Geçenlerde sonsuzluğa uğurladığımız türkülerin ustası Neşet Ertaş'ı anlamak için önce babasını, aile çevresini, yetiştiği töre ve gelenekleri bilmemiz gerekir. Onu var eden kültürel değerler neydi, eskilerin deyişi ile bunun künhüne varmak icap eder.
Neşet Ertaş, belki de aşıklık geleneğinde ustalardan el alan son temsilcilerden biri idi.
Çünkü babası da onun kadar bir ses ve saz ustasıydı.
Neşet Ertaş üzerine sonsuzluğa çıktığı yolculuk nedeniyle çok yazıldı.
Bu nedenle oğul için değil, bugün babası için yazmak istiyorum.
Kimdi Muharrem Ertaş?
1913 yılında Kırşehir'de dünyaya geliyor. Dayısı Bulduk ve Yusuf ustalardan saz dersleri alıyor. Kırşehir bozlak ve halay havalarını kendisine has bir üslupla çalıp söylüyor. Oğlu Neşet Ertaş ve Keskinli Hacı Taşan'ı yetiştiriyor. TRT arşivlerinde yüze yakın bozlak, halay ve hikayeli türküsü kayıtlı bulunmakta. 1984 yılında da yine Kırşehir'de aramızdan ayrılıyor.
Sesi ve sazıyla Türk halk müziğinin bu unutulmaz sanatçısı Muharrem Ertaş...
'Çırak Aranıyor', 'Çaylar Şirketten' şiirlerimin peşine düşerek Anadolu'yu ve insanını keşfe çıktığım 70'li yılların ortaları...
İşte bu günlerden bir gün, 1976 yılının İzmir'inde, hatıra takviminin bir yaprağını da Muharrem Ertaş ile fotoğrafımız süslemekte...

Oğul Neşet Ertaş İzmir Fuarı'nda sahneye çıktığından yaz sonu, sonbahar başlangıcı olmalı...
Muharrem Usta 63 yaşında, ben neredeyse onun yarısı yaşta: 32...
Fotoğrafın sol başında rahmetli Kemal abi... İzmir Kemeraltı'nda Eczacıbaşı eczanesinde çalıştığı için 'Eczacı Kemal' olarak tanınmakta, kendisi dahi soyadını bilmiyor. Yelek cebinde taşıdığı 'özel' kadehi ile her akşam meyhanede ve her akşam 'meze' olarak yalnızca 'şiir'i kullanmakta...
Sağ baştaki gençlik arkadaşım 'Yün Saçlı' Ali İhsan... O yıllar TRT İzmir Radyosu'nda Türk halk müziği denetçisi...
Muharrem Usta da onun vasıtasıyla fotoğrafta yer almakta...
Önce Pasaport'ta bir sabah çayı içiliyor. Ardından Muharrem Usta'nın çok sevdiği Halep işi burma tatlılardan ve tabii sazı da alınarak Urla'ya, tiyatro sanatçısı Mustafa Yalçın'ın (o da artık aramızda değil) evine gidiliyor.
Artık söz de saz da Muharrem Ertaş ustanın...
'Usta' diyorum, 'Mezar arasında harman olur mu türküsünden mi başlamalı?'
'Dur' diyor, 'aceleye gelmez, her bir şeyin sırası var.'
Çünkü sözün de sazın de bir adabı, erkanı var. Dinlemenin de...
Ve kendi kavlince önce sazıyla, sonra sözüyle bir şölene duruyor.
Arada nefes aldıkça da hayat hikayesini anlatıyor.
Bulduk Dayısı ki, sazı ondan öğrenmiştir. O, köyde bir minareye çıkarmış, arkadaşı Yusuf yakın köyde bir başka minareye... Ama arada dağlar var, birbirlerini görmeye engel. Bir Bulduk Dayı söylermiş, bir Yusuf Usta... Yüz yüze değil, ses sese atışırlarmış böylece...
O gün işte, gömleğinin ak-beyaz yakasını hiç açmasa da böyle bir geleneğin temsilcisi olarak Muharrem Usta, sözün ve sazın nice kilit vurulmuş kapılarını aralayıp açtı...
Bugün, oğul Neşet Ertaş'ta da yaşayan tevazunun, ağır başlılığın, gönül ve kadir bilirliliğin bir nişanesi olarak....
O gün ustaları kadar, öğrencilerini de anlatacak ve birkaç yıl sonra öğrencisi Hacı Taşan'ı Keskin'de bulacaktım.
Hacı Taşan, uzunca bir masanın en başında oturmaktaydı. Her türküsünün ardından elden ele dolaşan paralar, yelek cebinde birikiyordu yemek boyunca... Bu masada hesabın adı yoktu. Hesap, Hacı Taşan'ın yelek cebinde biriken paralarla ödenecekti... Bu, dostlar sofrasıydı çünkü...
O günün hatırası yalnızca Muharrem Usta ile çektirdiğimiz bu fotoğraf mı?
Bir de gazetecilik hayatımda nadiren kullandığım bir ses alıcısına Muharrem Usta'nın o gün çalıp söylediklerini kaydetmiştim. Bir uzun yıllar, bu kaset hatırama yoldaş oldu ve bir gün türkülere aşina bir şair arkadaşın unutkanlığında yitti gitti...
O günlerden bu fotoğraf kaldı yadigar olarak işte...
Bir de her zaman saygıyla anılacak hatıraları...
Neşet Ertaş işte böyle bir yolun ender yolcularından biri idi.
Hepsinin hatırasına saygıyla…