Geçen iki hafta kısa bir dizi olarak “Zorbalık” konusunu yazmıştım. Bu hafta “Duygusal Zekâ” ile başlayıp birkaç hafta devam edeceğim. Sağlıklı ve sağlam toplum, okul, aile, birey olmanın yolu “Duygusal Zekâ”dan geçiyor. Duygularımız ve diğerlerinin duygularını ne kadar iyi anlayabilirsek, duygular konusunda ne kadar “zeki” olabilirsek, ilişki ve iletişimlerimizi de o kadar iyi yaşayabiliriz, idare edebiliriz. Aslında iyi yaşamın, huzurlu yaşamın anahtarı bu…

“Saldırganlıkla Zorbalığın sınırları nerede acaba” sorusu ile başlamak istiyorum çünkü toplumumuzda en mustarip olduğumuz konulardan birisi saldırganlık. Saldırganlık içgüdüsünü kontrol altına alamamak veya bu saldırgan insanlara eş, iş meslektaş, hatta sokakta maruz kalmak. Ne zaman saldırganlık zorbalığa dönüşmekte? Nasıl durdurulur? Bu sınırları belirlemek ve kendimizi korumak ne kadar zor...

Devlet Yurttaşını Sokakta Korumakta Yetersiz Kalıyor

Haberleri dinliyorum, trafikte bir araç diğerine yol vermemiş, önünü tıkamış, sinirlenen sürücü o aracın önünü çapraz kesip durdurmuş, araçtan inip o kişiyi dövmeye başlamış. Dayak yiyen kişi aracına atlayıp, bu kişiyi ezip geçmiş. Halktan biri bunu videoya çekip sosyal medyaya koyunca savcılık ve polis devreye girmiş, TV hangisi suçlu diye soruyor. Artık birbirimizi korumak bize, sosyal medyaya kaldı, yasalar ve eğitim yetersiz kaldı…

Yine haberlerde dinliyorum. Başka bir kişi aracını hızla bir kadının üzerine sürmüş, kadın sinirlenip bağırınca adam aracından inip kadını dövmeye başlamış. Ancak, sinirlenip bağıran kadın yürüyüp gitmişmiş, o anda oradan geçen masum bir kadın dayağı yemiş, adam yanlış kadına saldırmış. Ekrandan bu acı manzarayı izliyorum. Yine halktan bunu çeken bir kişi sosyal medyaya yükleyince TVye, polise, savcılığa konu olmuş…

Hiç Kimsenin Diğerine Saldırmaya Hakkı Yok

Bunlar bir defa da olsa net olarak zorbaca davranış. Neden halkımızdaki bu öfke, bu saldırganlık? En önde çocuğun evde yetişme biçimi. Saldırganlığın HİÇBİR bahanesi yok. Ekonomik zorluklar, iş veya aile yaşamındaki zorluklar, hiçbiri saldırganlığın açıklaması, izahı, bahanesi olamaz. Hiç kimsenin bir diğerine saldırmaya hakkı yok. Ayrıca, bir otomobili olan kişi herhalde açlık sınırında yoksul da değil. Ekonomi birçok zaman saldırganlığın kılıfı olarak kullanılmakta…

Saldırganlığa diğer kılıflar sağlık sorunları, “Bende panik atak var, ne yaptığımı bilmiyorum, eşim çok zor bir insan, baskı altındayım, babamı çocuk yaşta kaybettim, yetim ölmez benzi sararır…” gibi duygu sömürüsü diye adlandırılan bahaneler. Sorumluluğu üstlenmeyip, yanlış davranışı değiştirmek yerine sorumluluğu başkasına yüklemek…

Narsist Kişileri Fark Etmekle Başlayalım

Peki bu insanların bu davranışlarının altında yatan ne? Birçok saldırgan narsistik özelliklere sahip. Çocukluklarında anne, babaları, diğer büyükler üzerlerine fazlaca titremiş, şımartmış, aşırı yüceltmiş ve bu kişiler her şeyi kendilerinde hak görür olmuşlar. İşlerine gelmeyen bir olay olduğunda bağırarak çevresindekileri sindirmekle başlayan, çeşitli manipülasyonlar ve fiziksel şiddete varan uzun bir yol.

Psikolojik bir terim olarak narsist kendi benliğine aşırı hayranlık duyan, başkalarına empati göstermekte zorlanan ve genellikle kendini üstün görme eğiliminde olan kişileri tanımlamak için kullanılır. Bu kişiler, genellikle Narsistik Kişilik Bozukluğu (NKB) olarak adlandırılan bir duruma sahip. Narsist bireyler yalnızca kendi isteklerini önemseme ve hayranlık duyulma ihtiyacı yanı sıra empati eksikliği, kibirli olma ve ayrıcalık bekleme gibi karakteristik özellikler gösteren kişilik bozukluğuna sahip kişiler.

Narsisim Kişilik Bozukluğudur ve Bu Kişiler Aramızdadır

Narsist kişiler evimizdedir, bunlarla evlilik, genellikle tek taraflı ağır duygusal deneyimlerle doludur. Narsist bireyler, eşlerine karşı üstünlük kurma, sürekli talepkâr olma, manipüle etme ve kendilerini merkeze alma eğilimindedir. İlişkideki kontrolü elinde tutmayı ve eşini kendine bağımlı hale getirmeyi amaçlar.

Narsisim çeşitleri arasında; gizli narsist, pasif narsist, patolojik narsist, kırılgan narsist, manipülatif narsist, obsesif narsist vardır. Kırıldığı zaman genelde kendisiyle ilgili olan tüm güçlülük, yenilmez, başarılı ve güçlü düşüncelerin sarsıntıya uğramasına neden olur. Kendisini değersiz, yetersiz, başarısız, zayıf ve güçsüz hissettiği noktalarda narsistik kırılmalar yaşar ve çevresine saldırmaya başlar.

Narsist Taktığı Maskeyle Dış Dünyada Mükemmel Görünür

Dış dünyada pek beğenilen bu insanlar evde bambaşka kişilerdir. Özellikle yakın ilişkilerde oldukça yıpratıcı ve zararlı olabilir. Narsist kişiler, evde gizlice eşlerini, aşağılayıp küçümseyerek, bazen bağırarak, hatta döverek psikolojik baskı altına alabilir, özgüvenlerini zedeleyebilir ve duygusal manipülasyon uygulayabilir. Uzun vadede, bu durum partnerin ruh sağlığını hatta bedensel sağlığını olumsuz etkileyebilir.

Narsist bir ebeveynin duygusal ve psikolojik izleri, çocuk üzerinde uzun süreli ve bazen zayıflatıcı, kalıcı etkilere neden olur. Halkın önünde, bu ebeveynler mükemmel ve sevgi doludurlar. Ancak kapalı kapılar ardında öfkelenirler, bağırırlar, döverler, küçümserler ve eleştirirler. Çocuk özgüvenini yitirir…

Narsist Küser mi?

Küsmek, genellikle ani ve beklenmedik bir şekilde gerçekleşir. Narsist, partnerine ya da karşısındakine neden küstüğünü açıklamadan, onu duygusal olarak izole eder. Bu durum, karşı tarafın suçluluk ve kaygı hissetmesine yol açar ve böylece narsist, karşısındakinin kendi istediği şekilde davranılmasını sağlar.

Narsistik kişilik bozukluğunda kişiler kendilerine aşırı güvenir, kendilerini önemser, kendilerine hayran olur ve sürekli kendilerini ön plana çıkaracak durumların içinde bulunmak ister. Aynı şekilde çevresindeki kişilerin de kendisini sürekli olarak övmesini ve hayran olmasını isterler.

Narsistler Kimden Korkar?

Narsist birilerinin büyük resmi görmesinden ve sizi uyarmasından korkarlar. Sizin bir farkındalık içinde olmanızdan korkar. Çünkü narsistler kendi iç benlikleri hiçbir zaman gerçekten oluşmamış küçük çocuklar gibidirler ve her gün evden çıkarken yüzlerine kendilerini korumak için gerekli gördükleri maskelerini takarlar, gerçek kişiliklerini dış dünyadan çok iyi bir beceriyle saklarlar.

Narsist insan birini sevebilir mi? Narsistler sevebilir ama aşkları yüzeysel ve geçici olma eğilimindedir. Yoğun duygusal bağlar geliştirebilirler. Hatta “aşık” gibi görünebilirler ama sevgilerinin nesnesine karşı tam bir empati eksikliğini koruyabilirler. Zamanlar aşk geri plana düşer ve pasif veya aktif saldırganlık başlar.

İlk Çocuğun Narsist Kişilik Geliştirmesi Olasıdır

Toplumumuzda Saldırganlığı Nasıl Kontrol Altına Alacağız? Toplumumuzda giderek artan saldırganlığı önlemek duygusal zekâ eğitiminden geçer. İlk adım ailedir. Kişilerin karakteri yaşamının ilk altı yılında şekillenir. “Yedisinde neyse yetmişinde o” atasözümüz buna vurgu yapar. O zaman çocuğun ailede yetişme biçiminin önemi ortaya çıkar. Okul, devlet, yasalar arkadan gelir. İlk görev anne ve babadadır.

İlk çocuğun narsist kişilik geliştirme olanağı diğer çocuklara göre daha yüksektir. Aileye ilk gelmiştir. Sevinç ve gurur kaynağıdır. Üzerine hayli düşülür, bakımı için zaman boldur, her istediği hızla yerine getirilirse, sınırlar iyi çizilmezse, bazen beklemeyi veya elde etmemeyi öğrenmezse o çocuk her şeyi kendinde hak göremeye başlar. İkinci ve daha sonra gelen çocuklar ilgiyi, zamanı, dikkati, yemeği, oyuncağı paylaşmak zorunda olduklarından narsist olma eğilimleri daha azdır.

Anne-Babalık Ehliyeti Eğitimi

Bazen üst üste doğan kız çocuklardan sonra gelen bir erkek çocuk her toplumda şımartılmaya müsaittir. Veya çocukların en güzeli, en akıllısı, en tatlısı, en başarılısı, en küçüğü gibi özellikler bir çocuğun diğerine göre daha şımartılması, yani ayrımcılık narsisimi körükler. Kısacası anne ve babaya ilk altı yılda çok görev düşmektedir ve her hamileye “Anne-baba Okulu” adı altında bu eğitimler verilmelidir.

Devlet bunu şart koşabilir. Nasıl otomobil kullanmak için ehliyet yasalarla şart koşulduysa, çocuk yetiştirmeyi öğretmek, yani anne-babalık ehliyeti, çocuk yetiştirme, duygusal zekâ eğitiminde geçmek yasalarla şart koşulabilir. Böyle bir eğitim ileride suç işlemeyi azaltıp, hapishanelerin de nüfusunu düşürecektir.

Okullara Duygusal Zekâ Okur Yazarlığı Getirmek

Birinci adımda anne-babalarda bir farkındalık yarattıktan sonra, ikinci adımda öğretmenlere benzer bir eğitim ve okullarda çocuklara “Duygusal Zekâ” eğitimi müfredat dahilinde, sistemli bir şekilde öğretilebilir. Bu konularda uygulamalı ders kitapları mevcuttur. Kullanılabilir. Haftada bir ders ayırmak bile yıl boyu yapılacak bir eğitimde çocukların narsisti tanıması, sınır çizmeyi öğrenmesi, duygularını ve diğerlerinin duygularını ayırabilmesine yeterli olur.

Bir toplum bu şekilde anne babaları, çocukları eğitirse, Finlandiya gibi sakin, huzurlu, kavgasız, suç oranının az olduğu bir topluma dönüşür. Örneğin, Oxford’da suç yüzdesi %1 in altındadır. Yani %99 üstünde güvenli bir kenttir. Neden? Kentte eğitimli sayısı yüksektir. Eğitimli insan bu konularda kitaplar okuyarak kendini geliştirmiş insandır.

En son basamak saldırganlığa karşı yasalar, yani polis, savcılık, hukuk, devlettir. Geri kalan %1 devlet eliyle kontrol altına alınır. Polis saldırganı tutuklar. Savcı ve hâkim cezasını verir. Halk bu ceza korkusuna saldırgan duygularını kontrol altına alır. Bunların olmadığı bir ortamda bizlere düşen yazmak, sizlere düşen okuyup bilgilenmektir. Haftaya “Duygusal Zeka” nedir ile devam ediyorum…