Ulu Önder Atatürk'ü sonsuzluğa uğurlayışımızın üzerinden 73 yıl geçmiş. O'nu her geçen gün biraz daha fazla arıyoruz. Çocukluk yıllarımızdaki, içimizden taşıp göz pınarlarımıza süzülen Ata'yı kaybetmenin derin hüznü, bizleri hala derinden etkilese de, bazıları maskelerinin ardında ellerini oğuşturur olmuş.
'Eğitimcilerin eğitimcisi' geçinen kendini bilmezlerin, 'Ben doğmadan önce ölen biri beni nasıl kurtarır?' deme cüretini gösterebildiği karanlık günlerin eşiğindeyiz.
Bir yanda deprem felaketi… Her geçen gün ortaya çıkan yeni skandallar ve ve 1 milyon dolar harcanıp, sözde onarılan, 5.6'da 'puf' diye sadece yere değil sistemin ve devletin üzerine çöken 'Bayram Oteli'… Bayram'ı zehir ediyor. Terör kurşunundan sıyrılan kahraman askerlerimiz, Japonya'da onca depremi yaşayıp burnu kanamayan Japon dostlarımız, meslektaşlarımız enkaz altında. Deprem değil cinayet! El birliğiyle işlenen, acılarımızı tazeleyen..
Terör desen almış başını gidiyor. Maç yayınının üzerine son dakikalar düşüyor. Haydaaa… Denizin ortasındaki gemiyi kaçırmışlar… Medya ile görüşmek istiyor soysuzlar! Sözde propaganda yapacaklar.
Tüm bunlar yaşanırken, ulusal maç bir nebze moral kaynağı olacak, nasıl olacaksa?
O ne daha maçın başında kalemizde golü görüyoruz. Futbol bu 11. saniyede de atarsın, 2. dakikada da yersin. Maç 90 dakika… Uzatmaları da var. Önünde zaman çok.
Oynarsın, çaba harcarsın, taktik, teknik, fizik ortaya bir ürün koyarsın. Ama olmayınca olmaz… Üç de yersin beş de…
Ama Ulusal forma altında, hem de yaşamsal bir ulusal maçta elbirliğiyle böylesine bir rezelat ortaya koyamazsın.
Ulusal takım ilk maçını 26 Ekim 1923 tarihinde Taksim'de Romanya ile oynamış, 2-2 beraere kalmış. Golleri Zeki Rıza Sporel atmış. Tribünlerde ise o zamanlar bırakın ulusal futbolcusuna küfür etmeyi, günlük kıyafetle maça gelmeyi görgüsüzlük sayan takım elbiseyle tribünlerde yerini alan Cumhuriyet beyfendileri varmış.
Aradan 88 yıl, 487 maç geçmiş. Yaşanan rezalete bakın… Sanırım İlk federasyon Başkanı Yusuf Ziya Öniş ve ilk golleri atan Zeki Rıza Sporel gibi, ulusal futbola emek verenlerin tümünün kemikleri sızlıyordur, dün geceden sonra…
Ulu Önderimizin o muhteşem özdeyişinden ise eser yok.
'Zeki' liğin kırıntısı kalmamış. Hem sporcusunda hem yöneticisinde.
TT Arena'da futbolcu- seyirci gerginliği yeni yaşanmıyor. Oradakiler ya da başka stattakiler ulusalların üzerindeki rengi, kırmızı beyaz değil de; sarı – kırmızı, sarı – lacivert, ya da siyah – beyaz görüyor. İstanbul farz mı? İzmir'in, Bursa'nın Trabzon'un, Kayseri'nin, Ankara'nın suyu çıktı? Maç yine aynı statta!
Bazıları poh pohluyor, Kazakistan'ı güç bela yenen Ulusal Takım'ı. Hırvatlar ise sözüm ona eksik ve Türkiye'den çekiniyor.
Oysa Bayern Münih'in golcüsü karşımızda. Suratımıza tokat gibi patlatıyor, acı gerçeği. Böylesine tehlikeli bir rakip karşısında, iki ayaklı maçta 'kamikaze' gibi saldırıyoruz.
Formsuz Volkan sahada, sinir küpü Emre birkaç metre önünde. Sinan Bolat yedekte. Nuri Şahin evinde. Hadi 20 milyonu cebe indiren Hiddink akıl edemedi. Oğuz Çetin ne iş yapar?
Neden hep en formsuz oyuncular oynar bu takımda?
Fanatik duygularını, takım rengini, ulusal davaya yeğleyen zavallılar tribünlerde ahlaksızlığın danışkasını ortaya koyarken, ulusal futbolcu kameraların gözü önünde, kutsal görevi yerine getirirken, ağza alınmayacak küfürler savuruyor. Dudaklarından okuyor, çoluk-cocuk, genç – yaşlı, kadın- erkek..
Hadi maçı kaybettin, işin bitti mi? Gör sarı kartı gitme ikinci maça… Bu mu Ata'nın sevdiği ahlaklı sporcu.
Çeviklik desen hak getire. Adamlar yıllardır haftada üç-beş maç oynuyor. Gık demiyor. Bizimkiler üç maç arka arkaya oynayınca tel tel dökülüyor. Ligde aslan kesilenler ulusal maçta hayalet gibi. 250 bin prim de coşturamıyor.
Elimize gelen bir fırsat daha kaçıyor. Golleri sadece ulusallar değil, ligin yarısında statü belirleyen, cesur adım atmaktan uzak, günlük makyaj ve eyyam üzerine kurulu, futbola değil önce agalarına hizmet etmeyi düşünen Federasyon da yiyor.
Evet bu bir rezalet. Hem de ulusal…