Kemal ARI
Bir Mumcu ölür, bin mum birden yanar!
26 Ocak 2022 Çarşamba

Sabah televizyonu açar açmaz, karşımdaki ses, Uğur Mumcu'nun öldürüldüğünü söylüyordu.

Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

Nasıl olurdu?

Doğru muydu bu haber?

İnsanın inanası gelmiyor böyle durumlarda; uykunun etkisinden sıyrılamamışsınız ya daha…

Bir gel git içindesiniz; sanki yaşamakla yaşamamak arasında geliyor insana her şey.

“Şaka mı bu?” diyorsanuz, birkaç nefes sonra…

Kara haber, tez ulaşır. İşte televizyon ekranlarına görüntüler geliyor gidiyor ardı ardına.

Anlıyorum ki Uğur Mumcu, kahpece öldürülmüştür.

Görüntülerde parça parça olmuş bir araba, karlar üzerinde, sağa sola savrulmuş bedene ait parçalar.

Kan lekeleri ve derken, yaprağı açık kalmış küçük bir defter, camları kırılmış tel çerçeve gözlük…

Of ki, ne of!

Belli ki, ülkemin birlik ve bütünlüğüne kast edenler, sağ sol ya da ilerici gerici ayırımı üzerinden bir kardeş kavgası başlatmak istiyorlar.

Ellerine ne geçerse, bizden yana “zaaf” olarak, buldukları açıktan savuruluyorlar.

Uğur Mumcu, bizlerin gençlik yıllarının en önemli aydınlarındandı.

Başta silah kaçakçılığı ve uyuşturucu konuları olmak üzere, devlet düzeninin içine sızmış mafyalaşmış yapılarla savaşım içindeydi.

Aynı zamanda laik, demokratik cumhuriyet değerlerinin yiğit bir savunucusuydu.

Güzel ülkemde 24 Nisan kararlarıyla birlikte yozlaşmaya başlayan değerleri sorguluyor; bu açılımın sistem üzerindeki etkilerini irdeliyor ve ulusu geleceğe ilişkin tarikat, ticaret ve siyaset ağı üzerinden yürüyen tehlikelere karşı uyarıyordu.

Seven de sevmeyen de, cesaretinden dolayı ayakta alkışlıyordu; ışık olup, toplumu aydınlatmayı amaç edinmiş bu aydını.

Benim yüz yüze tanışıklığım hiç de eski bir zaman, değildi.

Daha yeni yeni haberleşiyordum kendisiyle.

İnternet, mail vs. yoktu o zamanlar; ancak mektup yazarak haberleşebiliyorduk.

İlk tanışmam bir panel için İzmir’e gelmesi üzerine olmuştu.

Yanında, kendisinin de hocası olan, 12 Mart döneminin mağdurlarından ünlü anayasa hukukçusu Prof. Dr. Uğur Alacakaptan da vardı.

Panel, asistanı olduğum üniversitemin bir konferans salonunda yapılmış; ona bizim üniversitemizin hukukçu hocalarından Prof. Dr. Seyfullah Edis de eşlik etmişti. Seyfullah Hoca dekandı Hukuk Fakültesi’nde…

Bir yazısınnda Uğur Mumcu ondan söz ederken, Ankara Hukuk’ta sanırım, bir dekanı nasıl tokatladığını söylemişti de aman ne şaşırmıştık!

Deli Çarşambalı’ydı hocam; o uslu adam böyle dellenebiliyormuş meğer…

Çok severdim çok; Almanca jürimde jüri üyesi de olmuştu.

Uğur Alacakaptan’ın, Uğur Mumcu’nun yanında, aynı masada bir panelde ya hocamız; seviniyorduk içten içe, gurur duyuyorduk.

Her ne ise, ne güzel günlermiş o günler meğer…

Uğur Mumcu, panelden sonra enstitümüzü ziyaret etti.

Oturduk, hocamızın odasında çay içtik, sohbet ettik.

Ben o zaman şimdi hesaplıyorum da 28 yaşındaymışım; serde gençlik var.

Üzerinde avcı tarzı yeleği var, kalın bir kumaştan, kahverengi.

Sonraki buluşmamız, Paşaların Kavgası adlı kitabı nedeniyleydi.

İzmir Milli Kütüphane’de bu kitap için basın taraması yapmak istiyordu. Ancak kendisi Osmanlıca bilmediği için, onun adına birisi yapmalıydı bunu.

Enstitüden çıktık.

Sırtında yün bir avcı yeleği vardı; kahve rengi… Kolunun altında siyah bir çanta…

Alsancak’tan Kordonboyu’nca İzmir Milli Kütüphan’ye kadar yürüdük, sahil boyunca.

