Tayfun MARO
Dünya demokrasi tarihine katkı yapmak!
25 Kasım 2016 Cuma

Yönetim biçimi olarak demokrasiyi tercih ettiğini her fırsatta ifade eden islamcılara inanmak istedim. Bir neden aradım. Bulamadım. Aksine, demokrasiden uzaklaşmak için çok fazla nedenleri var. 
İyi de, hal böyle ise, demokrasiyi savunmanın anlamı ne? 
Bence, “yeni güvenlik konsepti” üstüne Erdoğan’ın yaptığı konuşma, meselenin aslının demokrasi olmadığına dair bir fikir veriyor. Demokrasi elan araçsal konumunu koruyor.

Merkez sağ, AKP iktidara geldikten sonra güç kaybetti. 1950’den beri iktidarda olan muhafazakârlar, bu defa, kendi içinde barındırdığı islamcı kanada teslim oldu. 
Kanımca, İslamcılar demokratik yollardan varmak istedikleri hedeflere ulaştılar; Demokrasiyle gidilecek yolun sonuna geldiklerini ve tramvaydan ineceklerini gösteren gelişmeler birbirini izliyor. 
Bu şartlarda, islami düzene teslim olan muhafazakârların demokraside ısrar etmesi uzak ihtimaldir. Gelinen son aşamada, muhtemelen, devleti ve toplumu bütün kurumlarıyla İslamlaştırmak hedeflenecektir. Ve bu durumda, İslamcıların indinde zaten salt bir araç olan demokrasi, eskiden olduğu gibi kabul görmeyecektir.
Hal böyle iken, ‘dünya demokrasi tarihine katkı yapmak fikri’ islamcı cenahta ses getirdi…
Nasıl getirmesin! 15 Temmuz sürecinin getirdiklerinin meşruiyeti söz konusu… Siyasal islamın demokrasiyle yapacağı son tango… Şık bir final…
Yanı sıra, ana darbenin maddi koşullarını hazırlayan öncü darbe girişimine verilecek en inandırıcı tepkinin “demokratik” olması, anlaşılır bir durumdur. 
Demokrasinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla işlemediği, işletilmediği koşullarda, “varmış gibi yapılan” demokrasi… Büyüklerimiz “demokrasi var” dediği için varolan demokrasi...

Globalleşen dünyanın gösteri ve tüketim toplumunda yaşıyoruz, imaj her şeydir. Algı yönetimiyle zihinlerde oluşturulan sanal gerçeklik, gerçeğin bilgisinin yerini almış bulunuyor. Siyasal iktidar, toplumun neye inanmasını istiyorsa, medya üzerinden yarattığı algıyla bunu sağlıyor.
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimiyle başlayan olağan dışı dönemde, işte bu algı yönetimi marifetiyle, gerçekten olağanüstü hal yaşıyor. “Dünya demokrasi tarihine katkı yapmak” da bu halin bir ürünüdür.
Yaratılan algının bir adım ötesinde ise, toplumun, yeni bir kurucu irade tarafından, yeni bir kuruluş fikriyle buluşturulduğunu görüyoruz.

Dünya yönetilebilir olmaktan hızla uzaklaşıyor. O bildiğimiz dengeler alt üst olmuş durumda. Kapitalist sistemde endüstriyel dönemin yol açtığı teknolojik sıçrama sonrasında gelişen üretici güçler, bilişim devrimiyle birlikte, üretim ilişkilerinde değişim sürecini tetikledi;
Küreselleşmeyle başlayan değişim ve dönüşüm sürecinde zuhur eden yeni sosyoloji, kamusal yaşam normlarını altüst ediyor. 
Bilişim devriminin getirdiklerinin uluslararası sistemde güçler dengesini değiştirmesi, güç kaybeden kapitalistlerin gözünü karartıyor; okyanuslarda sular ısınıyor, savaş tehdidi büyüyor. 
Toplum, artık o bildiğimiz endüstri toplumu değil. Dünya, artık o bildiğimiz Dünya değil. Yeryüzüne günbegün belirsizlik hâkim oluyor.
Bu hengâmede, bozulan dengelere bağlı olarak ortaya çıkan olağandışı gelişmelerin cesaretlendirdiği olağandışı tutumlar, gündelik hayatın olağan akışının parçası oldu.
Ve yine bu hengâmede, İslamcıların “Dünya demokrasi tarihine katkı yapmak”  arzusunu, olağandışı gelişmelerin cesaretlendirdiği olağandışı bir tutum olarak anlamak pekâlâ mümkündür.

Dünya ölçeğinde işlerin şirazesinden çıktığı zamanlardayız. Ve yeniden dengeye gelme ihtimali giderek azalıyor. Kapitalistler arasındaki vahşi rekabet ve “endüstri 4.0”ün ayak sesleri, yeryüzünü yaşanılır olmaktan çıkarabilecek riskleri de barındırıyor. Bu defa burjuvazi başaramayabilir ve kapitalizmin beşyüz yıllık tarihsel varlığı son bulabilir.
Böyle bir zamanda, belirsizlikten doğan umutsuzluk ve çıkışsızlıkla malul insanın kendini güvende hissetmemesi ve yeni arayışlara yönelmesi olağandır.
Nitekim Türkiye’nin AB ve NATO ilişkileri tıkanmak ile tükenmek arasında gidip geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu durumun fazlasıyla farkında ve muktedir olduğuna inanan bir lider olarak, her muktedir gibi, kendi yoluna gitmek istiyor. Lozan ve Sevr üzerine söyledikleri, açıkça bu durumun ifadesidir.

Belirsizliğin giderek koyulaştığı bir çağın orta yerindeyiz. Zihinlerimiz de bulanık…
Dünyada değişen güç dengeleri, Türkiye’nin Lozan’da bırakmak zorunda kaldıklarını geri almanın koşullarını hazırlamış olabilir mi? Erdoğan ve ekibinin böyle bir bilgisi mi var?
Yeni Dünya düzeninde, “Yeni Türkiye”, tarihsel olarak ilk defa yönünü doğuya çevirmekten ve Şanghay İşbirliği Örgütü’nde yer almaktan söz ediyor. Mümkün mü?
Küresel düzende, İslamiyetin antikapitalist mücadelede öncü bir rol oynama ihtimali var mı?
Bu kritik soruların yanıtlarını henüz bilmiyoruz. Ancak el yordamıyla durumu kavramaya çalışıyoruz.
Bir ihtimal, “Yeni Türkiye”nin kurucuları, değişen Dünya düzenine, “Türk usulü başkanlık” ve “Türk usulü demokrasi” ile kendince bir katkı yapmayı tasarlıyor olabilir.
Dünya demokrasi tarihine giderayak katkı yapma fikri veya Lozan’ı revize etme ihtiyacı, böyle bir arzunun tezahürü olabilir… Hadi hayırlısı…

Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Lombak 25 Kasım 2016 Cuma 12:18

Dünya'da değişim kaçınılmazsa, ayak uydurmak hatta mümkünse kendi çıkarına hizmet edecek şekilde kontrol etmek lazım. 20. yüzyıl dünya tarihinin en kanlı yüzyılı oldu. 21. yüzyıl da bugüne kadar aynı eğilimde. Devletler tarihinde değişmeyen sınır pek yok. Bütün savaşlar da aslında göç ve mülteci tarihi. Türkiye'nin sınırlarında bazı kayıplar bekleniyorsa, devletin refleks olarak bunları başka yerlerden telafi etmesinin beklenmesi gerekir. Ayrıntıya girmeye gerek yok. Ama hiçbir devlet sürekli toprak kaybı tehdidiyle terbiye edilemez. O zaman devlet alternatif toprak kazanım planlarını da dünyaya hissettirir. Bunlar normal. Lozan da çok önemli ve temel belgemiz. Ama ülkemizde Lozan'a dayanan toprak bütünlüğüne dayalı barış ortamının devamı dış güçlerin dengeleri lehimize kullanmalarına bağlı. Bu açıdan bakıldığında devletin dış politikası pek yanlıştır diyemem. Yanlış olan üsluptur. Rakipleriniz içinden taraftar toplayamayan bir dil kullanılmasıdır. Bunun yanında NATO'da eşit üye, AB konusunda ise tek taraflı bağımlı ve aday olduğumuz unutulmamalı. Sürdürülebilir olmayan AB adaylığıdır. NATO'da sorun çıkması güç. Ayrıca bir zamanlar demokrasinin beşiği olan yerlerde, zenginler dışındakiler, sonra beyaz erkekler dışındakiler, sonra kadınlar ve azınlık gruplar ne zaman oy kullanmaya başlamış bir bakmak lazım. Biz 1923'te önceki 150 senedeki tüm eksikleri telafi ettiğimiz gibi yer yer onların önüne de geçtik. Türkiye deneyimini gereğinden fazla mı yeriyoruz acaba?

Yorumu oyla      11      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Böyle mi olacaktı?
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Çıkışlar kapalı
Kemal ANADOL
Kemal ANADOL
Bardak boş mu dolu mu?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
19 Mayıs 'yorulmadan' ilerleme günüdür
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Ben böyle inanıyorum!
Çağdaş ÖZGÜN
Çağdaş ÖZGÜN
Çocuklukta yaşamsal sorunlar üzerine
Ümit YALDIZ
Ümit YALDIZ
Değişimin ayak sesleri!
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Büyük Altaylılar haydi kongreye!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
19 Mayıs'tan Lozan'a...
Dr. Hakan Tartan
Dr. Hakan Tartan
Tasarruf öyle olmaz; böyle olur!
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva