Başta Hubyar Sultan Ailevi Kültür Derneği olmak üzere kimi Alevilerce 'Alevi İmam Hatip Lisesi' benzetmesi yapılarak eleştirilen Özel Statülü Hacı Bektaş-Veli Lisesi'nin temeli, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın da katıldığı bir törenle İstanbul Halkalı'da atıldı haberini gazetede okuyunca aklıma yine geçmiş zaman içinde yaşadıklarım ve duyduklarım geldi.

Nedendir bilinmez her halde ailemden çok iyi eğitim almış olmalıyım ki, bu dünyada kim Hıristiyan, kim Alevi, kim Rus, kim Macar ayrımı görmeden yetiştirildim. Böyle olunca da dünyada yaşayan her insanın yaşamak kadar mutlu olma hakkının da olduğunu inandım. Bir Hacı torunu olmanın da ayrıcalığı ile tüm insanları bir gördüm, hoşgörünün de sınırsız coşkusunu hep içimde taşıdım. Tam olarak hatırlamıyorum ama bir gün galiba bir gazete yazımda ''Türkiye'de Ailevi Olmak' konulu bir yazı yazmaya karar vermiştim. Çevremde hiç Alevi tanıdığım yoktu. Daha doğrusu Alevi olan kişilerin düşünce yapıları hakkında da çok ciddi bir bilgiye sahip değildim. Hacı Bektaşilik hakkında belki de lise yıllarımda bir şeyler öğrenmiştim okullarda, sonra da bu bilgilerimi tekrarlanmadığı için kafamdan uçup gitmişti.

Çok sevdiğim iki dostuma telefon ederek: 'haydi gelin sizinle bir röportaj yapacağım' dediğim de, beni kırmadılar ve geldiler. Onlara Alevi olmanın ne anlama geldiğini sormak istiyordum. Türkiye'de Ailevi olarak yaşamanın ne gibi farklılığı vardı? Ya da farklılık var mıydı? Bizim gibi Sünni Mezhebi inançlarından farklı nasıl inançları vardı?

Bir saatlik konuşmamız sonrasında kendimi 'uzaylı birisi' gibi görerek çıkmıştım. Adeta bu ve benzeri konuları neden duymadığıma hayretler etmiştim. Konuşma yaptığım kişilerden birisine 'sizi üzen bir anınız var mı? 'dediğimde başlamıştı ilk ilkokulda yaşadığı anısını anlatmaya… Bir gün okula gittiğinde, sınıftaki arkadaşları yanına gelerek: 'senin kuyruğun nerde?' demişlerdi.

Yıllar boyunca Ailevilerin kuyrukları olduğu düşüncesi insanlar arasında yaygın bir inanç olmalı ki, bu soruyu soran çocukların ebeveynleri bu yanlış bilgiyi çocuklarına aktarmaktan hiç çekinmemişlerdi. Bir diğer Alevi dostumun hikayesi de 'mum söndürme' konusu ile ilgiliydi. İbadetlerini kadın ve erkek bir arada yapan Aleviler için genellikle söylenen bu ifade bile aslında ne kadar aşağılayıcı bir tanımlamaydı. O günden sonra Alevilere karşı kendimi daha sorumlu hissetim. Çok yanlarında olmasam bile, etkinliklerine gitmeye, onları yalnız bırakmamaya çalıştım.

