Türkiye'nin ilk Kadın Partisi'nin 25 Haziran 2014 tarihinde kurulduğunu; yönetim kurulunda 7 kadın, 2 erkek üyenin bulunduğunu gazetelerde okuduğumda çok heyecanlandığımı belirtmeden yapamayacağım. Erkek üyelerden birisi olan Psikolog Faruk Öğünç'ün: 'kadınlar siyasete adım atmazlarsa, erkekler onlara bu alanı vermeyecek. Partimiz, feminist bir hareket değil, tamamen kadın hareketidir' sözleri, siyasette kadınların neden halen var olma çabası gösterdiklerini de açıklar niteliktedir.

Gazetelerde okuduğum bu yazı beni yıllar öncesi Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KaDer) başkanı olduğum dönemlere götürdü. 1901-1978 yılları arasında yaşayan, kadın hakları, çocuk yetiştirme, ahlak, nükleer silahlanma, ırklararası ilişkiler, uyuşturucu kullanımı, dünyada açlık gibi bir çok sorunu incelemiş, kültürel farklılıklar konusunda daima yeni fikirler geliştirmiş bilim insanı Margaret Mead: 'Kadını yok sayan yönetim anlayışı her an değişmelidir. Düşünceli ve kendini adamış yurttaşlardan oluşan, küçük bir grubun dünyayı değiştireceğinden kuşku duyulmasın; bu hep böyle olur' sözleri, o günlerde benim de inandığım bir düşüncenin filizlenen tohumlarıydı. Çağdaş uygarlık yolunda ilerleme kararlığında olan bazı kadınların, Türkiye'nin çözülemeyen sorunları, adeta her bölgesinde yok sayılan kadınları ve gençleri için ve onlarla birlikte 'kadın partisi' kurmaya niyetli olduklarını hep biliyordum. Bu yola çıkışın ise asla bir 'cinsiyet ayrımcılığı' mücadelesi olmayacağı meydandaydı. Bu tamamen kadınların hemcinsleri ile birlikte oluşturdukları 'değişim hareketi'ydi. Dünyada kadın partisi girişimleri genellikle 'kuzey ülkelerine' yönelik faaliyetler arasındadır. Bu konuda çok başarılı oldukları söylenmese de, 'Erkek demokrasiden- Gerçek demokrasiye' geçiş sürecinde dünyadaki pek çok kadına 'ilham' vermiştir.

Kadınların siyaset ile ilgilenmeye başlaması çok geçmiş yıllara rastlamaktadır. Ancak en büyük dönüşüm her halde ilk kadın başbakanımız Tansu Çiller'in siyaset arenasın da kendisini göstermesi ile başlamıştır. O döneme kadar hep erkeklerin arkasında siyaset ile ilgilenen kadınlar, bu dönemden itibaren 'neden ben de olmayayım' demişler ve bambaşka bir ortamın oluşmasına neden olmuşlardır. KA-DER başkanlığım sırasında kadınların siyasette var olmaları ve parlamentoda daha fazla sayıda varlık gösterebilmeleri konusunda çok güzel çalışmalar yapmıştım. Siyaset ile ilgili genel bir düşüncem olmadığı için de derneğe katılan her partili kadına eşit mesafede kalabilmek bu açıdan bana önemli bir bakış açısı kazandırmıştı. Bu bakış açısı daha sonraki yıllarımda yaşam felsefem haline bile dönüştü.
O günlerde, bir toplantı yapıyorduk. AK Partili, CHP'li, MHP'li bütün kadınlara konuşma hakkı veriliyordu. Orada kadınların siyasi kimlikleri değil, kadın kimlikleri ön plandaydı. Dostluklar burada daha kolay kuruluyordu. Amacı ve hedefi :'kadın-odaklı' oluşturduğunuzda oluşan görüntü herkesi de mutlu ediyordu. O günlerimi hatırlıyorum, her partiye ziyarete gidiyor ve kadınlar ile konuşuyordum. Bütün kadınların tek bir düşüncesi vardı; bilinçlenmek ve ayaklarının üzerinde durabilmekti. Bunu geleceğin Türkiye'si için istiyorlardı. Farklı bakış açılarına sahip partiler içinde bulunmanın geri bildirimi aslında bütün dernek üyelerimiz için de değişik bir deneyimdi. Hoşgörülü olmayı, birbirimizi anlamayı bu şekilde başarmak büyük bir kazanç ve zaferdi aslında…

Birbirimizi dinleyebiliyor, neler yapabileceğimizi konuşabiliyorduk. Belki de aynı partiler içinde bulunan kişilerin bile yapamadıklarını biz bu oluşum sırasında başarmıştık. Farklı parti mensubu kadınlar ile birlikte 'mahalle mahalle' gezecektik. Kadınların evlerini ziyaret edecek siyasetle uğraşan 'kadın' sayısının artışının bir şehir için neler kazandırabileceğini anlatacaktık. Hatta bir ara bu düşüncelerimizi o kadar abartmıştık ki, küçük bir tiyatro ekibi kuracak, bu olayı görsel hale getirecek ve Türkiye genelinde turnuvaya çıkacaktık. Televizyonlarda o günlerde 'kamu spotu' diye kısa metrajlı film yoktu ama biz sponsorlar bulacak ve ülkemizde tanınmış kişilere bu düşüncelerimizi aktarması için rol almalarını isteyecektik.

Siyaset ile uğraştığın zaman toplumsal olaylar ile daha yakından ilgileniyorsun doğal olarak. Mahallenin sorununa çözüm bulan kişinin 'muhtar', şehrin sorunlarına çözüm bulan kişinin 'belediye başkanı', ülkenin sorunlarına ise 'milletvekillerinin' olduğunu gördüğünde, bu işi daha iyi yapabilecek kişilerin aslında 'kadınlar' ın da olabileceğini anlatmak bütün dernek üyelerini daha da hırslandırıyordu.

KPG (Kadın Partisi Girişimi) Yürütme Kurulu adına bu işi üstlenen Benal Yazgan'ı kutluyorum. Siyasi kulvarda ve gelecek seçimlerde 'Kadın Partisi' olarak seçimlere girme isteği ve mücadelesi küçümsenmeyecek derecede takdir edilmeye layık bir düşünce diye düşünüyorum. Ben, siyasete sevmedim. Ama siyasi kişiler ile görüşmek ve tanışmak bana çok güçlü meziyetler kazandırdı. Tutkulu ve inançlı olan insanların muhakkak yanında olmam gerektiğini; eşitlikçi ve adil bir yönetim anlayışını benimsemeyi; katılımcılığın ve herkesin fikrini söyleyeceği bir ortamın gerçek demokrasi olduğunu görevde bulunduğum süre içinde öğrendim. Aslında bu 'değerleri' öğrenmek için insanların bir derneğe üye olması gerekmiyor; bu ilkeler 'insani değerler'imiz arasında ve bunun farkına varan kişiler de iyi yönetici ve lider oluyorlar.

'Lider mi doğulur, lider mi olunur' sorusunun yanıtı da bu ikilemde saklı... Liderlik ve yöneticilik 'geliştirilebilir' bir özelliktir. Herkesin yaşam boyu kendini yenilemeye, geliştirmeye, öğrenmeye ihtiyacı vardır.