Anlattı da anlattı.

Bizim göğsümüz taşıyordu sanki, Uğur Mumcu’yla tanışıyor olmaktan; o da biliyorum ki biz gençlerden güç alıyordu.

Püfür püfürdü İzmir’in imbatı.

Ve İzmir Milli Kütüphane’de Zeliha Teyze ile tanıştırmayı salık vermiştik kendisine. Onu görecek, istediği okumaları bu hanfendi büyüğümüze yapmayı önerecekti.

O bizim, sihirli meleğimiz Zeliha Teyzemiz’di, elbette seve seve yapardı bu taramaları, içimize doğmuştu.

Gittik, konuştuk; Zeliha Hanım kabul etti.

Ve ellerimizle uğurladık Uğur Beyi İzmir’den.

Sonra bir de başka bir buluşmamızda o zamanlar Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde yaşanan olaylar nedeniyle, hocam Prof. Dr. Nejat Kaymaz’la ilgili konuşmamızı anımsıyorum.

“Arkadaşımız bizim. Yazıyorum o olayları ve yazmayı da sürdüreceğim” demişti.

Ve yazdı da…

Ve işte şimdi bu yiğit adamdan, kara haber ha!

Ve onu kalleşçe bir pusuda havaya uçurmuşlar, parça parça etmişler bedenini ve gözlüğü, defteri, çantası, parça parça etleri sağa sola savrulmuş ha!

Vay ki vay!

Vay ki, vay anam vay!

Hey gidinin kahpe dünyası hey!

Hey ki koca yiğidim hey!

Bu devran hep böyle mi döner; hep Bolu Beyleri’nin, Hızır Paşaların borusu mu öter bu dünyada ilkin hey!

İçimize öyle büyük bir ateş düşmüş ki gel de söndür, söndürebilirsen.

Enstitümüz o öldürüldüğünde Buca’ya taşınmıştı.

Bornova’da oturan bir kişi olarak benim için Buca’ya gidip gelmek, büyük sorundu.

Önce Bornova'dan Alsancak'a geliyor, oradan trene biniyor, trenle Buca'ya gidiyordum.

Ertesi gün.

Her zaman olduğu gibi, Bornova'dan binip otobüse, geldim Alsancak'a...

Alsancak garında bindim Buca trenine.

Elimde “Cumhuriyet” gazetesi.

Bir gün önce işlenen cinayetin ayrıntılı bilgisini veriyor.

Başlığı bütün sütunlara, şu şekildeydi gazetenin:

"SUSTURAMAZLAR!"

Evet, susturamazlardı elbette, susturamayacaklardı.

Bir Mumcu ölür, bin mum birden yanardı.

Buna elbette kuşku yoktu.

Tarihte hep güçlüler yitirecek, haklı olanlar kazanacaktı; sağduyumuz, deneyimimiz bunu söylüyordu.

Güçlüler yalnızca yaşadıkları dönemde kimi mevziler ele geçiriyordu; ancak asıl sonucu, tarih denilen o unutulmaz bellek belirliyordu.

Düşünün:

Sokretes'i idam ettiler de ne oldu?

Öldürebildiler mi?

Hayır!

Pir Sultan da ölmedi bu anlamda; Kubilay da öldürülemedi.

Ki Uğur Mumcu öldürülsün, olacak iş mi?

Gazeteyi okuyorum trende giderken, bir kompartımanın içindeyim.

Kulağımı tekerleklerin, raylarda çıkardığı seslere vermişim:

“Tık, tık, tık...”

Durmuyor tık tıklar; arada raydan raya geçerken küçük sallantılar, sonra yeniden:

“Tık, tık, tık!”

Ve gazetenin ilk sayfasında, sayfanın sağına konulmuş Uğur Mumcu resmi bana bakıyor:

Daha fazla tutamıyorum kendimi;

Yaşlar, o resmin üstüne doğru boşalıveriyor…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Bir Batı hikayesi
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Saltanat ve yağma kurumu olarak belediyeler...
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Onlar hayatın düşmanıdırlar sevgilim…
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Analar ne yiğitler doğurmuş!
Çağdaş ÖZGÜN
Çağdaş ÖZGÜN
Fotoğraf: İnsanlığımızı yitirirken soytarıya mı dönüşüyoruz?
Kemal ARI
Kemal ARI
Atatürk'ü anlamak...
Oytun NALBANTOĞLU
Oytun NALBANTOĞLU
Göztepe gün sayıyor!
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
Aklıma 'Doğan Kardeş' geliverince… 
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Sandık tartışması...
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva