Muhittin AKBEL / EGEDESONSÖZ – Kitabevleri birinci el kitapları okurlara ulaştırmakta fiyatların yüksek olduğu gerekçesiyle ulaştırmakta güçlük çekerken, ikinci el kitap satışı yapan sahafların da derin bir durgunluk yaşadığı görülüyor. İnsanlar ikinci el kitabı almakta bile zorlanıyor. Biraz yıpranmış veya altı çizilmiş, çok daha ucuz olan kitapların “En çok satanlar” listesine girdiği, sahafların satılmayan kitaplar nedeniyle adeta “depo” haline geldiği öne sürüldü.

5 BİN LİRALIK KÜTÜPHANEYİ ANCAK 40 BİN LİRAYA ALABİLİYORUZ
Çocukluğundan beri hayatı kitapların arasında geçen ve son 16 yıldır eşi İpek Karabil ile birlikte Alsancak’ta ikinci el ağırlıklı kitaplar satan Çağlar Karabil, sektörün zor durumda olduğunu söyledi. Birinci el kitabı satın alamadığı için insanların ikinci el kitaplara yöneldiği düşüncesinin gerçeği yansıtmadığını belirten Çağlar Karabil, “Daralma, ne yazık ki ikinci el kitap piyasasında da yaşanıyor. İkinci el kitap satın alırken ödediğimiz rakamlar da çok yükseldi. Öyle ki 5 bin liraya, en fazla 10 bin liraya aldığımız bir kütüphane için artık 40 bin lira ödüyoruz. Bu da ikinci el kitap fiyatlarına az da olsa yansıdı” dedi.

ZORUNLU İHTİYAÇLARDAN KİTABA SIRA GELMİYOR
Birinci el kitap 400 liraysa, ikinci elinin 200 lira, hatta altı çizilmiş veya biraz yıpranmışsa 200 liranın da altına satıldığını belirten Çağlar Karabil, şunları söyledi:
“Birinci eldeki fiyatın yarı fiyatına, hatta yarı fiyatından da düşüğe sattığımız halde, okurlar, o fiyatları bile yüksek buluyor. Altı çizilmiş, biraz yıpranmış kitapları, daha düşük fiyattan satıyoruz. Bizde fiyat esnekliği var ama birinci elde kitap 400 liraysa, 400 liradır. Öyle müşteriler geliyor ki, ikinci el kitap parasını bile denkleştiremiyor. O fiyatta hiç ısrar etmiyoruz, zararına bile sattığımız oluyor. Yeter ki insanlarımız kitap okusunlar, kitaplara erişebilsinler. Ülkenin ekonomik durumu o kadar kötü ki, insanlar kitap ihtiyacını, öncelikli ihtiyaçlar listesinde daha da gerilere attı. Tatili, giyim kuşamı, sinemaya, tiyatroya gitmeyi öteliyor, önceliği karnını doyurabilmek, kirasını, faturaları ödeyebilmek. İnsanlar, sürekli artan temel ihtiyaçları, ulaşım giderlerini, elektrik, telefon, su faturalarını ödemekte zorlanıyor. Hal böyle olunca, kitaba sıra gelmiyor.”
ALDIĞIMIZ KİTABIN 10’DA BİRİNİ ANCAK SATABİLİYORUZ
Rafların dolmasıyla kitapları boş buldukları her yere koymaya başladıklarını anlatan Çağlar Karabil, aldıkları kitabın ancak yüzde 10’unun satıldığını, dolayısıyla kitap yığınlarının oluşmaya başladığını dile getirdi. Karabil, “Bize gelen kitap kadar giden, satılan kitap yok. Mesela günde dükkana 1000 kitap giriyorsa, 100 kitap ancak çıkıyor. İki katlı, bahçeli kitabevimizin tüm rafları, yerler bile kitap dolu. Toplamda 60 bin dolayında kitabımız ve dergimiz oldu. Gelen kitapların yarısı satılsa, öpüp başımıza koyacağız. Gün içerisinde dükkanımızı 100 okur ziyaret ediyorsa, o kadar okurun ancak 20’si kitap alarak çıkıyor. Bir kitabevi, kültürevi özelliğimizi, kafe, söyleşi, dinleti, imza günü gibi unsurlarla desteklemeseydik, biz de ayakta kalamazdık” itirafında bulundu.
DEĞERİNE PAHA BİÇİLMEZ KİTAPLAR DA VAR
Kitabevinin sadık müşterilerinden yaklaşık 100 kadarının yurtdışına beyin göçü yaptığını, onların hala kitap siparişi verdiğini dile getiren Çağlar Karabil, 2007 ve 2008 yıllarında, ağırlıklı olarak ikinci el kitap satan bir kitabevi olarak çok güzel iş yaptıklarını hatırlatarak şu değerlendirmelerde bulundu:
“Benim çocukluğum da sahafta geçti. Amcam Doğan Karabil, İzmir’in en eski sahafıdır. Okul dışı saatlerimde, yaz tatillerimde amcama yardım ederdim. Kitap kokusu ve kitap dostlarının manevi bağı olmasa, bu iş yapılmaz. Eşim İpek Hanım ile birlikte tüm zorluklarına rağmen ayakta kalma mücadelesi veriyoruz. Raflarımızda 30 liralık da kitap var, 10 bin liralık da kitap var. Mesela 200 yıllık gravürlü özel kitaplarımız var ki, belki de bizden başka bir yerde yok. Özetleyecek olursak, 2007-2008 yıllarındaki ikinci el kitap satışlarında zirve yapmıştık, o günleri özlüyoruz. Cuma ve cumartesi günleri dükkanımız o kadar dolu olurdu ki, adım atamazdık. Şimdi o günleri yad edip, ah nerede o günler diye iç geçiriyoruz.”