Aslında sözlük anlamına göre Alevi, Hz. Ali'ye bağlı ve ondan yana olan kimse demek. Alevilik ise genel olarak Hz. Ali'yi sevmek ve onun soyunun yani Ehli Beyt'in yolundan gitmek olarak tanımlanabiliyor. Bektaşilik ise Hacı Bektaş Veli'ye dayanılarak kurulmuş. Alevilik ve Bektaşiliği birbirinden bağımsız olarak ele almak bugün gelinen noktada tarihsel ve sosyolojik açıdan mümkün görünmemekte... Her iki terim de zaman zaman birbirinin yerine kullanılabilmektedir. Bakülü bir baba, Rus bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen; babasının kütüphanesinde 14 yaşındayken Hafız Divanı''nı, Ömer Hayyam'ı ve Sadi Şirazi'yi tanıyan Prof. Melikoff'un da belirttiği gibi 'Alevilik, Bektaşilik'ten ayrılamaz. Çünkü her iki deyim de aynı olguya, Türk halk İslamlığı olgusuna bağlıdır .'Alevilik ve Bektaşilik, inanç ve ahlak esasları ve edebiyatları bakımından temel olmayan farklılıklar dışında ortaktırlar. En temel farklılık, Bektaşi kitlelerin daha çok şehirde yaşamalarına karşın, Alevilerin göçebe/ yarıgöçebe çevrelerde yaşamaları şeklinde ortaya çıkmış sosyal bir farklılıktır. Ancak tarihsel olarak doğru olan bu sosyal farklılık günümüzde anlamını yitirmeye başlamış, 'Alevi' adı daha yaygın olarak kullanılır olmuştur.

Peki Bektaşi'liğin temel felsefesi nedir? Bizlere neler öğretmektedir? Bu anlayış acaba biz insanoğlunu doğruya, erdemli olmaya yöneltmekte midir? Bu düşünceler ile başladım araştırmaya. Unuttuğum bilgiler, yeniden içimde yeşermeye başladı sevdim bu yeni arayışımı ve yeni algıladığım düşünce dünyamı…

Bektaşilik, Hacı Bektaş-i Veli'nin izini sürenlerce, onun adına kurulmuş bir tarikat aslında... Ali ve On İki İmam sevgisine dayanır. 'Olgunluk, insan sevgisi, özdeşlik, eşitlik, özgürlük' ilkelerini oluşturur. Varlık birliği görüşüne, insanın kutsallığına inanır. Görünüşe değil, öze önem verir.

Bektaşiliğin içerdiği düşüncelerin odağını oluşturan sevgi 'Evren-Tanrı- insan' birliğini kavramayı amaçlar. Velayetname'ye göre; Hacı Bektaş-i Veli bütün insanların kardeş olduklarını, yeryüzünden ortaklaşa, barış içinde yararlanılması gerektiğini, varlık birliğinin gerçekliliğini, insanın tanrısal niteliklerle donatıldığını savunmuştur.

İnsanın anlamını kavramak gibi iç başarısı vardır. Bu başarının ilk basamağı kişinin kendini tanıyarak sevmesidir. Kendini bilen kendisini sever. Kendini seven kendini bilir. Kişi tanrısal bir özle donatıldığından 'Kendini seven Tanrı'yı sever' Bu düşünce Bektaşilik'te varlık birliğine tek yoldur. Bu nedenle bütün Bektaşilerin bağlandıkları bir ilke niteliği taşır. Hacı Bektaş-i Veli'nin izini sürenlere göre Tanrı'yı sevmek, Ali'yi sevmekle başlar. Çünkü Bektaşilik Ali sevgisini yaymayı, sürdürmeyi amaç edinmiş bir kuruluştur.

Bektaşilik, şamanlıktan izler taşıması, ayrımcılık yapmaması, Anadolu halkının dilini kullanması, açık ilkelerden ziyade, her düşünce ve inançta olan insanların kendilerine göre anlamlar çıkarabileceği üstü kapalı inançlar geliştirmesi nedeniyle Anadolu'nun her yerinde hızla yayılmış bir inanç ve öğreti bütünüdür.

Neden olduğunu bilmediğim bir nedenden dolayı bir öğretiyi sevdim. Yaşamımıza yerleştirmemiz gereken temel ilkeler arasında bu düşünce sistemlerinin bizleri aslında ne kadar yücelteceğine karar verdim. Bir gazete kupürünü okuyarak başlayan maceracı ruhum, beni birden Bektaşiliğin en derin izlerine götürdü. İnançlarımızı sorgularken, adımlarımızı iyi atmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırladım.