Dokunma cesaretini gösterebilenler için.
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin
Ahmet Arif
Bu sabah CNN'de spor programı sunulurken aniden kopan alkışlar hem sunucular hem de izleyicileri şaşkına çevirdi. Kameralar sunum masasının arkalarına çevrildiğinde gözünden yaşlar akan Ayşenur Aslan'ın yanındaki uzun boylu, yorgun adamı tanımakta güçlük çektim. Kamera yaklaştı ve gözlerindeki ışıktan anladım ki Nedim Şener geldi. Bu, kişisel tarihime kazınacak bir cümledir: NEDİMLER, AHMETLER GELDİ..
Baharın ilk cemresi bu sabah düştü. Bu sabah inandım ki doğayla kavga edilmez, her şey olması gerektiği gibi olacak ve diğer cemreler de sırasıyla ülkemin havasına, suyuna, toprağına düşecektir. Bugünden başlayarak kişisel tarihime yeni cemre cümleleri düşecek: BALBAYLAR GELDİ, MÜESSERLER GELDİ. Cemreler bittiğinde ise Dağlarına Bahar gelecek memleketimin, karanfil kokacak cigaram. Bu coğrafya hep acılar beşiği olmuştur. Bedrettin'den, Nesimi'den, Börklüceli'den başlayan Mustafa Kemal'ler, Deniz'ler, Mumcular'la devam edegelen bir süreçte insanlarımız hapislerde çile doldurduysa Madımaklarda yakıldıysa, Maraş'ta, Gazi'de katledildiyse hep bu ülkenin dağlarına baharın bir başka güzel geldiğini bildiklerinden, o bahara vurgun olduklarındandır. Ve Bedrettin'den başlayan bu süreçte zalimlerin, egemenlerin tüm engelleme çabalarına rağmen bahar bu ülkeye hep gelir. Halkım hiç bilmese de yaşadığı tüm baharları bu insanlara borçludur. Çünkü baharlar ve dağlar özgürlük ateşine vurgundur.
Dağlarda tek tek ışıklar yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
Güzel, rahat günlere inanıyordu
Nazım Hikmet
Bu sabah Abidin'in düşü gerçek oldu, mutluluğun resmi çizildi. Şimdi hepimiz keyifle izliyoruz. Ama yaşadığımız bu mutluluğu 375 gündür onurlu bir savaş veren ANGA (Ahmet ve Nedimin Gazeteci Arkadaşları grubu), kelle koltukta her Allahın günü programında onları anmadan geçmeyen Ayşenur Aslan, onların olmadığı yerde gazetecilik yapmayı reddeden Haluk Şahin'e ve sayısız diğer kahraman borçlu olduğumuzu biliyor muyuz? Onlar özgürlükten yana oy kullandılar. Bir kısa gün dinlendiler ama hepsi o kadar. Şimdi iki arkadaşlarını rutubetli hücrelerden güneş ışığına çıkardıktan sonra işbirlikçilerin sloganlarına inat 'EVET AMA YETMEZ' diyor ve diğerleri için korkusuz bir savaşı sürdürmek üzere sokaklara dönüyorlar.
Peki ya aydınlarımızın içeride kalması için savaş veren, sosyalist eskisi güruh ve onlara eklemlenen çaylak liboşlar? Bu sabah Nedim'in anlattıkları karşısında utanç duymadılarsa bile haklarında salt nefes alıp verdikleri için bir şiiri hak ederler. Onlar için başkaca söze gerek yok.
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
Akarsuyun,
Meyve çağında ağacın,
Serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş, dökülen et -,
Bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp
Gidecekler.
Ve elbette ki sevgilim, elbet,
Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
Bu güzelim memlekette hürriyet!'
Nazım Hikmet
Dostlarım; Doğan Yurdakul'un kızı babasını görmek için sütyeni olmadığını kanıtlamak, Nedim'in 9 yaşındaki kızı eteğindeki metal düğmeler yüzünden eteğini çıkarıp, bir ceketi beline dolamak zorunda kaldığında, Özkan'ın kızı Çarşamba günleri babasını ziyaret ettiği için okuldan uzaklaştırıldığında, kemoterapi gören kanserli bir eşin başından peruğu çıkarıldığında biz evimizdeydik. Tüm Türkiye başörtüsü, imam hatip özgürlüğü hakkında ahkam kesiyordu. İktidardan yana olmayan kentlerde belediye görevlileri 'örgütlü olarak' içeri alınırken şehrin 'ileri gelenleri' (ama nedense ileri gitmeyenleri) beldelerini 'zenginleştirecek' partiyi seçmek gerektiğini tartışıyordu. Biz bu küçük hesaplarımız, zenginleşme hırslarımız, sözde gelişmişlik kavgalarımızla uğraşırken BÜ, ODTÜ ve Amerika'da bir üniversitenin ODA TV davasının hard disklerinin 'orijinal olmadığı' yönünde rapor verdiğini duymadık. Balyoz davası iddianamesinde 1500 fiili ve fahiş hatanın listesinin çıkarıldığını yazmadı gazeteler. Hrant'ı öldürenler 22 yılla yargılanırken Hrant için kitap yazmış olan Nedim'in 32 yılla yargılanmasını, ODA TV davasının iki bayan sanığından 8 yılla yargılanan İklim Bayraktar tutuksuzken 6 yılla yargılanan Müyesser Yıldız'ın tutuklu olmasındaki yaman çelişki gözlerden de yüreklerden de uzak kaldı.
Ama tüm bunlara rağmen ilk cemre düştü işte. Duyarlılığını kaybetmemiş yürekler bize baharın gelebileceğini ve aslında her zaman geldiğini gösterdiler. 'Dokunan yanar' uyarılarını 'ben yanmasam, sen yanmasan kim çıkaracak karanlıkları aydınlığa' dizeleriyle yanıtladılar. Mayınlı tarlaya ilk adımı onlar attılar, dönüp bize 'gelebilirsiniz' dediler. Bahar güneşinde ısınmayı hak etmek için onlara bir bakmak çok mu zor? Çünkü biliyorum ki yüzlerine bir kez baktığımızda, seslerini bir kez işittiğimizde bizzat 'namusla' yüzleşecek ve hep orada, o baharda kalacağız.