İzmir büyük bir depreme hazır mı?Her büyük depremden sonra bu başlığı atmaktan ben de sıkıldım ama ne yazık ki kentimizin gerçeği bu. 23 Nisan’da İstanbul’daki 6.2’lik sarsıntı İzmirlileri de sokaklara döktü, ama kısa bir süre sonra unutulacak bir sokağa dökülme idi bu da… Ne yazık ki.
30 Ekim 2020’de yaşanan 6.9 büyüklüğündeki deprem, İzmir’in deprem gerçeğiyle yüzleşmesini sağladı aslında. Bornova veBayraklı’da yıkılan binalar, 117 kayıp yurttaş ve yüzlerce yaralı, kentin hem fiziksel hem de toplumsal açıdan ne kadar hazırlıklı olduğunu sorgulattı. Aradan geçen yıllarda bazı adımlar atılmış olsa da,“İzmir büyük bir depreme hazır mı?” sorusu hâlâ net bir “evet” cevabından uzak.
İzmir, Ege Bölgesi’nin deprem kuşağında ızgara faylar arasında yer alıyor. Kuzey Anadolu Fay Hattı’ndan bağımsız olarak, kent çevresindeki aktif faylar büyük depremler üretebilecek potansiyele sahip. Bilim insanları, İzmir’in 7.0 ve üzeri bir depremle karşılaşma olasılığının yüksek olduğunu vurguluyor. 2020 depremi, bu riskin ne kadar yakın olduğunu gösterdi. Peki, kent bu gerçeğe ne kadar hazır?
Altyapı ve Bina Stoku… İzmir’in bina stokunun büyük bir kısmı, 1999 öncesindeki deprem yönetmeliklerine göre inşa edilmiş. Özellikle Bayraklı, Bornova ve Karşıyaka gibi alüvyon zeminli bölgelerde, eski ve dayanıksız yapılar hâlâ ciddi bir tehdit. 2020 depreminde yıkılan binaların çoğu, zemin etüdü eksikliği ve kalitesiz malzeme kullanımı gibi sorunlar yüzünden çöktü.
Maalesef aradan geçen 5 yıl gösterdi ki kentsel dönüşüm süreci yavaş ilerliyor… Maddi zorluklar ve bürokratik engeller, vatandaşların yenileme projelerine katılımını zorlaştırıyor.Yeni yapılan binalarda bile standartlara uygunluk tartışmalı.
Altyapı sistemleri (elektrik, su, doğalgaz) depreme ne kadar dayanıklı? Bu soruya dair kapsamlı bir çalışma kamuoyuyla paylaşılmış değil.
Son İstanbul depremi, sadece megakentte değil, İzmir gibi deprem riski yüksek diğer şehirlerde de unutulmaya yüz tutmuş bir gerçeği yeniden gündeme getirdi: Toplanma alanları. Ancak bu alanlar, gerçekten amacına uygun mu? Toplanma noktalarının yalnızca boş bir arazi olması yeterli mi, yoksa deprem sonrası hayatta kalma ve toparlanma sürecini destekleyecek bir altyapıya mı ihtiyaç var? Bu sorular, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yeniden düşünülmeyi hak ediyor.2020 depremi, İzmir’deki toplanma alanlarının hem sayısal hem de işlevsel yetersizliğini ortaya koydu. Birçok alanın önceki gün İstanbul’da da görüldüğü gibi AVM’lere veya başka yapılara dönüştüğü, kalanların ise altyapıdan yoksun olduğu görüldü. Toplanma alanları, sadece boş araziler değil; su, gıda, hijyen, barınma ve iletişim gibi temel ihtiyaçları karşılayacak merkezler olmalı.
Toplanma Alanlarının Amacı Nedir?
Toplanma alanları, deprem gibi afetlerden hemen sonra insanların güvenli bir şekilde bir araya gelebileceği, kaosun ortasında nispeten emniyetli bir sığınak sunan bölgeler olarak tanımlanır. Ancak bu tanım, sadece “boş alan” fikrine indirgenirse, işlevselliği sorgulanır hale geliyor. İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde, bir zamanlar toplanma alanı olarak belirlenen pek çok yerin AVM’lere, rezidanslara veya başka yapılara dönüştüğü biliniyor. Bu durum, sadece alan kaybı değil, aynı zamanda bir hazırlıksızlık ve vizyon eksikliği sorunu.
Toplanma alanlarının tek amacı, insanları bir araya toplamak için açık bir alan sağlamak mı? Elbette hayır. Bu alanlar, afet sonrası ilk saatlerde ve günlerde hayatta kalanların temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir merkez olmalı. Peki, bu merkezlerde neler olmalı?
Bir toplanma alanının etkili olabilmesi için, sadece boş bir arazi olmaktan çıkıp bir “geçici yaşam merkezi” haline gelmesi gerekiyor.
Deprem sonrası en az 72 saat boyunca içme suyu ve temel gıda maddelerine erişim sağlanmalı. Bu, toplanma alanlarında önceden stoklanmış, düzenli kontrol edilen malzemelerle mümkün.Tuvalet ve Hijyen Alanları: Portatif tuvaletler, hijyen kitleri ve atık yönetimi, salgın hastalıkların önlenmesi için elzem.Her toplanma alanında temel tıbbi malzeme ve eğitimli ilk yardım personeli bulunmalı. Küçük çaplı yaralanmalar için müdahale imkânı, hastanelere erişim sağlanana kadar hayat kurtarabilir.Çadır veya prefabrik barınma üniteleri için önceden planlanmış alanlar, insanların hava koşullarından korunmasını sağlar.Alanların gece aydınlatılması, düzenli güvenlik kontrolleri ve yetkili personel varlığı, panik ve kargaşayı önler.
Telefon şebekelerinin çökmesi durumunda, uydu telefonları veya telsiz gibi alternatif iletişim araçları hazır olmalı.İnsanların nereye gideceğini, ne yapacağını bilmesi için açık, çok dilli tabelalar ve bilgilendirme noktaları kurulmalı. Toplanma alanlarının, ana yollara ve toplu taşıma noktalarına yakın olması, kurtarma ekiplerinin ve yardım malzemelerinin ulaşımını kolaylaştırır.Engelli bireyler ve yaşlılar için erişilebilirlik, rampalar ve uygun zemin düzenlemeleriyle sağlanmalı.
Toplanma alanları, sadece “ayakta durma alanları” olarak görülmemeli. Bu alanlar, afet sonrası toparlanma sürecinin ilk adımı olarak bir köprü görevi görmeli. İnsanlar toplandıktan sonra, ihtiyaç duyacakları şey sadece bir boşluk değil; organize bir sistem.
Türkiye’de toplanma alanlarının durumu, hem nicelik hem de nitelik açısından yetersiz. AFAD ve yerel yönetimler, toplanma alanlarının sayısını ve konumlarını açıklasa da, bu alanların çoğunun altyapıdan yoksun olduğu bir gerçek. Üstelik, vatandaşların bu alanların nerede olduğunu bilmemesi veya düzenli tatbikatlarla hazırlanmaması, hazırlık sürecini daha da zayıflatıyor.
Ve… Karavan İşgali…
Son yıllarda, özellikle pandemi sonrası karavan turizminin popülerleşmesiyle, İzmir’in deniz kıyıları, parkları ve boş arazileri karavanlarla dolup taştı. Benim oturduğum Mavişehir’de ise tam bir işgal var. Bazı turistik bölgelerde halk plajları ve açık alanlar, karavan parklarına dönüştü. Ancak bu durum, resmi toplanma alanlarını da etkiliyor. Sosyal medyada, “toplanma alanlarının karavan parklarına döndüğü, tuvalet atıklarının çevreye zarar verdiği ve yaşlıların sahile erişiminin engellendiği” yönünde şikâyetler artıyor.
Toplanma alanlarının karavanlar tarafından işgal edilmesi, yerel yönetimlerin denetim ve yaptırım eksikliğinden kaynaklanıyor. Karavanların park ettiği alanlar genellikle “herkese açık” olarak görülüyor ve bu durum, resmi bir müdahaleyi zorlaştırıyor.
Karavan kullanıcılarına resmi kamp alanları sunulmazsa, bu kişiler toplanma alanları gibi boş arazilere yönelmeye devam ediyor. İzmir’de karavan parkları için yeterli altyapı yok, karavancılar da büyük bir yüzsüzlükle her yeri işgal ediyor.
Bu karavan işgali meselesine yeniden döneceğim. Çünkü özgürlük ve doğayla iç içe olma fikri yerine airbnb’den ne amaçla olduğu tartışmalı kiralamalar bile yapılan“karavanların apartmanların arasında ne işi var?” sorusuna cevap bulmak şart.