Tayfun MARO
Kaçınılmaz sona doğru…
23 Temmuz 2015 Perşembe

Herkesin her şeyi söylediği, anlamaktansa anlatmayı yeğlediği, aklın duygulara yenik düştüğü zor zamanlardayız. Gerçekle aramıza örülmekte olan duvarlar hızla yükseliyor.
Toplum gerçeğin bilgisinden uzaklaşırken, toplumsal şiddetin baskısı altında korkuya kapılan birey daha itaatkâr ve munis oluyor, devlet otoritesine koşulsuz boyun eğmeye hazır duruma geliyor. Can güvenliği kalmadığında, toplum diğer bütün taleplerinden vazgeçebiliyor.
Şiddetin dört bir yanı kuşattığı koşullarda herkesi gerilla savaşçısı gibi görenler, sokaktaki savunmasız insanın korkularını anlayamıyorlar.
Ve nihayetinde, her defasında, muktedirlerin halkları korkularından teslim aldığını, sosyal mücadeleler tarihi bize söylüyor.
 
Ülkeyi elan terörize etmekte olan eylemlerin ortak bir özelliği var; kimsenin ötekine “oh olsun" diyemediği ve bütün vicdanları sızlatan kurbanların seçildiği şiddet eylemleri tercih ediliyor.
Sokaklar artık güvenli değil; üniversiteler, AVM’ler, kafeler, parklar, sinemalar, toplantı ve gösteri alanları potansiyel terör mecralarına dönüşüyor.
Ne zaman o lanet olası irade ortaya çıksa, biliriz ki, “ya canımızı ya özgürlüğümüzü” istemektedir. Önce canlar gider, geride kalanlar da özgürlüklerinden vazgeçerler…
 
Türkiye bir kere daha türbülansa giriyor. Kaptan pilot kendi can derdinde, yardımcı pilot çömez, siyaset hızla irtifa kaybediyor. Ülke türbülanstan çıktığında muhtemelen pilotların yerinde yeller esiyor olacak. Ülkenin destabilize edilmesinin anlamı bu olmalı, bir dönem daha kapanıyor.
Güç odakları, dış dinamikler, emperyalistler, uluslararası sistem vs. olarak adlandırdığımız, aslında üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutan sınıf olarak anlamamız gereken muktedirler topluluğu yeryüzünü küresel döneme hazırlıyor.
Küresel dönemde Türkiye sistemde nasıl bir yer tutacak, bu süreçte belli olacak. Bütün mesele, iç dinamiklerin dış dinamikler karşısında, yönetenlerin ülke yararına kararlar alıp uygulamasını sağlayacak kadar dirençli olmasıdır.
 
Türkiye, 1971 muhtırası ve 1980 darbesiyle çok şey kaybetti. Gelişmekte olan bir ülke olarak, sistemin periferisinde kaldı. 24 Ocak kararlarıyla başlayan dönemin en kalıcı etkisi, Türkiye’nin üretimden uzaklaşması oldu.
İkibinli yıllarda izlenen Cumhuriyet’in islamlaştırılmasına yönelik iç politika ve rota değiştiren dış politika sonucu, Türkiye, Ortadoğu ile netameli koşullarda içli dışlı oldu. Üstelik İran, Mısır, Irak ve Suriye ile ilişkiler olabildiğince kötü yönetildi. O Gayya kuyusuna bir kere düşmeye gör!
İçeride hiçbir din ve etnisite grubunun diğerine tahammül edemediği; dışarıda ise yalnızlaşmış bir ülkeyiz. Üstelik şiddet ülkede kol geziyor.
 
Görünen o ki Türkiye’nin önüne ağır bir fatura kondu. Suruç, ödemekte olduğumuz bedel hakkında hepimize bir fikir vermiş olmalı. Bunlar iyi günlerimiz olabilir…
Öyle çaresiz, öyle zavallı durumdayız ki, öldürülen 32 çocuğumuz için yas bile ilan edemiyoruz. İktidarın indinde, Kobane’ye oyuncak götüren çocukların, o Suudi Kralı kadar haysiyeti yok…
Öte yanda, ülkenin tüm sorunlarını Kürt sorununa indirgeyenler, yangına körükle gidiyorlar. İnsan haklarının, Kürt etnisitesinin ve islamcıların haklarından ibaret olmadığı artık görülmeli.
Farklılıklar üstüne inşa edilen siyaset dönemini geride bırakmak ve benzerliklerin öne çıktığı yeni bir dönemin kapılarını aralamak zorundayız.
Bir tercih yapacağız; muktedirlerin önümüze açtığı nefret kapısından geçip birbirimizin boğazına nefretle sarılacağız veya halkların kardeşliğinin sevgi kapısından geçip birbirimize sevgiyle sarılacağız.
Tercih bizim.

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 2 yorum var, 2 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Lombak 25 Temmuz 2015 Cumartesi 11:35

Sn. Maro, insan hakları tüm Dünya'da devletlerce araç olarak kullanılır. Uluslararası insan hakları mevzuatı, güçlülerin haklarını savunmak için vardır. BM'de insan hakları komisyonu üyeleleri, en ağır insan hakları ihlalleri yapan ülkelerden oluşur ki, o komisyondan çıkan raporlar yuvarlak, geçiştirmeci, savuşturmacı olsun.

Yorumu oyla      12      5  
Akıl Çöpçüsü 24 Temmuz 2015 Cuma 00:44

Eyvallah... Dilimize söz, duygumuza köz olmuşsunuz...

Yorumu oyla      12      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Ümit YALDIZ
Ümit YALDIZ
Erdoğan yalnız değil; Özgür Özel de istiyor!
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Türkiye'nin 'en güzeli' İzmir'e!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
AVM krizinde kim kazandı?
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Bumerang!
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Netameli bir tür
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Yumuşama mı, oyun kurmak mı?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Bitki kıyameti
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Gerçek annelik
Kemal ARI
Kemal ARI
Şirince’de Manoli’nin izinde (1)
İhsan Özbelge ÖZDURAN
İhsan Özbelge ÖZDURAN
'İzmirlilik nedir?'
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva