EGEDESONSÖZ – Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ve İzmir Tabip Odası 26 Nisan 1986’da meydana gelen Çernobil faciasının yıldönümü dolayısıyla 'İzmir'in Çernobili' olarak anılan ve gömülü radyoaktif atıkların bulunduğu Gaziemir'deki eski kurşun fabrikasına dikkat çeken bir açıklama yaptı.
Kitap Fuarı’nın sürdüğü Kültürpark içerisindeki Yunuslu Havuz önünde yapılan açıklamada İzmir Gaziemir’de ise 1940'lı yıllarda kurulan Aslan Kurşun Fabrikası sahasında 2007 yılında tespit edilen nükleer atıklar ile ilgili olarak aradan geçen 18 yıllık zaman diliminde İzmir halkının nükleer atıklarla birlikte yaşamaya devam ettiği ifade edildi. Açıklamada nükleer santral girişimlerinden vazgeçilmesi çağrısı yapıldı.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
Bugün Çernobil nükleer felaketinin 39. yıl dönümü. 26 Nisan 1986 tarihinde Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Pripyat şehri yakınlarında bulunan Çernobil Nükleer Santrali'nin 4 numaralı reaktöründe patlama meydana geldi. İlk ana patlamadan sonra yaşanan ara patlamalar ve yangınlar 13 Mayıs 1986’ya kadar sürdü. Patlamalardan sonra oluşan radyoaktif maddelerle yüklü bulutlar rüzgarın götürdüğü yerleri kirletti. Bu kirlenmeden, başta Trakya Bölgesi ve Karadeniz kıyıları olmak üzere ülkemiz de etkilendi. Kaza, Uluslararası Nükleer Olay Ölçeği'ne göre bugüne kadar meydana gelmiş en büyük nükleer kazalardan biriydi. Diğeri de Fukuşima Nükleer felaketiydi.
Türkiye’nin o günkü yöneticileri, televizyon ekranından çay içerek, çayda radyasyon olmadığını göstermeye çalıştılar. Elbirliği içinde, yaşamımızı tehdit eden tehlikeyi bizden gizlediler. Şimdiki yöneticiler de Akkuyu’dan sonra Sinop’a da nükleer santral kurma ısrarındalar. Bu sayede Sinop’u marka yapacaklarını söylüyorlar. Asıl marka, Çernobil ve Fukuşima’dır; yıllar içinde binlerce kişinin ölümüne, sağlıksızlaşmasına yol açacak faciaların markasıdır.
Çernobil ve Fukuşima’dan başka dünya genelinde 1944’den bu yana yüzlerce radyasyon kazası meydana geldi. İşin ilginç yanı henüz faaliyette olan bir nükleer santrali olmamasına rağmen Türkiye’de de radyasyon kazaları ve kirlenmeleri yaşanmış ve yaşanmaktadır. İstanbul’da Aralık 1998 ve Ocak 1999’da Kobalt 60 teleterapi kaynaklarının taşınmasında kullanılan iki kabın hurda metal olarak satılması sonucunda ciddi bir radyolojik kaza meydana gelmişti. Hurdacılıkla uğraşan Ilgaz ailesinin tüm üyelerinde çok ciddi sağlık sorunları görüldü, bazıları yaşamını kaybetti. Gaziemir’de bulunan bir kurşun fabrikası sahasında Eu 152 izotobu içeren nükleer yakıt çubuğu atıkları ortaya çıktı. 2007 yılında fark edilen atıkların bulunduğu saha, aradan geçen 18 yıllık sürede halen temizlenemedi. Son aşamada yapılan çalışmalarla atıkların kontrolsüz şekilde nereye döküldüğü bilinmiyor.
Aktif deprem kuşağında olan ülkemizde Nükleer Santraller kurulması, bile bile facialara davetiye çıkarmaktır.
Bilim insanlarının Kahramanmaraş ve civarında büyük deprem olacağı uyarıları dikkate alınmamış ve önlem alınmadığı için de 6 Şubat’ta yaşanan depremler, on binlerce insanımızın yaşamına mal olmuştur. Ülkemiz bir deprem ülkesidir ve benzeri çok büyük depremler birçok kez olacaktır. Bir doğa olayı olan depremleri afete dönüştüren ise yeterli önlemleri almayan yöneticilerdir.
Kahramanmaraş depremlerinin ardından Hatay’da tsunami uyarısı yapıldı. Deprem, 200 km uzakta ve karada olmasına karşın bu uyarı, Akkuyu’ya 150-200 km uzaklıkta, karada veya denizde oluşacak bir depremin tsunami yaratabileceğini göstermektedir. Kaldı ki, Akkuyu’ya çok daha yakın olan Kıbrıs Ada yayı ve Helen yayı dediğimiz bindirme faylarının oluşturacağı depremlerin tsunami yaratması çok yüksek olasılıktır. Bilim insanları ısrarla uyarıyor:
Helen ve Kıbrıs yayını bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, İzmir'den İskenderun'a kadarki kıyı şeridi tsunami tehlikesi altında."
Depremlere, tüm uyarılara rağmen hazırlıksız yakalanan ülkemizde, yeterli önlem almayan, yeterli ve etkili denetim yapmayan yöneticiler yüzünden kaotik bir ortam yaşanıyor. Bu yüzden de halkımız, Türkiye’nin ilk nükleer santralinin inşa edildiği Akkuyu için derin bir endişe taşıyor. Çünkü, Kahramanmaraş depremleri, 200-300 km uzaklıkta bile büyük yıkımlar yaratmışken, Akkuyu yakınlarında oluşabilecek deprem veya depremler Akkuyu Nükleer Santrali’ni de etkileyebilecektir. Aşağıdaki şekil, riskin büyüklüğü hakkında bir fikir vermemizi sağlamaya yeterlidir.
Diğer yandan, ikinci nükleer santralin yapılması için çalışmalar yürütülen Sinop’ta da durum çok farklı değil. Sinop, her ne kadar deprem tehlikesi düşük bir bölge olarak sunuluyorsa da bilim insanları bunun aksini söylüyor. ÇED raporunda, Karadeniz sınırları içerisinde varlığı belirlenen fayların ve Kırım Fayı’nın oluşturacağı büyük depremlerin, Sinop Nükleer Santral alanındaki etkileri yeterince irdelenmemiştir. 250 km uzaklıkta oluşan bir depremin Fukuşima’daki sarsıntı ve tsunami etkisinin sonuçlarını hepimiz biliyoruz. Binlerce km uzaklıktaki Amerika kıyılarında bile tsunami uyarısı yapıldığı dikkate alınırken, Sinop’un Kırım’a çok uzak olmaması nedeniyle olası riskleri ve uyarıları dikkate almak elzemdir. Ya Karadeniz içerisindeki fayların etkisi ne olacak? Sinop yakınlarında diri faylar mevcut ve Kuzey Anadolu Fayı ise sadece 120 km kadar uzaklıkta.
Konu sadece depremlerle de sınırlı değil elbette. Kuzeyimizde, daha ne kadar süreceği belli olmayan Rusya- Ukrayna Savaşı, bölgedeki istikrarsızlığı açıkça ortaya koyuyor. Gerek Çernobil ve gerekse Zaporija Nükleer Santrallerine yapılan saldırılar, nükleer tehlikenin başka bir boyutudur. Bölgedeki istikrarsızlığın ülkemize de sıçramayacağının herhangi bir garantisi yok. Güneyimizde ise sürekli kaynayan Ortadoğu, her an sonu çok kötü olabilecek saldırılara açıktır.
Türkiye ile Japonya arasında yapılan anlaşmayla Mitsubishi Heavy Industry ve AREVA firmaları tarafından ATMEA1 tasarımlı, basınçlı su reaktörü teknolojisiyle Sinop’ta nükleer santral yapılacaktı. Ancak Japonya’nın 22 Haziran 2021 tarihinde gönderdiği mektupla bu anlaşma feshedildi. Şimdilerde Türkiye Nükleer Enerji Anonim Şirket (TÜNAŞ) ve Enerji Tabii Kaynaklar Bakanlığı, basınçlı su reaktörü teknolojisiyle çalışacak nükleer santral kurabilecek ülke arayışında. Yani ortada somut bir proje olmadığı halde, olmayan projenin ÇED olumlu kararının iptali davaları görülüyor. 24 Nisan Perşembe günü toplam 600 bin liraya mal olan keşif yapıldı.
Çernobil faciası sonrası yıllarca kamuoyundan saklanan yüzlerce nükleer kazanın ortaya çıkması, nükleer lobinin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.
İzmir’in Çernobil’i olarak adlandırılan Gaziemir nükleer atıkları da ülkemizin bu konudaki aymazlığının bir göstergesi. Sadece uranyumun, nükleer santrallerde kullanıldıktan sonra dönüştüğü europium 152 nükleer atığının Gaziemir Kurşun Fabrikası’nda ortaya çıkması, ülkemizin ne büyük tehlike altında olduğunu ortaya koymaktadır. Satılması yasak olan, taşınması çok sıkı kurallara bağlı olan bu nükleer atıklar ülkemize nasıl sokulmuştur. Gaziemir ve hatta İzmir halkının sağlığı büyük tehlike altındadır. Yetkililer o kadar aymazlar ki bu nükleer atıkları sıradan atıklar gibi kamyonlarla taşınarak daha birçok yere yayılmasına göz yumabiliyorlar. Yöneticilerin bu aymazlıkları, çok daha büyük riskler taşıyan ve bir kaza durumunda yüzlerce km uzaklıklarda bile ölümlere neden olabilecek, atıklarının yüzlerce yıl kaybolmayacağı bilinen nükleer santraller kurması hepimizde derin kaygılar oluşturmaktadır.
Diğer yandan, Çernobil’de, bir deprem olmadı ama insan kaynaklı küçük bir hata, etkisi kırk yıldır süren ve yüzlerce yıl daha sürecek olan o büyük kazayı oluşturdu. Çernobil’den 1000 km uzaklıktaki Karadeniz bölgemizde kanser olgusundaki büyük artış ise tehlikenin büyüklüğünün açık göstergesidir.
Dünyada bugüne kadar yaşanan deneyimler bize bir şeyi göstermiştir: Nükleer santrallerin güvenilirliği konusunda hiç kimse garanti veremez. Diğer yandan nükleer santrallerin kurulum ve işletim süreçleri dikkate alındığında, nükleer enerji çok pahalı. Bunlara katlanılsa ve hiç bir kaza olmasa da yok edilemeyen atıkları, bugünün ve gelecek kuşakların sağlığını tehdit etmekte. Nükleer santraller dünyayı nükleer atık çöplüğü haline getiriyor. Nükleer enerji temiz bir enerji değil. İklim krizine karşı alternatif olamaz. Fosil yakıt enerjisi mi, nükleer enerji mi sorusuna verilecek en kestirme yanıt; “ölümlerden hangisini seçersin” sorusudur.
Çernobil’in yıldönümünde yetkililere sesleniyoruz:
Bir depremle veya insan hatasından kaynaklanabilecek bir kaza ile çok büyük felaketlere yol açabilecek, milyonlarca insanın yaşamını etkileyebilecek olan Nükleer Santral projelerini derhal durdurun. Hayatımızı riske atmayın. Dünyayı nükleer çöplük haline getirmekten vaz geçin.
Ne ülkemizde ne de dünyanın herhangi bir yerinde nükleer santral istiyoruz.
Nükleere Hayır, Yaşasın Hayat!