamak zorundayız diyeceğim. Ben okumaya başladım, ben doğru insanlar ile konuşmaya başladım, size de tavsiye ederim. Bilgilerinizi gözden geçirin, kültürel hafızanızı canlandırın ve yeniler ile güncelleyin. İnanın çok daha inançlı olacaksınız.